Abdülhak Hamid Tarhan ve ölümsüz eseri Makber’in hikayesi
Özel İçerik

Abdülhak Hamid Tarhan

Tarhan, köklü bir ulema ailesine doğmuş, hayatının her döneminde yüksek mevkilerde bulunmuş şanslı bir adamdı. Dünyanın birçok yerini gördü. Döneminin önemli sanatçılarından biri oldu. Tanzimat, Birinci - İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemlerini yaşayarak gözlemleyen Tarhan, bu dönemlerin edebiyatlarına da dahil oldu. İlk kez Süleyman Nazif’in kendisine kullandığı Şair-i Azam (Büyük Şair), Tarhan’ın anıldığı sıfatı oldu.

Tarhan, aynı zamanda bir diplomattı ve hem Doğu, hem de Batı ülkelerinde bulunmuş, gözlemlerinde kıyaslama yapabilmişti. Bu durum onun edebiyatına da katkısını esirgemedi. Tarhan, böylece Türk Şiirine, Batı’dan yeni konular getirmiş, oyunlarından esinlenerek yazdığı oyunlarla da, Türk Tiyatrosuna yeni bir bakış açısı olan felsefi düşünceyi kazandırmıştı…

Büyük Şair Tarhan, 2 Ocak 1852’de “Merhaba!” dediği bu hayata, 12 Nisan 3937’de veda etti. Ölümünün 82. Yılında onu hayatından kesitler ve ölümsüz eseri Makber’i hatırlayarak anıyoruz…

Abdülhak Hamid Tarhan ve ölümsüz eseri Makber’in hikayesi

MAKBER’İN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ

Makber, Tarhan ve ilk eşi Fatma Hanım’ın hikayesi aslında. Fatma Hanım henüz 13’ünde. Tarhan ise, evlenmek istemeyen, kimseleri beğenmeyen bir genç adam…

Mutluluğu Fatma Hanım ile bulmuş; ama bir yandan kaybetme korkusu ile de o zaman tanışmıştı. Edirne’de, Nasuhi Bey’in konağında evlendiler. Tarhan, biricik karısını kaybetmekten öylesine korkuyordu ki! Hatta anılarında şu cümlelerle anlatıyordu bu kaygısını: “Beraber gezerken düşecek diye tutacak oluyordum. Uyurken bir akşam uyanmayacak, ölecek gibi duruyordu. Güldüğü zaman güzelliğini uçacak sanıyordum.”

Kim bilir, belki de Tarhan, sonunda olacakları önce kalbiyle hissetmişti. Ya da çok sevince böyle bir korku, herkesin heybesini dolduruyordu…

Abdülhak Hamid Tarhan ve ölümsüz eseri Makber’in hikayesi

Bu evlilik, onlara Hüseyin ve Hamide adını verdikleri iki çocuk getirmişti. Bir zaman sonra Paris Sefareti Katipliği göreviyle Paris’e gitmesi gerekti. Bu Paris’e ikinci gidişiydi. Onun için bulunmaz bir fırsat olsa da, karısı ve ikinci çocuğunu İstanbul’da kalmalıydı.

Tarhan, Fransa’da iki yıl kaldı. “Nesteren” adını verdiği oyunu sebebiyle görevden alındı ve ülkesine gönderildi. Ayrılık bir başladı mı, ardı arkası kesilmiyordu besbelli. Önce Edirne’ye gönderildi. Ağabeyinin Rize’de mutasarrıf olarak Rize’ye gönderilmesinin ardından da Berlin Konsolosluğu’na… Bu kez ailesini de Rize’ye, ağabeyinin yanına bırakmıştı.

Ailesini yalnız bırakmak istemiyordu. Oradan oraya tayinleri sürdü. Gürcistan, Yunanistan…

Her şey 1883’te başladı. Fatma Hanım, ince hastalığa tutulmuştu. Korkuları bir bir dönüyor gibiydi. O sıra Bombay Konsolosluğu tayinini, havasının karısına iyi gelecek umuduyla kabul etti Tarhan. Ancak Fatma Hanım günden güne kötüledi. 3 yıl sonra İstanbul’a dönmeye karar verdiler.

Ne yazık ki, kaderde evine dönemeden ölmek vardı Fatma Hanım’ın. İstanbul’a varamadan, Beyrut’ta, Vali Nasuhi Bey’in konağında hayatını kaybetti…

Abdülhak Hamid Tarhan ve ölümsüz eseri Makber’in hikayesi

VE TARHAN, MAKBER’İ YAZDI

Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.

Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.

Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,

Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut’ta bir mezar kaldı.

Abdülhak Hamid Tarhan ve ölümsüz eseri Makber’in hikayesi

Tarhan, 40 gün Beyrut’tan ayrılmadı. Her gün karısının mezarı başına, ziyarete gitti. İşte bu acı, Tarhan’a Makber’i yazdırdı. Tüm acısını, bu şiirde anlatmıştı. Bu acı başka kadınlara aşık olmayacağı anlamına gelmedi; Tarhan hayatına devam etmişti. Makber ile imparatorluğun sınırlarını aşan bir ün de kazanmıştı…

Yeni yeni kendini tanıtan Avrupai Türk Şiiri tarzının en önemli örneklerinden biri olmuştu Makber. Ayrıca okurun duygularına seslenen bu şiir, metafizik ürpertiyi de Türk şiirine getirmişti. Öyle ki aradan geçen onlarca yıla rağmen, birçok şaire eser kaynağı olacaktı…

*

Instagram: biyografivekitap