Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor
Özel İçerik

Banu Gökcül

Banu Hanım ile kitabının lansmanında tanışmıştık. Hatta okuyanlarınız hatırlarsınız, Bu kitap yaşanmak için yazıldı: Süper Beynin Sırları başlığıyla dayanamayıp yazmıştım hemen şunları şunları yaşadık diye… Gerçekten de yaşamamız gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Banu Hanım da öyle başka bir insan ki, bir anda tüm enerjisiyle sarıyor sizi. Röportajımız boyunca o güzel bahçesinde fark ettim ki, onun yanında olduğunuz gibi bulunuveriyorsunuz. Başkası olmak için çabalamanıza, maske takmanıza hiç gerek yok. Sanırım çok az insanın yanında böyle hissediyor insan. Bu sebepten pek değerli…

Biz Banu Hanım’ın bahçesinde, Ramazan’ın son günlerinde buluşmuştuk. Yayına kısmet bugüneymiş. Neler konuşmadık ki! Donanımları saymakla bitmez… Sohbetimiz öyle koyuydu ki, uzadıkça uzadı. Ama bu sefer ikiye bölmeyeceğim röportajı; ilginiz, enerjiniz bölünmesin. Bir çırpıda okuyup bilgilenin, şifalanın, yenilenin dilerim. Bu arada tazecik bir haber de vereyim. Röportajı yayına hazırlarken konuştum kendisiyle; “Süper Beynin Sırları” bu Pazartesi beşinci baskısını yapıyor. Böyle özel heyecanları, başarıları paylaşmak ne güzel!

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

ÇOK DERİNLERDE BİR YERDE FAKINDA OLMADAN KENDİMİN KURTARILMASINI İSTİYORMUŞUM


- Banu Gökcül kimdir?

Hep anlattığım bir hikâye var; fakat bugünden geriye dönüp baktığımda şöyle anlatabilirim. Ben çocukluk yıllarımdan başlayarak, Türkiye’yi kurtarmak, eğitim sistemini düzenlemek için çıkmıştım yola… Halbuki çok derinlerde bir yerde farkında olmadan kendimin kurtarılmasını istiyormuşum. Kendi çocukluğum ağır geçti, babamı erken yaşta kaybettim ve huzur olamayan bir ortamda yetiştim. Dolayısıyla fazlası ile sorunlarım varmış. Çocukken içinde bulunduğu durumu tüm açılardan göremiyor, algılayamıyor insan.

- Yürüdüğünüz yolda düşündükleriniz nelerdi?

Ben dünyada tüm insanların aynı anda mutlu, başarılı, tatminli, özgüvenli, huzurlu, neşeli olabileceğine inanıyorum. Evet, herkesin aynı anda mutlu ve bolluk içinde olması mümkün. Çünkü biri neşeli olduğunda, öbürü o neşeyi gördüğünde inanmıyor ve kendisinin neşesiz olması gerçeğe olan inancını sarsıyor. Birileri mutlu olduğunda birileri o mutluluğu kıskanıyor ve mutsuz etmek için bozuyor. Bilerek değil farkında olmadan. “İyilik olması için kötülük de olması gerekiyor” deniyor; ama mesela birçok zengin insan var. Biliyorum ki tek başına zengin olduklarında mutlu olamıyorlar. Çünkü duygularını ve durumlarını eşit olarak hissedecekleri çevreleri olamıyor ve yalnız hissediyorlar. Birçok hali vakti yerinde danışanımın ekonomik krizlerde göze batmamak için lüks arabalarını sattıklarını ve daha mütevazı arabalara bindiklerini bilirim. Toplumun neşesi kalmıyor birileri mutsuz, aç ve açık olduğunda. Duygular bulaşıcıdır. Sizin neşeli olmanız, varlıklı olmanız yetmeyebiliyor.

Bu bilinçle, herkesin tok, mutlu, huzurlu, tam ve tamam olduğunu hissedeceği bir dünya oluşturmak için etki alanım çerçevesinde elimden geleni yapmaya çalışan bir insanım. Kısaca, Banu kimdir dendiğinde; danışanlarına, bedenleri, ruhları, duygu ve düşünceleri ve inanç sistemleri ile ilgili farkındalık yaratma çalışmalarıyla yol gösteren kişi diyebiliriz. Sonra da bu farkındalıkla onların daha ‘iyi’leşmesi, kendileriyle ilgili bir aydınlanma yaşamasını sağlamak…

- Neler yapıyorsunuz peki?

Frekans linkleri olan bir internet sitem var biliyorsun. Frekanslar, beyni düzenleyip zihni huzurlu ve alıcı bir seviyeye indiriyor. İnsanların en çok bilmesi gereken şey, sinir sistemlerimize çok iyi bakılması gerektiği. Bu huzurlu ve alıcı seviyede, insanların kendilerini istedikleri olumlamalarla programlamaları mümkün! Bilinçaltı ancak bilinç inanırsa dönüşür. Bu da Alfa seviyede bilinç altına yeni önermeler yerleştirilmesi ile gerçekleşebilir. En hızlı kişisel dönüşüm teknolojisi beyin frekanslarını düzenleyerek mümkün olabiliyor. Teknoloji ile geldiğimiz en üst nokta şimdilik bu. Ben de bunun Türkiye’de ilk uygulayıcısıyım.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

BİZİM SİNİR SİSTEMİ DEDİĞMİZ ŞEY, BÖYLE SERÇE GİBİ

- Nasıl bakacağız peki sinir sistemimize?

Bunu şöyle anlatabilirim: Bizim sinir sistemi dediğimiz şey, böyle serçe gibi. Yani biz bir bebeğe ne bileyim et vermeye kıyamayız, süt veririz, kibar şeyler veririz; kolay sindirsin diye. Ona ağır bir şey söyleyemeyiz, sesimizi bile bir bebek odasına girdiğimizde alçaltırız. Aslında bizim büyüdüğümüzde, yetişkin olduğumuzda da, içimizde o bebek yine var. Sinir sistemimize çok zarif, çok kibar bir şey gibi bakmamız gerekiyor. Biz insanlar ne yazık ki kendimizin saf olduğunu unutabiliyoruz. Çok az kişi bedenine ruhuna beynine iyi bakıyor ve kendine iyi davranıyor. Ne yazık insanlar, tüm konuşmaların başında ya da sonunda mutlaka ya kendini ya birilerini sürekli eleştirip suçluyor. Bütün bunlar, sinir sistemini iyi bilmediklerinden ve koruyamadıklarından oluyor. İşte ben bunu fark etmelerini ve iyileştirmelerini sağlamak istiyorum. Bu biricik amacım.

- Peki bu süreç nasıl işliyor?

İnsan, kendisinin beden, zihin, duygu, düşünce, kalp bütünlüğünü sağlarsa eğer, zaten otomatik düşünceler azalmaya başlıyor. Ya da şöyle söyleyelim bunu, karnınız toksa, güzel, hafif, rahat şeyler yediyseniz, etrafınızda uyumlu insanlar, sevgili dostlarınız varsa, sevdiğiniz bir işiniz varsa, yani sinir sistemin iyiyse, zaten kötü bir şey yaratamıyorsun. Sinir sistemin kötü olduğunda, açsan, yorgunsan, uykusuzsan farkında olmadan beynin olumsuza gidiyor. Yani makine olduğumuzu bilmemiz lazım. Makine, aç olduğunda, sinir sistemi düşük olduğunda kavga çıkarıyor. Sevgiyi hissetmediğinde bunu tam deşifre edemiyor zihin; ama bir sorun var, kavga çıkarıyor. Korktuğunda, üzüldüğünde sorun çıkarıyor, öfkelendiğinde (Anlaşılmadığında ve zarar gördüğünde diyelim. Çünkü öfkenin tetikleyicisi bunlar) önüne gelene bağırıyor. Farkında değil sinir sisteminin, yani beden ısısının yükselmiş olduğundan dolayı bağırdığının. Fark etmesi gereken şey anlaşılma ihtiyacını kabul etmek ve zarar görmekten korktuğunu kabul etmek. Bunu Beyni ile fark ettiği an, bedenine yayılan sıkıntı rahatlıyor kendiliğinden. Kısacası hem bilişsel hem bedensel bir süreç bu. Bedenle zihnin aynı sibernetik sistemin parçası olduğunu bilemek gerekiyor. Yani bedende olan bir değişim beyni, beyinde olan bir değişim bedeni dönüştürüyor. Sürekli birbirlerine ileri bildirimde bulunuyorlar.

- Öfkemizi doğru kullanabiliriz ama değil mi?

Konfüçyus’un bir sözü var, diyor ki: “Öfke çok iyi bir duygudur. Doğru kişiye, doğru zamanda, doğru şekilde ifade edilirse.” Öfke, vücudun ısısı yükseldi demek, yani kızdı. Kızan insan mantıklı, kibar, güzel düşünemez. Çünkü kalp atım hızı aynı bisiklet üzerinde gibi 120’ye, 125’e çıkıyor. İki kızmış kişi, örneğin karı koca, anne baba, anne çocuk, kızmış olduklarında, yani beden ısıları yükseldiğinde kalp atım hızı 120’lere çıktığı için, ki bunun için bisikletin üzerinde yarım saat geçmesi gerekir, kızdığınız an kalp hızı 120’ye çıkıyor.

- Peki böyle kızdığımızda ne yapmalı?

Düşünsenize bisikletin üzerinde kalbiniz 120 atarken ya da çok hızlı koşarken tartışmanız ya da mantıklı düşünmeniz mümkün müdür? Dolayısıyla kızdığın zaman geri çekilmek ve tartışmamak gerekiyor. İnsanlar, sözlerden çok, yüz ifadelerinden birbirlerinin ne hissettiğini anlıyorlar. Kısacası insanın önce duyularıyla ilgili kendisini çok iyi koruyor, kolluyor olması lazım. Yani sinir sistemine çok iyi bakıyor olması lazım. Sinir sistemin iyiyse kavga çıkartmıyorsun, olayları daha esnek anlayabiliyorsun. Hoşgörü genişliyor.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

KORKULARIMIZ, ÖFKEMİZ BİZİ ÇOK YÖNETİYOR; TAM VE TAMAM OLDUĞUMUZU UNUTUYORUZ

- Aydınlanma nasıl yaşanır?

Aydınlanmak, olanı olduğu gibi görebilme durumu! Yani o kadar da kolay değil, bazen yaşla da geliyor o bilgelik. Yeni şeyleri deneme, yeni şeyleri görebilme cesareti ile oluyor. Biz mentorlar ‘yaş’lanmayı beklemeden bu bilgeliği gençlik bedenlerinde, enerjilerinde yaşamalarını sağlamayı öğretmeyi amaçlıyoruz.

- Örnekleyerek açıklayabilir miyiz bunu?

Mesela farelerle ilgili bir deney var. 10 tane fareye bir tane zehirli besin koyuyorlar. Aralarından en yaşlı olan gidip onu deniyor. Neden öyleymiş?

- Neden?

Yaşlı olan yeni bir şey deneyebiliyor; fakat ölmüyor. Çünkü çok az yiyor. Tadına bakıyor. Bilge kişiler, daha çok olgun ya da kendi üstünde çalışan insanlar diyelim, olanı olduğu gibi gören kişiler, çok azla doyuyor, çok azla yetiniyor, çabuk tatmin oluyor. Tadını çıkarıyor, daha yavaş hareket ediyor. Anın daha çok tadını çıkarıyor. Bu türlü bilgelik seviyesine ulaşacak insanlar yaratmaya çalışmak benim amacım. Yani özgürleşmeleri! Korkularımız, öfkelerimiz bizi çok yönetiyor; tam ve tamam olduğumuzu unutuyoruz.

- Hepimizin gerçekten aynı anda bir duyguda olması mümkün mü? Yani bir yerde bir yakınımız ölürken mesela, hala mutlu olmak gibi…

Bir yakınımızın ölmesi, eceliyle ya da kazayla fark etmez; aslında üzüntü yaşıyoruz ya, oradaki üzüntüyü kabul etmek gerekiyor. Üzüntü olur ve sürer. Öfke olur ve geçer. Korku olur, geçer. Şimdiki anda yaşanır; ama üzüntü geçmez. Bir süreye ihtiyaç vardır. O kayıp sürecinin üzüntüsünü hissetmediğiniz zaman bu hissediş öfkeye dönüşüyor. Tüm duygular bedende olan hareketlerdir sürekli dönüşürler.

- Üzüntüyü yaşamak ne demek?

Senin değer verdiğin bir duyguyu gösteriyor sana o duygu. “Sen” diyor, “Bak onu kaybettin” diyor. Peki kaybetmeden önce yapman gerekenleri yaptın mı? Onunla helalleştin mi? Sarıldın mı? Öptün mü? Kokladın mı? Değerini bildin mi?

Sen niye üzülüyorsun; bir daha onunla görüşemeyeceksin. Onun sana yaşattığı duyguları yaşayamayacaksın diye. Senin, o üzüntü sürende bir daha onunla yaşayamayacağın o duyguları o zaman başkalarıyla yaşa ki, fark et! Bu değerlerin var senin ve senin buna ihtiyacın var; ondan aldığın, verdiğin, onunla yaşadığın duygulara. O zaman hâlâ hazırda sahip olduğun insanlarla ne yapmalıyım diye düşünebilirsin mesela.

Yani üzüntünün içinden geçerken de biz öğreniyoruz.

- Mümkün mü?

Farkında olursa insanlar, bütün duyguların aslında bir şey öğretmek için gelmiş olduğunu anlarlar. Çünkü duygu, sana “Aa bak senin orada bir yaran, korkun var. Tehlike olarak algıladığın bir durum var. Senin kaybetmekten korktuğun bir yer var” diye gösteriyor. Duygu bize insan olduğumuzu gösteriyor; yani yaralarımızın hepsi bizim daha iyi olmamızı gösteren şeyler. Yani aslında bir acı, “Bak burada senin iyileştirmen, şifalandırman gereken bir yerin var; kendini eksik bulduğun, az bulduğun” diyor.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

BU SORUNUN HARİKA YANI NE?

- Peki duygularımızla nasıl yaşayacağız?

Varsayalım ki ölüm! “O ölen kişi sayesinde sen kendini tam ve tamam hissediyordun. Bak, o gidince eksik hissediyorsun” bile var. Onun sevgisinin kalbinde oluşturacağı boşluk olabilir bu. Şunu anlatmaya çalışıyorum. Örneğin ben şöyle sorular sorarım. “Problem çözen sorular” derim buna ben. “Bu sorununun harika yanı ne?” Bu soru, sizin o sorununuz içindeki almanız gereken şeyi size gösterebilir. Bu yüzde yüz; mutlaka her sorunun içinde bir harika yan bulabilirsiniz.

- Peki biz buna inanırsak mı var?

Yoo, bunun inançla hiçbir ilgisi yok. Bilimin en güzel tarafı, siz ona inansanız da inanmasanız da gerçek olmasıdır.

- Bu kitap kişisel gelişimden öte bir terapi kitabı mı?

Evet böyle dersek daha doğru olur; bu kitapta çeşitli terapi teknikleri var. Terapi ne demek, tedavi demek. Tedavi ne demek, iyileşmek demek. Hastayız da iyileşeceğiz diye gerekmiyor. Pozitif psikoloji diye bir şey var.

- Nedir pozitif psikoloji?

Pozitif psikoloji, İnsanların güçlü yönlerine konsantre olur ve yaşamda neyin iyi gittiğini de sorar. İnsanların olumlu karakter özelliklerini, erdemlerini ve güçlü yanlarını merkeze alan bir disiplin pozitif psikoloji. İlla saldırganlık, borderline, şizofren, depresyon ya da işin içinden çıkılmaz sınırlara dayandığında danışmanlara, mentorlara gitmesi gerekmiyor insanın. Tedavi, daha iyi halime dönüşmek, potansiyelimi daha çok kullanacağım halime dönüşmek için var.

- Ne zaman harekete geçmek gerekiyor?

Mesela İngilizcede bir kelime var, “content”. “Nasılsın?” diye soruyorsun, diyor ki “I am content”. Yani tamım, iyiyim. Türkçede soralım, “Nasılsın?, “Tamım”. Ne yani, dün eksik miydin? Evet, eksiksen, işte iyileşmek eksik sanmanı, - eksik asla değiliz, tam ve tamamız – eksik sandığımız durumlarda tekrar bütüne ulaşmak için harekete geçmek gerekiyor. Yani bütünlüğümüz bozuluyor. Bütünlüğümüz bozulduğu zaman biz kendimizi iyi hissetmiyoruz. İyi hissetmemekten iyileşmeye geçmeyi sağlayacak bir terapi kitabı bu. Yani bir çeşit kendini hatırlama çalışması.

- Peki bunu kabul etmeyecek insanlara nasıl ulaşmak lazım?

Fark edenler zaten geliyor. Kendi üzerine çalışan kişilerin çoğu zaten kendinin en iyi versiyonuna dönüşebileceğini bilen insanlar.

- Yine örnekleyerek gidelim mi?

Mesela Bertrand Russel, okula gitmemiş. Anneannesi çok bilgili bir kadınmış. Onun için hep özel öğretmen tutmuş. Ona hep şunu sorarmış: Bugün inandığın bir şeyin tersini kanıtla. Örneğin, Hitler kötüdür diye inanıyor Bertrand Russel, Hitler iyidir diye kanıtla. Bize de ilkokulda münazara yaptırırlardı. Bir grup inandığı, bir grup da o inanılanın tam tersini kanıtlamaya çalışırdı. Orada bizim beynimize tam tersi olabileceği ile ilgili, şüpheyle ilgili kanıtlar toplayıp olayları daha bütünsel, her yönüyle öğretmeyi gösteriyorlardı.

Kısacası bu tür kitaplara inancı olmayan insanlar, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar oluyor. Çevremde de gözlüyorum. IQ’sü yüksek olan, pozitif bilimlerle uğraşan birçok insan, bu tür kişisel dönüşüm tekniklerini inceledikleri zaman tüm eksersizlerin bilimsel altyapısı olduğunu söylüyorlar ve zaten başarılı  ve mutlu olduğumuz zamanlarda farkındalık dışı uyguladıkları yöntemler bunlar. Bizler sadece bu yöntemleri, bilinç düzeyine, farkındalık düzeyine çıkarıyoruz ve sistematik hale getiriyoruz; ihtiyaçları olan zamanlarda bilinçli olarak kullanabilmeleri için.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

YAPTIĞIN ŞEYİ YAPMA, YAPMADIĞIN ŞEYİ YAP

- Duyguların yeni nesil Sherlock Holmes’i olarak biliniyor diye bir sunum var kitapta. Bu nasıl oldu?

İnsanlar, “Bir kerede iyileşir miyim? Bir kere de olur mu?” diye geliyorlar bana. Valla bir kerede oluyor işte. Çözmek istediği konuyu kafasında belirlediyse -hoş biz o konunun altında başka şeyler de buluyoruz- görüşmelerimiz öyle 50-60 dakika sınırlı da değil, 2-3 saat neyse o konuyu bütün boyutlarıyla karşı tarafın o sıkıntısı bedeninde neresindeyse beyninde, kafasında, göğsünde fiziksel olarak da  o şey gidene kadar çalışıyoruz; geçtiğini görüyoruz. Sherlock Holmes de çıkarım yaparak buluyor ya, eğer iyi bir konuyu iyi çıkarırsanız çözebiliyorsunuz. Ben bu konuda çok iyi olduğum için böyle dendi.

- Kim size ilk böyle hitap etti?

Biliyorsunuz Sherlock Holmes’un  yeni jenerasyon dizisi var şimdi.  “Hocam, aynı oradaki gibi çat çat hiç aklımıza gelmeyen şeyleri söylüyorsunuz” diyor danışanlarım son zamanlarda. Seminerlerde kalabalık grup çalışmalarında benzer hızda sorunları çözdüğüm için böyle çağırdılar. Benim de hoşuma gitti. Sonra seminerler de katılımcılara sordum. “Siz çekirdek konuları, sorunları aynı Sherlock Holmes hızıyla ortaya çıkarıyorsunuz diyorlar bana, kitabımda kullansam mı?” dedim. Onlar da “Gerçekten öyle yapıyorsunuz, böyle bir alt başlık, çok güzel olur” dediler. Ben de böyle anılmak da bir beis görmedim; bilakis hem eğlenceli hem beni daha da motive etti..

- Kuantum sıçrama için ayna tekniğiniz var. Sizin bulduğunuz bir teknik sanırım. Biraz anlatır mısınız?

Aslında benim bulduğum bu isim: Bütünsel terapi, pozitif psikoloji, hipnoz, NLP tekniği, duygusal özgürleşme teknikleri, hipnoz, geştalt terapisi gibi pek çok tekniğin kullanılmasına verdiğim ad. O kadar çok şey biliyorum ki artık yılların birikimiyle, hepsinden çıkarımlarım sonucu, aslında hepsini kullandığım tekniğin adı kuantum sıçrama için ayna tekniği oldu.

- Peki amacınız neydi?

Amacımız da şuydu. Kuantum sıçrama ne demek? Mesela şirketimin adı Akarma ya, “a-karma” yani karma, davranışlarının senin geleceğini etkilemesi, kader gibi bir şey. Akarma ise -apolitik, politik, seksüel a-seksüel gibi örnekleri çoğaltılabilir, kelimenin başına “a” harfi geldiğinde tersi anlamına geliyor Latince de biliyorsunuz; yani sen şu anda öyle bir sıçrama yapıp, şimdi tak diye öyle bir farkındalık yaşayabilir ve uyanabilirsin ki yaşamını dönüştür hayatında. Bu güce sahip insan! O sıçramayı yaparsan yaşamında büyük bir dönüşüm yaratabilirsin. Yani bu insanın elinde, sadece eyleme geçmesi gerek. O da yaptığı şeyi yapmayacak, yapmadığı şeyi yapacak. Bu kadar basit!

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

İNSANLAR, BİR HARİTA VAR, ORADA KENDİ YETKİNLİKLERİNİ GÖRÜYOR

- Merkeziniz kapsamında neler yapıyorsunuz?

Ben şirketlere eğitim veriyorum, kapalı eğitim oluyor bunlar. Şirketler eğitim alıyor. Ben eğitimciyim. Yıllardır bu işi yapıyorum, 25 sene oldu neredeyse. Üniversitede Siyaset Bilimleri okudum Türkiye’yi kurtarmak için oradan da Davranış Bilimleri’ne döndüm. O da İşletme Fakültesi içinde. Sonra da Marmara üniversitesinde Örgütsel Davranış konusunda doktora programını takip ettim. Örgütsel Davranış, Davranış Bilimleri, hep insanla ilgili ve  hep insanın davranışlarını değiştirerek etkinliklerini geliştirmek, yetkinlik geliştirmek demek. Yani yetkinlik ne demek?

- Ne demek?

Mesela duygusal zekaya dayalı yetkinlik analizi diye bir şey var. Bir kişi bunun yaptığında duygusal zekasının beş boyutunu görüyor. Yani kendini tanımak, bilmek, yönetmek, başkalarını tanıyıp bilmek, başkalarının duygularını yönetmek, beşinci boyutu da hem kendini hem başkalarını hedefe doğru motive edebilmek… Motivasyon biliyorsun duyguları harekete geçirerek olabilecek bir şey. İnsanların duygularını harekete geçirmek için şirketlerde yaptığımız şeyler, yönetici ya da lider olacak kişinin önce kendini bilmesi, yönetebilmesi gerekiyor; sonra da başkalarını. Ve duygularını harekete geçirebiliyor olması lazım. Birçok insanda duygusal ihmalkarlık diye bir sorun var; kendi duygularıyla bağlantıda olmamak. O da beşinci, altıncı sırrımız zaten. Onun çözümleri de var kitapta.

- Eğitimleriniz nasıl ilerliyor? Ondan da bahsedelim mi?

İnsanlar, bir harita var, orada kendi yetkinliklerini görüyor. Orada bakıp örneğin, “Haa, benim ilişki yönetimim kötü” diyor. İnsanların birçoğunun ilişki yönetimi iyi değil. Yeni tanıdığı insanlarla ilişkilerini geliştirmiyorlar, aramıyorlar, sormuyorlar. Mesela şimdi Ramazan, daha fazla iftarlarda buluşabilirler, daha derin ilişki kurabilirler. Ailelerindeki insanlarla daha  yakın, daha güvenli ilişki kurmak üzere, yine aynı şeyi söyleyeceğim, “Yaptığım neyi yapmayıp, yapmadığı neyi yapabilirim?” sorusuyla hareket edip ilişkilerini daha ileriye götürebilir.

- Bunu da örnekleyelim mi?

Mesela bunu kaç yıllık eşinizle bile yapabilirsiniz. Onu, bir şey anlatırken “Of yine aynı şeyleri anlatıyor” demek yerine “Dur ya, aslında benim eşim bunu beş kere anlattı bu hikayeyi. Aslında anlatmak istediği şeydeki duygu ne?” diye dinlemek gerek. Çünkü dinlemek kolay bir şey değil. Beyin boşlukları hiç sevmez, hemen biliyormuş gibi algılar. Kısacası yetkinlik geliştirme, eğitimlerin seminerlerin ana konusu oluyor. Ya şirketler bir hazırlık yapıyorlar, eğitim ihtiyaç analizleri yapıyorlar kendi içlerinde, örneğin, “Stres yönetimi, öfke yönetimi, iletişim becerileri, takım çalışması, çalışanların birbirleri ile olan güven ilişkisi ya da şirketlere olan bağlılık, aidiyet duygusunu geliştirmek” gibi konuları saptıyorlar. Ben de onlara uygun içerik oluşturuyorum. Ondan sonra seminerlerde bu istediğimiz yetkinlikleri geliştirmeye çalışıyoruz.

Konferanslar daha ziyade farkındalık geliştirmek, motivasyon artırmak için oluyor. Bire bir görüşmelerde de, onlar şirketlerden bağımsız sorunları olan insanlar, arıyorlar. O kadar çeşitli ki bu, oradaki yelpaze sonsuz, her konuyla ilgili gelebiliyorlar…

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

… O ZAMAN BİLİN Kİ SİZDE DUYGUSAL İHMALKÂRLIK VAR

- Duygusal ihmalkârlık sendromu tam olarak neleri kapsıyor?

Anne babalar, çocuklarını yediriyorlar, içiriyorlar; fakat ne yazık ki çocuklarının kalpten ne hissettiklerini dinlemiyorlar. Mesela “Korktum” diyor çocuk, “Korkulur mu ondan” diyor. “Sen de böyle cevap verseydin” diyor. Ya da çocuk “Arkadaşımı dövdüm” diyor. Karşılığında ebeveyn sadece “Nasıl döversin” diyor. Çocuk “Dövmedim, korktum kaçtım” diyor, yine azarlanıyor. “Niye öfkelendin? Ne oldu? Ne hissediyordun?” diye hiç sorulmuyor.

- Bizi nasıl etkiliyor?

Çocuk, “Çok sevindim” diyor, “Buna sevinilir mi?” diyor aile. “Aa, 7 aldım çok mutluyum” diyor, “Niye 10 almadın?” diyor. Böyle olunca öfkelenmek, biliyorsunuz ÖKÜS işte, “Öfke, Korku, Üzüntü, Sevinç”; bunlar ileri yaşlarda yaşandığı zaman, 20’li, 30’lu, 40’lı yaşlarda, artık duygu yaşadıklarında, kendileri de, ne hissettiğini bilmeyen insanlar oluyor. Korkuyor mu, üzülüyor mu, seviniyor mu, öfkeli mi… Endişeler içinde oluyor. (Endişe, öfke ile korkunun karışımı) Bir türlü gerçek duyguyu içinden çıkartamıyor.

- Duygusal ihmalkâr olduğumuzu nasıl anlarız?

Çocuk, ihtiyaçlarını söylüyor. Anne baba duymuyor. O yüzden sizde duygusal ihmalkârlık olup olmadığını şuradan anlayabilirsiniz. Başkaları ne der diye yaşıyorsanız, düşünüyorsanız, hareketlerinizi ona göre düzenliyorsanız, sürekli dışarıdan bir onay alma ihtiyacı içindeyseniz, ihtiyaçlarınızı söylemekten korkuyor, utanıyor ya da bunu eziklik gibi algılıyorsanız, ilişkilerinizde sınır koyamıyorsanız, kendi sınırlarınıza girilmesine izin veriyorsanız, o zaman bilin ki sizde duygusal ihmalkarlık var.

- Bundan nasıl kurtuluruz?

Bunu aşmanız için de kitapta yazdığım taktikler var. Onları yaparsanız, duygusal ihmalkarlıktan çok kısa bir sürede kurtulabilirsiniz. Önce duygularla bağlantıya geçmek gerekiyor; yazmak, not etmek, duygularını ifade etmeyi öğrenmek… Bunun için de kitapta bebek adımları gibi egzersizler bulacaksınız…

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

KİTABI GÜVENLE OKUYABİLİRLER :)

- Peki daha büyük bir problemimiz varsa, ancak uzun sürede çözüme kavuşacak türden. Bunu da yine kendi başımıza yapabilir miyiz? Daha doğrusu bunu kendi başımıza yapmak tehlikeli olabilir mi?

Bu kitabı kullanarak birçok sorununuzu çözebilirsiniz. Damlacım, insan o kadar ilginç ki, insanın kendini öldürmesi neredeyse imkansız. Yani depresyonun derinliklerinde ancak bunu yapabiliyor. İnsan kendisine zarar verecek, çok hırpalayacak yerlere çok zor gider. Konfor alanının dışına çıkamaz, hep orada yaşar. Bizim istediğimiz, insanın kendisini geliştirip değişmesi için biraz konfor alanının dışına çıkması. Ama bu kitabı okuyup, buradaki egzersizleri yapıp tehlikeli bir durumla karşılaşacak mı diye sorarsan, öyle bir şey imkansız. Çünkü ne yazık ki, insan kendini o kadar hiç zorlamıyor. Keşke biraz korkularımızı aşmak için öyle ufak ufak güvenli değişimler, dönüşümler yapabilsek. Zaten o zaman konfor alanımızın dışında da ne kadar güvenli bir ortam olduğunu göreceğiz ve o zaman rahatlayacağız, özgürleşeceğiz. Ama korkularımız ne yazık ki buna engel oluyor. Dolayısıyla hiç böyle bir tehlike yok. Kitabı güvenle okuyabilirler. (Gülüyor)

- Aslında bir yandan şunu da sormak istiyorum. Uzun vadede çözüme kavuşacak sıkıntılarda, kişi terapiste gitmek istemiyorsa ya da gidemiyorsa, o zaman da kendi başına bu teknikleri yaptığında işe yarayacak mı?

Eğer adım adım uygularsa, her karar verdiğinde bir sorunu çözmek üzere oradaki bilgilerden yararlanırsa, kesinlikle bunu yapabilir. İş, insanın bunu kafaya koyması. Çünkü bu bir el kitabı, yaparsan olur yapmazsan olmaz. (Gülüyor). Zaten bunu kafaya koymuş birisi varsayalım ki zamanı algılamak, zamanı genişletmek ile ilgili ( iki buçukuncu sır) okumaya başladığında, zamanla ilgili düşünmeye başlayacaktır. Oralara gittiği zaman, kendi zaman algısını fark etmeye başlayacaktır. Belki bu kitap, onun başka kitaplardan faydalanmasını, başka şeyler izlemesini, bu konuda derinleşecek yeni sorular sorup başka referanslara yönelmesini sağlayacaktır. İş, bu kitaptan bir farkındalık yaratıp, oradaki uygulamaları yerine getirmesinde.

- Gerçekten de çok sır var kitapta bahsettiğiniz…

Evet. Her sır bir başkasının işine yarayabilir. Hipnotik dil kalıpları var mesela. O kadar enteresan ki, dinlemek çok zor diyoruz ya hani. Bir insanı gerçekten dinlerseniz, bir iki dakika içinde onun yaşamla ilgili bütün inanç kalıplarını öğrenmeniz mümkün. Çünkü kelimelerle insanlar, ‘ne’ye inandıklarını, değer verdiklerini hemen cümlelerinin içinde söylüyorlar. Sırf hipnotik dil kalıplarını iyi öğrenerek karşınızdakinin inanç sistemini de değiştirip dönüştürme şansına sahipsiniz. Mesela benim en sevdiğim şeylerden bir tanesi, “Çok merak ediyorum kalıbı!”

- Nedir çok merak ediyorum kalıbı?

“Çok merak ediyorum” diye bir şey sorduğunuzda karşınızdaki her şeyi anlatır. Sen işten geldin mesela, diyorum ki, “Damla bugün neler yaptın?” sen, “Amaan ne yaptım işte gittim geldim, röportaj filan” diyorsun. “Ya Damlacım bugün röportajda neler yaptın çok merak ediyorum” dediğinde her şeyi anlatasın gelir.

Böyle kalıplar var işte beyni uyaran, anlatmasını sağlayan. Dolayısıyla bu kalıpları öğrenmek hem kendisinin dil hazinesini genişletecek, hem de karşı tarafa soracağı soruları zenginleştireceği için daha fazla ilgi almasını ya da ikna etmek istiyorsa bir konuyla ilgili daha ikna edici olmasını sağlayacak.

Yani insan buradaki her bir sır ile başka bir sorununu çözebilir…

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

BU KİTAP, İNSANIN KENDİSİYLE HAREKETE GEÇMESİ İÇİN BİR KALDIRAÇ

- Mucizevi bir şeyden bahsediyor gibisiniz gerçekten, insan şaşırıyor…

Gerçekten öyle biliyor musun? Bunu da yazdım bir yere, o yazarın notu kısmında olabilir. İnan, kitabı yazarken, “Bak ne güzel yazıyorsun Banu, ne güzel yazıyorsun. Peki kendin yapıyor musun?” kitap da beni yazıyor, ben de kitabı yazıyorum. Şimdi mesela sana anlatıyorum ya ciddi bir şekilde, bir yandan da arkadaş olduk artık, sana anlatırken bir kez daha duyuyorum kendi sesimi. “O zaman Banu kalk sen de harekete geç, sen de hayatını dönüştür.” Kısaca, Damlacım sonsuz bir macera bu, bitmiyor. “Ben bittim, oldum” gibi bir şey yok. Ama bu ego ile söylediğim bir şey de değil tabii. Kısacası bu kitap, bir hatırlama , iyileşme kitabı olabilir kendini anlamaya, çözmeye çalışan bir insan için. Bu kitap, insanın kendisiyle ilgili harekete geçmesi için bir kaldıraç.

- Lansmanda da sormuşlardı ya size, “Merak ediyorum hayatınız mükemmel mi?” diye, o geldi şimdi aklıma…

Bak şimdi, şunu söyleyebilirim. Hayatın sence mükemmel mi, bence mucizevi! Yani şöyle mucizevi; o kadar hoşuma gidiyor ki, nefes almak, senin gelmen, bu röportajı yapıyor olmamız, bir şey başardım bir kitap yazdım bak konuşuyoruz üzerine… Ben dikkatini yöneten birisiyim. Burada da zaten dikkat yönetmeyi öğretiyorum. Dikkatini, iyi olan yanlarında, şükür edeceğin yerlerde tutarsan eğer, o zaman zaten “Nasılsın?” dediklerinde, “Mucize ötesiyim” dersin. Çünkü sırf nefes alabiliyor olduğum için, sırf bacağım olduğu için, sırf şu anda hiçbir yerim ağrımadığı için aslında mucize ötesi. Konuşuyorum, kendimi ifade edebiliyorum, sen beni dinliyorsun, beni dinleyen biri var. Senin beni dinliyor olman, benim canlı olduğumu gösteren bir şey. Demek ki saygı duyulan biriyim. Demek ki kendimi gerçekleştirdim. Bunlar insanın kendisini tam ve tamam hissetmesi için yeterli değil mi?

- Dikkati hep güzelde tutmalı! Bunu aklımızın bir yerinde tutmalı, hiç unutmamalı…

Şimdi sana, “Yok be, benim de şunlarım şunlarım eksik” dersem, dikkatimi güzel olandan alıp beynimin bir oyununa kaptırıp eksik olana götürdüm demektir. Ben mutlu muyum hayatımda? Buradaki teknikleri uyguladığımda mutluyum, uzaklaştığımda mutlu olmuyorum.

İnsan, unutan demek. İnsanın hep kendini hatırlıyor olması lazım. O yüzden birçok dinde farklı farklı kendini hatırlama uygulamaları var. Bunları uyguladığında daha büyük bir şeyin parçası olduğunu hatırlıyor, tam ve tamam oluyor. Beş vakit namaz kılınca insan, kendini kendine günde beş kez hatırlatmış oluyor. Bu kitap, kendinle bağlantı kurman gerektiğini sana hatırlatıyor.

- Zamandan bahsedelim mi biraz da? Beynimiz zamanı nasıl algılıyor?

İkinci sır temsil sistemleri, iki buçukuncu sır, zamanla ilgili ve zaman da bir temsil zihnimizde. Herkesin zihninde zaman konusu birbirinden farklıdır. Bazıları geçmişi önünde görüyor, bazıları arkasında, bazıları sağında, bazıları solunda… Geleceği önünde gören var. Şimdiki zamanı, geçmiş, gelecek zamanı aynı anda görenler var. Geçmişte yaşadığı çok büyük bir travma varsa geçmişi önünde görüyor. Çünkü travmayı önünde görüyor. Sırf onu önünden alıp arkasına koymamız, temsilinde onu önünden kaldırmamız bile karşımızdaki kişinin işine yarıyor. Çünkü fark etmeden zihinde her konuyla ilgili bir temsil var. Mesela Batılılar zamanı sıralı algılıyor. Doğulular iç içe algılıyor. Doğu kültürünün  algıladığı zaman daha çok işe yarayan bir zaman. Çünkü sürekli gelişme içinde ve geçmişin de şimdiki zamanın içinde...

- Zaman gerçekten garip bir kavram…

Zaman konusunu kimse çözmüş değil biliyorsunuz. Zamanı anlayamıyoruz. Bir tek şimdiki zaman var. Şimdiki zamana sahip olduğun zaman işine yarayacak şekilde zamanı tekrar düzenleyebilirsin. Kafanda bir kalıp olduğunu bil, bu kalıp işine yarıyor mu, yarayacak şekle nasıl dönüştürürüm? Diyelim ki çok pinti, çok kendinden kısıyor, bil ki onun gelecek zamanı çok büyük. Şimdiki zamanda çok cömert davranıyor, bil ki onun gelecek zaman algısı çok küçük; geleceği yok gibi davranıyor. Bu işine yarıyorsa bunu tutsun, işine yaramıyorsa bunu dengeye sokması için zaman algısını değiştirebilir.

- Zaman çevresini düzelttiğimiz zaman ne geçecek bizim elimize?

Yaşamınızı istediğiniz gibi düzenleyebilirsiniz o zaman.

- Peki zamanı çökertmek ne demek?

O bir tekniğin adı. Geçmişte bir yerde yaşadığımız bir travmanın bizim üzerimizde yaratığı, her o olayı hatırlayınca bedenimizde ya kalbimiz sıkışıyor, ya midemiz bulanıyor, ya boğazımız düğümleniyorsa, bil ki orada bir travma, bir sıkıntı var. Bilinç zamanı sıralı algılar. Fakat bilinçaltında zaman yok, o her şeyi şimdi oluyormuş gibi algılar. Zamanı çökertme egzersizi ise, o olayın çok önce olduğu, şimdiden bağımsız olduğunu anlamamıza yarıyor. Yani bilinçaltında olan bir şeyi bilinç üstüne çıkarıp, sorunu çözmek. Olayı yine hatırlayacağız; ama bize bir daha aynı sıkıntıyı vermeyecek. Anı duruyor, beden acıyı yaşamıyor.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

UĞRAŞIRSANIZ OLUR, OLMAZSA BANA GELİN :)

- Siz böyle anlatınca aslında mutlu olmak ne kadar kolay diyor insan…

Evet, tek tek bulup çözmek gerekiyor. Karar vermek lazım, ben bunları çözmek istiyor muyum! Bunun yanında da sürekli bedenini izleyeceksin. Bedeninizi sıktığınız anlar, o konuyla ilgili bir düşünceniz olduğunu haber veriyor. Orada çözmediğiniz bir konu var anlamına geliyor. İşte hemen orada kalkıp o sorunu çözmek için eyleme geçebilirsiniz. Bilincin örttüğü şey bedenden fışkırır. Çözmeye başlamak istersen, sebebini düşünürsen bulabiliyorsun. Onun da teknikleri kitapta. Uğraşırsanız olur, olmazsa bana gelin. (Gülüyor)

- Lansmanda insan sıkıldığını nasıl anlar diye konuşmuştuk. Onu burada biraz daha açalım mı?

Çeneni, omzunu, kalçanı, ayağını sıktığında sıkılıyorsundur. Bunlar görünen yerler tabii. Çünkü insanlar apandisitini de sıkıyor, patlıyor. Durduk yere patlamıyor. Pankreasına bir şey oluyor. Ya da kanser hücresi hepimizde var, harekete geçiyor. Artık biliniyor, büyük bir hayal kırıklığı, çok kırılmış olmak kanser hücresini harekete geçiriyor. O kadar büyük bir hayal kırıklığı ki, artık yaşamak istemiyor. Diyelim ki, bak bir deney yapılmış, kanser olan kişi belli bir zaman sonra Alzheimer oluyor. Unutmaya başlıyor. Kırıldığı konuyu unuttuğu için kanseri iyileşiyor.

- Bu durumda biz bu tekniklerle kanser hücrelerini de yenebilir miyiz?

Tabii, her şeyi. Kronik olup artık hücreyi bozarsan aşmak zor olabilir tabii. Sadece o çok üzüldüğün konuyu da bulup çözmekle başlıyor her şey.

Bütün hastalıkların duygusal sebepleri var. İnsan onları bulduğu zaman, o hastalık otomatik olarak, nasıl şeker çok suyun içinde çözülüyor yok oluyor, ne kadar olumlu düşüncelerle kendini iyileştirirsen, artık onu yok ediyorsun. Çözülüyor yani…

- Siz anlatınca çok basit gibi, ama uygulamaya kalktığımızda çok zorlayacak gibi…

Karar vermek gerekiyor; kendimin en iyi haline gelmek istiyor muyum? Konuşurken “ama” diyoruz ya, o kelimeyi de hayatımızdan çıkarmak gerekiyor. Kelimelerle ilgili de bir bölümümüz var.

- Evet, o bölüm de çok ilgimi çekti. Yeri gelmişken biraz ondan da bahsedelim mi?

Mesela en az 21 gün, kendi kelime kalıplarını fark edip, o kelimeleri hayatından çıkarmak. Örneğin para ile ilgili sorunu var birçok kişinin, kredi açmazları, borçları var. Her günün bunla yatıp bunla kalkıyor. Hep bu kelimeler var zihninde. Düşüncenin yapı taşı ne; kelimelerle düşünüyoruz. İnsan, konuşan ve düşünen bir hayvan! Kelimelerinde sadece para, borç, kredi kelimelerini 21 gün kullanmadığında, artık o konuların hayatından çıkmaya başladığını ve direkt çözüme yöneldiğini görmeye başlıyor.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

BİZ BURAYA ÖĞRENMEYE GELDİK

- “Ne isterseniz onu değil, neyseniz onu çekiyorsunuz.” Bu cümle çok çarpıcı olanlardan biri; bunu da konuşalım mı?

Frekansını değiştirme konusu…

Öncelikle bilinmesi gereken şey, duygular bulaşıcıdır ve bir duyguyu hissediyormuş gibi yaparak, karşı tarafın bu duyguyu hissetmesini sağlayabilirsin. Sadece ‘’mış gibi” yaparak bile karşı tarafa o duyguyu bulaştırabilirsin. Yani ben korkuyor olduğumda sen de korkuyorsun. Neden korktuğunu bilmiyorsun; ama ilkel zamandan bir şey. Eski zamanda benim korktuğumu sen görünce anlıyorsun ki burada aslan, kaplan var sen de harekete geç. Fakat şimdi bu güvenli ortamda korktuğumda sanal bir korku var. Yine de sana da bulaşıyor. Bir şeyden korkuyorsun ya da tedirgin oluyorsun; ama neden olduğunu anlamıyorsun. Ben burada çok mutluyum, hahaaah diye kahkaha atsam sen de gülmeye başlıyorsun. (Gülüyoruz.) Dolayısıyla mutlu olduğun anları ve ideal benlik imajını hatırlayıp titreşimini değiştirebilirsin. Titreşim değiştiğinde karşı taraf da senin o yanını görüyor. Mesela öyle bir söz vardır, evlenmek isteyen hanımlar, beyler için. Gülerken onu beğeniyor, dans ederken beğeniyor, mutlu halindeyken ona aşık oluyoruz biz. Yani titreşimi yüksek olduğu zamanlar bizim, onu sevdiğimiz, beğendiğimiz anlar. Dolayısıyla bir süre o halimizi hatırlamak bile sizin titreşiminizi değiştirip etrafınızdaki algılarınızı o yöne doğru görmenizi sağlıyor.

- Bu nasıl bir süreç peki? Beynimizde neler oluyor?

Saniyede 2000 data geliyor bize ve biz bunun bininde işlem yapabiliyoruz. Dolayısıyla eğer beyninizde titreşiminizi yüksek tutarsanız algılarınızda da o istediğinizi şeyi görmeye başlıyorsunuz. Dedik ya “Dikkat neredeyse enerji oradadır” diye dolayısıyla senin dikkatin sadece olumlu ve hedefine giden şeyleri artık görmeye başlıyor. Bunun da sebebi sen bilinçli zihnine hedefini yerleştirmiş oluyorsun, o bilinçaltına mesaj veriyor. Bilinenin tersine bilinçaltına bir şey gömmek yerine bilincine bir şey gömmen gerekiyor. Bilincin, bilinçaltına inandırıyor onu. Yani bizim bütün inançlarımız, bilinçli zihnimizde oluşup bilinçaltımıza yerleşiyor. Bilinçli zihnimizle beş kere bardak kırıyoruz, sonra bilincimize diyoruz ki “Ben sakarım”, onu bilinçaltına gönderiyoruz. Sonra da diyorsun ki “Ben sakarım”. Bunu böyle doğuştan sen sakar doğmuşsun gibi söyleyiveriyorsun. Halbuki bu inancı buraya yerleştirenin kendin olduğunu unutuyorsun ve bunu fizik bilgisi gibi, temel bilimler, pozitif gerçeklik gibi kabul ediyorsun. Halbuki sen beş kere kırdın, on kere de kırmadın. Dikkatini kırmadıklarında tuttuğunda o zaman kendinle ilgili inancını değiştirebilirsin.

- Burada da bir örnek versek mi?

Şanslıyım ve şanssızım diyen insanlar vardır ya. Böyle diyen insanlar arasında bir araştırma yapılmış. Asansör beklerken bin kişi diyor ki “Bana hep asansör gelir”, bin kişi de diyor ki “Ben hep asansörü beklerim”. İki tarafa da bakıyorlar. Şanslıyım diyene yüzde 50 asansör geliyor, şanssızım diyene de yüzde 50 asansör gelmiyor. Şanssızım diyenler gelmeyen asansörü görenler, şanslıyım diyenler gelen asansörleri görenler. Yani bilimsel olarak ikisi eşit!

Bir başka araştırma da şöyle: Gözleri bağlı basket attırılıyor. Alkışlanınca attığını düşünüyor. Gözleri açıkken daha fazla atıyor. Profesyonel birini gözleri bağlıyken alkışlamıyorlar, gözleri açıkken atamıyor.

Bununla ilgili o kadar çok deney var ki, iki IQ’su eşit sınıf seçiliyor. Bir sınıftaki çocuklara ne kadar başarılı, ne kadar iyi oldukları sürekli söyleniyor. O çocuklar daha başarılı oluyor. Öbür sınıftakilere de “Yapamıyorsunuz, edemiyorsunuz!” Onlar, verilen derslerden daha düşük puan alıyor. Dolayısıyla biz sözlerden kelimelerden çok etkileniyoruz ve iç konuşmalarımız var bizim. İnsan iç konuşmalarını kendi istediği gibi değiştirip dönüştürdüğünde o zaman yeni kendini yaratma şansına sahip oluyorsun.

- İç konuşmaları fark ettikten sonrası peki?

İç konuşmaları fark ettikten sonra görüntüleri, dış sesleri, hani diyorlar ya hep artık, “Etrafında seni düşürecek insanlar tutma!” Niye diyorlar onu, kralların bile dalkavukları var. Neden tutuyor onu, adamı pohpohluyorlar. Ya da popstarların yanında “Yaparsın, edersin” diyen insanlar var. Dolayısıyla seni destekleyen, o titreşimi yüksek insanlarla beraber ol. Böyle bir şansı yok tabii herkesin. O kişi kim olacak? Kendimiz olacağız. Kendimizi içeriden hep pohpohlayıp, kendimizi suçlamamamız gerekiyor. Çünkü hiç öyle suç diye bir şey yok, ceza da yok. Biz buraya öğrenmeye geldik. Sadece tam ve tamam olduğumuzu hatırlamamızla ilgili bunlar. Kitapta da bunu anlatıyorum; aslında tam ve tamamız, sadece bizde fazlalıklar var. Fazlalıklar ne? Korkularımız, kaygılar, belirsizlikler… Bunlardan arındığımızda o zaman tam ve tamam oluyoruz. Eksik değiliz yani biz, bizde fazlalık var. Onlar gittiğinde harika alıyoruz.

Ya da şöyle bir örnek vereyim. Yüz mumluk bir ampulsün. Tozlanmış etrafın, tozu silmek gibi düşünülebilir. Tozu sildiğinde çok daha fazla ışık veriyorsun. Bu kitap, bu işe yarıyor diyebiliriz…

: Teşekkür ederim.

Banu Gökcül: Ben teşekkür ederim.

Banu Gökcül, Süper Beynin Sırları’nı açıklıyor

Banu Gökcül’e ulaşabileceğiniz adresler:

www.akarma.com.tr

www.banugokcul.com

https://www.youtube.com/user/alfafrekans

www.alfafrekans.com

https://www.facebook.com/banu.gokcul.5

https://twitter.com/banugokcul

https://www.facebook.com/groups/beyinfrekansteknolojisi

https://www.linkedin.com/profile/view

*

Instagram: biyografivekitap