16 Mart Katliamı'nın 33. yıldönümü

Olayın olduğu tarihte İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi Cem Alptekin. 16 Mart 1978 günü son dersleri boş olduğu için merkez binadan erken çıkıp toplanma yerleri olan Süleymaniye'ye geçerler. (Okula hâkim olan sağ görüşlü öğrenciler yüzünden topluca gelip gitmektedirler.)

Hava kapalı ve pusludur. Orada son dersteki arkadaşlarının gelmesini beklerken büyük bir patlama duyarlar. Önce gök gürültüsü sanırlar. Ama acı haber Süleymaniye'ye de ulaşır. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde öğrencilerin üzerine "bomba atılmış, hemen ardından da öğrenciler silahla taranmıştır"...

Beyazıt'a doğru koşarlar, arkadaşları dört bir yana düşmüş, yerler kan gölüne dönmüştür... Hemen yardıma koşarlar, yaralı arkadaşlarını hastanelere taşırlar. Saldırganların peşine düşmesi gereken polis de her nedense hastanededir. "Hastanede zanlı aranır mı? Yaralı arkadaşlarımıza zanlı muamelesi yaparak, onları gözaltına almak için her türlü baskıyı reva gören bir polis uygulamasıyla karşılaştık" diye anlatıyor o günü avukat Cem Alptekin...

7 ÖĞRENCİ HAYATINI KAYBETTİ

Yıllar sonra "Kontrgerillanın Türkiye'yi 12 Eylül askeri darbesine taşıyan kitlesel katliamlarının ilk halkası" olduğu ortaya çıkan "16 Mart katliamı"nda yedi arkadaşları, Hatice Özen (1957), Cemil Sönmez (1956), Baki Ekiz (1956), Ahmet Turan Ören (1955), Abdullah Şimşek (1956), A. Hamit Akıl (1954), Murat Kurt (1954) ölmüş, 41 arkadaşları da (resmi kayıtlara böyle girmekle birlikte 100'e yakın) yaralanmıştır. Olayın duyulması üzerine başka üniversitelerden de akın akın öğrenciler İstanbul Üniversitesi'ne gelir. O güne kadar ülkücülerin elinde olan okulu işgal ederler. Gece boyu eylem sürer, amfilerde konuşmalar yapılır, katliam protesto edilir. Ertesi gün de binlerce öğrenci, Beyazıt'tan Gülhane'ye yürür ve cenazelerini morgdan alır...

16 Mart Katliamı'nın 33. yıldönümü

DİSK 20 Mart 1978 günü "Faşizme İhtar Eylemi" adı altında ülke genelinde iş bırakır. DİSK yöneticileri, katliamın aydınlatılması, sorumluların cezalandırılmasi için sürecin takipçisi olduklarını açıklarlar.

DİNK OLAYINDA OLDUĞU GİBİ İHBAR GÜNLER ÖNCE YAPILDI

Hrant Dink olayında olduğu gibi, 33 yıl önce 16 Mart katliamında da "solcu öğrencilerin üzerine bombanın atılacağı" İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne günler önceden ihbar edilmiş, resmi yazıyla tüm birimler uyarılmış. Ama hiçbir tedbir alınmamıştır. Akabinde olaydan 15 gün sonra katliamı kimlerin yaptığına dair İstanbul Valiliği'ne sayısız ihbarda bulunulur. Ama bu ihbarlar (biri hariç) dikkate alınmadığı gibi emniyet kendi içindeki ihbarcılarla hesaplaşmakla meşguldür. Emniyet, katliamla ilgili bilgi ve belge vermemeye kararlıdır, mahkemeleri oyalamayı yıllarca da sürdürür... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nı harekete geçiren tek ihbar ise (olay yerinden silahıyla kaçarken görülen ülkücü Sıddık Polat'a ilişkin) bir hukuk fakültesi öğrencisine aittir.

DELİL YETERSİZLİĞİNDEN BERAAT

Katliamın ilk iddianamesi, 1 Aralık 1978'de İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca ülkücü militan Sıddık Polat ile aralarında MHP'nin ve ÜGD'nin İstanbul'da önde gelen isimlerinden, aynı zamanda hepsi de Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Mehmet Gül, Kazım Ayaydın, Orhan Çakıroğlu ve Ahmet Hamdi Paksoy hakkında TCK 450. maddeden idam cezası istemiyle hazırlanır, dava açılır. Takip eden günlerde, 14 Nisan'da Malatya, 3-4 Eylül'de Sivas katliamları yapılır, 9 Ekim'de Ankara'da Bahçelievler'de Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ve arkadaşları yedi TİP'li öğrenciyi evlerinde öldürür. 24 Aralık 1978'de ise bu kez faşistler Kahramanmaraş katliamını yaparlar. Bunu üzerine Türkiye'de sıkıyönetim ilan edilir. 16 Mart katliamının dosyası ise 15 Ocak 1979'da İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 'görevsizlik' kararı verilerek İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'ne gönderilir. 1 yıldan fazla süren yargılama sonunda, 30 Mayıs 1980'de 1 No'lu İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi, Polat dışında tüm sanıkların "delil yetersizliğinden" beraatine karar verirken Sıddık Polat'ı "eylemin icrasını kolaylaştırmak"tan 10 yıl hapis cezasına mahkûm eder.

16 Mart Katliamı'nın 33. yıldönümü

Polat'ın avukatı temyize gider ve Askeri Yargıtay 3. Dairesi 5 Aralık 1982'de kararı, sanık lehine bozar. Dosya tekrar İstanbul 1 No'lu Askeri Mahkeme'ye gelir. 8 Ağustos 1984'te mahkeme kararında ısrar edince, dosya bu kez Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'na gider. O da sanık lehine kararı bozunca artık yapılacak bir şey yoktur. 4 yılı aşkın tutukluluktan sonra Polat da, "delil yetersizliği"nden beraat eder ve 13 Şubat 1985'te karar kesinleşir...

SIKIYÖNETİM MAHKEMESİNDEN ÖNEMLİ BİR SAPTAMA

Ancak Sıkıyönetim Mahkemesi, gerekçeli kararında çok önemli bir saptama yapar. Bu saptamaya göre, 16 Mart katliamı, Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak mukateleye (çatışmaya) teşvik amacı ile işlenmiş siyasi saikli bir eylem olup bu nedenle bu tür bir eylemlerde, yargılamanın adiyen adam öldürmeyi yaptırıma bağlayan TCK'nin 450. maddesine göre değil, siyasi saikli eylemleri yaptırıma bağlayan TCK. 149. maddesine göre yapılması gerekmektedir. İşte bu saptama, 1988'de davayı yeniden gündeme getirerek 1995'te yeni delillerle bir kez daha açılmasını sağlayan avukat Cem Alptekin ve arkadaşlarının hukuk mücadelesine ışık tutacaktır.

GİZLİ BİR EL ÜSTÜNÜ ÖRTTÜ

Gizli bir el, adeta ihbarların umursanmamasını sağlamış, görevini yapmak isteyen polisleri, soruşturmaları engellemiş, daha sonra ülkede yaşanacak pek çok olayda olduğu gibi yüzlerce kişinin gözleri önünde gerçekleşen bu katliamın da üstünün örtülmesini sağlamıştır... Ama katledilen öğrencilerin arkadaşları. okullarını bitirip meslek sahibi, çoğu da avukat olmuştur. Onlar bu dosyanın "faili meçhul" olarak kapanmasına izin vermeyecektir, vermezler de...

Katliamın 10. yıldönümüne doğru toplanırlar, neler yapabileceklerini konuşurlar ve kapatılan dava dosyasını incelemeye alırlar. Ortaya bir gerçek çıkar: Pek çok karanlık, araştırılması gereken ve üstü örtülen nokta varken hepsinden önemlisi de ortada örgütlü bir suç varken dosya kapatılmıştır...

YENİ BİR KOMİSYON

Alptekin ve Hilmi Hanta'nın da aralarında bulunduğu genç avukatlar, bir komisyon oluşturarak dosya üzerinde çalışmaya ve konuyu kamuoyuna taşımaya karar verirler.

"Mevcut karartmaların üzerini açacak yeni ve ciddi delillere" ihtiyaç vardır. Katliamın 10 yılından yani 16 Mart 1988'den itibaren basın aracılığıyla kamuoyunun önüne çıkıp katliamla ilgili bilgisi olanlara ve tanıklara çağrıda bulunurlar, yeniden davayı açabilmek için destek isterler. Bıkmadan, usanmadan bu çağrılarını sürdürürler.. Ve nihayet, 1992 yılında çağrıları karşılığını bulur. İsot ailesi çıkıp gelir...

Gizli bir el ihbarların umursanmamasını sağlamış, soruşturmaları engellemişti...

(Cumhuriyet)