Caner Alper: Düşünsenize bir hayata iki tane, üç tane hayat sığdırabilirsiniz
Özel İçerik

Caner Alper

Caner Alper ile sohbetimiz bugün de devam ediyor. İşte ikinci kısım…

NE OLURSAN OL, SIRADAN OLMA


- Filmleriniz bol ödüllüydü doğrusu. Kitaptan da ödül beklentiniz var mı?

Ben kitap dünyasını ve ödüllerini çok takip etmiş birisi değilim. Öyle bir hayalim de yok. Hiç aklıma da gelmedi siz bu soruyu soruncaya kadar. Kitabın daha çok okunmasına vesile olur, güzel olur. Biz çok ödül aldık filmlerimizden. İki filmimizden (Zenne, Çekmeceler) toplamda herhalde 50’ye yakın ödül aldık. Bunların çoğu oyuncularımıza, sanat ve görüntü yönetmenlerimize, müzisyenlere gitti; çok gururlandık. Çünkü siz filminizi piyasaya çıkardığınızda, belli bir gişe yaptığında, karşılığını verdiğinde yönetmen olarak bütün o röportajlara, programlara vs. katıldığınızda, alkışlandığınızda sizin ödülünüz geliyor. Ama oyuncu arkadaşlarım, diğer iş arkadaşlarım, onlar da karşılığını en azından ödülle buldukları zaman, çok mutlu oluyoruz.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

- Kitapta annenizin şöyle bir cümlesi var: Ne olursan ol, sıradan olma! Çocukluğunuzda ve şu anda da aynı şeyi hissedebiliyor musunuz bu cümleye karşı? Ya da ne değişti?

Hiçbir şey değişmedi. Bence, ben sıradan olmadığımı hissettiğim için söylediği bir cümleydi o. Eğer o cümleyi herkes sarf ediyor olsaydı öğüt gibi, abime de ederdi veya kuzenime de, tanıdığı başka çocuklara da… Sıradan olmak zordur. Farklı bir insan, başka bir insan olduğumu bildiğinden bu sözü yalnızca bana söylüyordu. Kılığım, kıyafetim, yediğim, halim, tavrım, ona yakınlığım, ona uzaklığım, her şeyimle benim, tanıdığı diğer insanlardan veya gelişimine tanık olduğu diğer çocuklardan farklı olduğumu biliyordu. Onu, bana belki de güç vermek için söylüyordu: Sıradan olmadığın için üzülme, demek istiyordu, belki de. Ben de sıradan olamadım, mavi gelinlik giydim.

Ben o evden çıkıp hayata atıldıktan sonra, Mehmet’le tanışınca bazen sosyal uyum yapıp herkes gibi davranmaya çalıştığım zamanlarda –çünkü farkında olmadan sosyal uyuma kaptırıveriyorsunuz kendinizi– bu defa da Mehmet’ten aynı uyarıyı aldım. “Sana sıradan şeyler yakışmıyor. Dikkat et böyle yapma!” dedi. Biri gitti, diğeri geldi yani; çok mutluyum. (Gülüyor.)

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

DÜŞÜNSENİZE BİR HAYATA İKİ TANE, ÜÇ TANE HAYAT SIĞDIRABİLİRSİNİZ


- Aileden vazgeçilmiyor değil mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yani doğduğunuz aileden vazgeçebilirsiniz; ama insan galiba tüm yalnızlıkların içinde de kimi zaman belli bir aileye, o ailenin sıcaklığına, sizi karşılamasına, sahip çıkmasına, destek olmasına, sırtınızı sıvazlamasına, size sevdiğiniz yemekleri yapmasına filan ihtiyaç duyuyorsunuz. Benim ailem galiba zaman içinde farklılaştı. Çok yakın arkadaşlarım oldu, evlerine annemin babamın evinden daha rahat girip çıktığım, daha rahat ettiğim, bana kendi çocukluğumdaki lezzetleri vermeye çalışan, belki de beni onlardan daha sıcak kabul eden, sıkıntılarımla gözyaşı döken, sevinçlerimle mutlu olan, festivallerde, ödül törenlerinde, konferanslarda gelip destek veren, yakınlıklarını, samimiyetlerini hissettiğim o kadar insan oldu ki etrafımda… Galiba aile çemberim yer değiştirdi. Çocukluğumu, biyolojik ailemle geçen yıllarımı özlüyor muyum diye soruyorsanız, hayır.

İnsan doğduğu ülkeye, şehre, dile, tatlara, dostlara bir gün gelip veda edip, başka bir yerde yeniden başlayabilir. Bu çok da iyi olur açıkçası. Düşünsenize, bir hayata iki tane, üç tane yeni hayat sığdırabilirsiniz.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

BENİMLE HİÇ ALAKASI YOKTU


- Peki mühendislik nasıldı?

İğrençti. (Gülüyor.)

- Mühendislik yaptınız değil mi?

Yaptım, maalesef. Tekstilde çalıştım endüstri mühendisi olarak, Bağcılar’da, Merter’de bir fabrikada. Çok geçimsiz, huzursuz, mutsuz bir patronum vardı. Yıllarca onu sadece maddi değil, manevi katkılarla da mutlu etmeye çalıştım. Sonra dayanamayacağımı hissettim. Gün geldi işi bıraktım ve çok mutlu oldum. Önce onu bıraktım, daha sonra da tekstili komple bıraktım. Mühendisliği ne okurken ne icra ederken sevdim. Benimle hiç alakası yoktu.

- Sonra hemen sinema mı peki? Nasıl oldu devamı?

Hayır, yazmaya başladım. Bugün Bizde Temizlik Var’ı yazdım. Dergilerde yazmaya başladım. Ondan sonra belgesel yapmaya başladık. Montaja merak sardım. Çünkü montaj sırasında elinizle birtakım görüntülerin veya seslerin yerini değiştirdiğiniz zaman hikâye apayrı yerlere gidiyordu. Yazıda ona o kadar hâkim değildim o dönemde. Montaj sayesinde onu da öğrendim.

- Size katkısı çok büyük belli ki…

Ben yazmayı seviyordum, okumayı seviyordum. Ama karanlıkta ilerliyormuşum meğer. Birtakım senaryo kurslarına, üniversitede kreatif yazarlık derslerine girdikten sonra, benim odam, salonum, koridorum aydınlandı ve ben birdenbire gitmek istediğim yönü görür oldum. Bütün detayları daha hızlı sezer oldum. Daha hızlı ve kendine güvenli ilerler oldum. O zaman daha fazla üretim yapmaya başladım. İyi ki de diyorum şimdi.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

AMACIM BU DEĞİLDİ, GÜZEL BİR KİTAP YAZMAKTI


- Yetenek sizce yeterli mi? Ya da ne kadar önemli?

Derler ya, “Hiç eğitimini almamış, doğuştan yetenek!” Ben bunun hiç değerli ve geçerli bir söz olduğuna inanmıyorum. İstek çok önemli; ama teknik bilgi ve disiplin de aynı şekilde. Öğrenme hızlarımız farklı, evet ama yetenek diye bir şey yok. Ama bunun içinde hangisi önemli diye soracak olursanız, hepsi eşit derim.

- Kitabınız kimlere ulaşsın, en çok kimlere dokunsun istiyorsunuz?

Kitap 15 gündür piyasada. Aldığım mesajlara göre, aslında hiç hayal etmediğim bir geri dönüş var. Öğrenme güçlüğü çeken çocuğuna eziyet eden anneden, büfesindeki fotoğrafların duruş sırasını hiçbir zaman hesap etmemiş bir kayınvalideye, çocuğuna sert davranmış, ona okumak istemediği bölümü okutmuş bir babaya, pek çok aynı dertleri yaşamış arkadaşıma, benim hikâyemi çok fazla bilmeyen, neşeli, şen şakrak, hoşsohbet, hiçbir şeyi dert etmeyen başarılı, zeki, arkadaş olarak görmüş, gerçeğin yüzünü öğrenememiş arkadaşlarıma kadar okuduğu anda madalyonun diğer tarafındaki bambaşka Caner’i tanımış oldular. Bunların hepsi bana ulaşan mesajlardı ve beni memnun etti. Amacım bu değildi, güzel bir kitap yazmaktı. Ama bu da ekstradan ödülü oldu işin.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

FOTOĞRAFTA GÜLMEK ADETTENDİR


- Konuşulmayan yaralar kapanmıyor derler ya hani, hiç konuşamadığınız ama yazdığınız ve kitaba almadığınız bir anı da var mı?

Yok. Yani yazıp bunu koymayayım dediğim bir şey olmadı. Bu kitabın konsepti gereği aklıma gelen her şeyi tüm açıklığıyla yazdım. Bundan daha ötesi estetik olmazdı, belki benim özel hayatıma girerdi. Kimi aile sırlarını açık ettim. Onlar benim sırlarım ya da özel hayatım değildi.

- Onlardan tepki gösteren oldu mu?

İsimlerini değiştirdim. Şimdiye kadar adı geçen kişiler kitabı okuduktan sonra, özür dilemenin dışında negatif bir tepkiyle dönmediler.

- Çok güzel fotoğraflar da paylaşmışsınız kitapta. Hepsinde gülüyorsunuz. Böyle fotoğraf kareleri bizi kandırıyor, aldatıyor olabilir mi?

Fotoğrafta gülmek âdettendir, gülümseyin derler, öyle yaparız. Yani muhtemelen seçtiğim fotoğraflar bu hissi veriyor. Güzel olanları seçmişimdir. Olmayanları da çoktan yırtıp atmışımdır. Onunla alakalıdır. Kimi zaman çirkin, üzgün çıktığımız da olur; onlara yer vermedim.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

BAZI YAZARLARIN BAZI KİTAPLARINI ÇOK SEVİDİM


- Sizi en çok hangi yazarlar etkiliyor? Kimleri okumayı seviyorsunuz?

Ben mutlak bir yazardan ziyade, bazı yazarların, bazı kitaplarını çok sevdim. Sevdiğim yazarların kitaplarının hemen hepsini okumakla birlikte mesela Orhan Pamuk’un “Beyaz Kale, Kara Kitap, Kar, Yeni Hayat”ını çok seviyorum. Dönüp dönüp okuduğum Kara Kitap’ın köşe yazısı bölümlerini –Celal Salik adı altında bir köşe yazarının yazdığı bölümleri– ayrıca severim. Elif Şafak’ın “Bit Palas”ını çok beğenmiştim. Murathan Mungan’ın bazı kitaplarını döner yeniden okurum. Küçük İskender’in kimi şiirlerini çok severim. Kimi zaman plajdaysam, daha hızlı bir şeyler okumak istiyorsam Da Vinci Şifresi gibi macera romanları, fantastik romanlar da okuyorum. Elbette Latife Tekin’e bayılıyorum. “Sevgili Arsız Ölüm”ünü bu geçtiğimiz yaz yeniden okudum. Kimi zaman işim gereği tiyatro oyunu ya da senaryo okuyorum. Sevdiğim bir filmin senaryosunu okuyorum, ne gibi değişiklikler yapıldığını anlayabilmek için...

- Senaristler ve yönetmenler için de böyle mi düşünüyorsunuz?

Senaristler ve yönetmenler için de evet, böyle. Şu aralar mesela Alfonso Cuaron seviyorum. “Roma”sı olağanüstü bir film. Bence bu yılın en iyi filmi. Birkaç yıl önce yaptığı “Gravity”de (Yer Çekimi) de çok keyif almıştım; ama kat ettiği yol olağanüstü. Bertolucci’nin (Bernardo) “1900”ünü, “Paris’te Son Tango”sunu, “La Luna”sını seviyorum; onu geçtiğimiz günlerde kaybettik maalesef. Pasoli’nin (Pier Paolo) kimi filmlerini etkileyici bulmuştum. Jim Jarmush’un “Stranger Then Paradise”ını çok severim. Türklerden tabii ki Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”suna hayran olmuştum. Kadife gibi bir filmdi. Zeki Demirkubuz’un “Kader ve Masumiyet”ine her denk gelişimde seyrederim. Onur Ünlü’nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi”sini çok sevdim. Pedro Almodovar’ın ilk dönem filmlerini çok seviyorum. Mesela “Tutkunun Kanunu, Yüksek Ökçeler”. Bu yıl Paul Dano’nun ilk yönetmenlik denemesi “Wild Life”yi sevdim. Galiba şu aralar aklıma takılanlar bunlar.

- İlki hangisiydi?

İlk izlediğim ve çok etkisinde kaldığım film, Allan Pakula’dan “Sofi’nin Seçimi”ydi. Meryl Streep, Kevin Kline… Çok etkilenmiştim. Orada da, –sanırım Temiz Aile Çocuğu’na da geri dönebiliyorum burada– bir annenin toplama kampında bir Alman asker tarafından “Çocuklarından birini seçebilirsin, diğerini alacağız” dediği anda, çocukları arasında tercihe zorlanması beni çok etkilemişti. Belki de annem acaba beni mi tercih ederdi, koruma güdüsüyle ya da beni sakat gibi hisseder, abimi tercih edip beni mi verirdi diye düşünmüştüm o zaman herhalde. İlk aklıma gelen her defasında bu film olur. Ondan sonra da diğerleri çıkar ortaya…

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

BİRKAÇ KİTABI AYNI ANDA OKURUM


- 3 sözcüğüm var. Sizde tek kelimeyle neyi karşılıyor, söyler misiniz?

Hayat: Sinema

Acı: (Düşünüyor.) Adana Kebap

Aşk: Mehmet

- Şu an hangi kitabı okuyorsunuz? Tavsiye eder misiniz?

Şu an Ercan Kesal’ın, Metin Erksan ile anılarını okuyorum. Ercan Kesal’ın Peri Gazozu’nu çok sevmiştim. Diğer kitaplarından açık ara çok daha samimi, Temiz Aile Çocuğu’nun samimiyetini andıran dili beni çok etkilemişti. Mine Söğüt’ü çok seviyorum. Onun her kitabını alıp okuyorum son dönemde. Sevgili Nilüfer Açıkalın, bana dün hikâye kitabını verdi, Hüzün Süpüren’i okuyacağım. O da başucumda duruyor. Birkaç taneyi aynı anda okuyorum şu anda.

- Böyle mi rutininiz normalde de? Aynı anda mı okursunuz?

Tabii, dergi de okurum mutlaka. New York Times Pazar’ı neredeyse salı, çarşambaya kadar okuyoruz. Hollywood Reporter okuyorum. Film sektörü için önemli olayları kısa da olsa anlatıyor. Hep başucumda bir kitap oluyor. Didier Eribon’un, babası öldükten sonra eve geri dönüş günlerini anlattığı kitabını okuyorum ara ara. Birkaç kitabı aynı anda okurum, sıkıldıkça diğerine geçerim.

- Hangi dergileri takip ediyorsunuz? Türkiye’den var mı, internet üzerinden vs.?

6-7 yıldan beri Türkiye’de olmadığım için mümkün olduğunca oraya adapte oluyorum veya burada okumam gereken bir şey varsa sağ olsun Zeynep Avcı bana link atıyor, oradan takip ediyorum. T24, Cumhuriyet… Gönderilen her şeyi mecrası ne olursa olsun okumaya çalışıyorum. Çok da nerede çıktığına filan bakmıyorum.

Caner Alper, Temiz Aile Çocuğu röportajı

BUNLARIN COPYRIGHT’INI ALDINIZ MI


- Size yazdıklarını gönderen oluyor mu?

Çok geliyor. “Şöyle bir anı kitabım var, bakar mısınız? Film olur mu? Senaryo yazdım bakar mısınız? Kısa hikâyelerim var, senaryolaşır mı?” vs. Pat diye e-mail düşüyor. Öncelikle copyright itibariyle çekiniyorum. Yarın öbür gün, bir benzerlik olabilir ve “ben ona e-mail atmıştım, geri dönmedi, almış, okumuş, çalmış” konumuna düşmek istemiyorum.

- Bu konuda ne yapıyorsunuz?

İlk yaptığım iş, tanıdığım biriyse, “Bunların copyright’ını aldınız mı?” diye sormak. Şöyle cevaplar geliyor: “Aman ne yapıyorsunuz canım, ne copyright’ı?” Düşünebiliyor musunuz, bir yönetmen ve yapımcıya senaryonuzu gönderiyorsunuz, onun güvencesini dahi almamışsınız.

- Bir öneriniz olur mu, insanlar ne yapmalı?

Benim yazdığım romanı, bir başka yazar tanıdığım çaldı. Çok bilindik, Türkiye’de çok roman yazmış, çevirmiş birisi, romanımın içindeki ana fikri bundan on yıl önce çatır çatır çaldı. Onun için birine göndermeden önce garantiye alın.

- Roman tuttu mu?

Hiç öyle ahım şahım tutmadı. Çaldı, çaldığını bile kanıtlayamadım. Bu romanı daha önce okuyan yakınımdaki insanlar bildiler; onun dışında kimseye söylemedim. Ha, o fikrin geldiği yerde başka fikirler de var. Çok ahım şahım bir fikir de değildi doğrusu. Ama insan kendi yazdıklarını bir başkasının kitabında cümle cümle, paragraf paragraf görünce tuhaf oluyor… İmla hatasını bile kopyalamıştı.

- Peki gelelim önerinize…

Şöyle bir şey yapabilir genç yazarlar, yazdığı bir şey varsa, birilerine okutmadan önce, bunu basıp kapalı bir zarfın içinde kendine postalasın. Zarf eline geldiği zaman kapalı olarak kaldırsın. Bu en iyi yoldur. Yarın öbür gün birini mahkemeye verirseniz, elinizde kanıtınız olur. Bu en ucuz copyright yoludur.

: Teşekkür ederim.

Caner Alper: Ben teşekkür ederim.

*

Instagram: biyografivekitap