Kırım Sürgünü'nün tanıkları, yaşadıklarını anlattı
AA

Sürgünden sonra adi Selo Zelenoe olarak değiştirilen Kırım'ın Tatarosman köyünde doğan bugün New York'un Brooklyn bölgesinde yaşayan 90 yaşındaki Dilaver Mustafaev, o dönem köyde 33 ailenin yaşadığını ve ailelerin de tarımla uğraştığını aktardı.

Mustafaev, Rus askerlerinin 18 Mayıs 1944'te sabaha karşı köylerine baskın yaptığını belirterek, şunları söyledi:

"14-15 yaşlarındaydım. Sabaha doğru karanlıkta kapıyı kırar gibi açarak üç silahlı asker içeri daldı. Annem, babam ve 3 kardeşim, korkuyla yataklarımızdan fırladık. 'Size 15 dakika müsaade, alacağınızı alın, evi boşaltın!' diye bağırdılar. 'Bizi nereye götürüyorsunuz?' diye sorduk. 'Kırım halkı Sovyetlere ihanet etti, buradan gidiyorsunuz!' dediler, başka bir bilgi vermediler. Annem ağlıyor, hepimiz şaşkınız, asker 'hadi hadi!' diye sıkıştırıyor, dakika sayıyor. Yanımıza kuru erik, fındık, ekmek gibi alelacele elimize geçen şeyleri aldık, çıktık. Ardımızdan kapıyı çivilediler, o evden son çıkışımız oldu."

Kırım Sürgünü'nün tanıkları, yaşadıklarını anlattı

"HAYVAN TAŞIDIKLARI VAGONLARA BİNDİRDİLER"

Askerlerin köyde yaşayan herkesi köyün kenarındaki tütün ahırında topladığını kaydeden Mustafaev, yaklaşık 100 askerin de kaçmasınlar diye etraflarını sardığını anlattı.

Mustafaev, şöyle devam etti:

"Orada bizi bir-iki saat gün ağarana kadar tuttular. Sonra askeri kamyonlar geldi. Bizi iğne atsan yere düşmeyecek şekilde kamyonlara sıkıştırıp tren istasyonuna götürdüler. Eski, köhne, paslı, leş gibi kokan iki katlı hayvan taşınan vagonlara doldurdular. Çocuklar, kadınlar, hastalar ilk kata, bizler de eğilerek ikinci kata çıktık. Başka köylerden getirdikleri Tatarları da boş buldukları yerlere tıktılar. Ve akıbetimizin ne olacağını bilmediğimiz yolculuk başladı."

Kırım Sürgünü'nün tanıkları, yaşadıklarını anlattı

2-3 GÜNDE BİR, KÖMÜR KOVASINDAN ÇORBA İÇTİK"

Yaklaşık bir ay vagonlarda yarı aç yarı tok yolculuk yaptıklarını dile getiren Mustafaev, "Yolda yemek yok, 2-3 günde bir kömür kovasından bir bardak çorba verdiler. Tren şehirlerde ve normal istasyonlarda bizi kimse görmesin veya kaçmayalım diye durmuyor, çölde, ıssız açık alanlarda duruyordu. Açlıktan, hastalıktan, havasızlıktan yolda birçok insan öldü." diye konuştu.

Mustafaev, yolculuk sırasında vagonların rastgele, bir kısmının Özbekistan'a diğerlerinin de Sibirya'ya götürülmek üzere ayrıldığını, aynı vagon içinde olmayan aile ve akrabaların birbirinden koparıldığını belirtti.

Kendi vagonlarının Özbekistan'a devam ettiğini aktaran Mustafaev, "Bizi Özbekistan'ın yaşaması en zor ve kötü yerlerine götürdüler. Köylerden geçerken muhtarlar gelip tarlada çalıştırabilecek kişileri seçip ayırıyordu. Çocukları yaşlıları istemiyorlardı ama çoğumuz ya yaşlı ya da çocuktuk, gençler ve büyükler zaten Sovyet ordusunda askerdi, harpteydi." dedi.

Mustafaev, Özbekistan'ın o zamanlar Golodnaya bozkırı denilen Mirzachul bölgesindeki Rodina çalışma kampına götürüldüklerine işaret ederek, "Çöl gibi kuru çatlak toprağı olan, etrafta kimsenin yaşamadığı, kapısı penceresi olmayan kamıştan yapılmış barakaların olduğu bir yerdi. Buralara pamuk ekmek istiyorlarmış, kanallarla su getirmişler ama insan yok, bizi köle gibi çalıştırmak için getirmişler." diye konuştu.

Yaklaşık 60-70 kişi kaldıkları kampta kamıştan yatak ve ev yaptıklarını anlatan Mustafaev, Ruslara çalışan Özbek polislerin de başlarında "gardiyan" gibi beklediğini söyledi.

"ÖLÜLERİMİZİ ÇAKALLAR YEDİ"

Mustafayva, köyün adeta "cezaevi" gibi olduğunu ifade ederek şunları kaydetti:

"O köyden çıkmak yok, her akşam buradayız diye imza atıyorduk, diğer köylere cenaze için bile gidemiyorduk. Ayrı köylere düşen akrabalar birbirini göremiyordu. Sabahtan akşama her gün pamuk tarlalarında çalıştık. Sıtma, açlık, hastalıklardan kırılmaya başladık. Neredeyse her gün bir iki cenaze gömüyorduk. Halsizlikten kuru toprakta derin mezar bile kazamıyorduk. Bozkırda çok çakal vardı, mezarlığın etrafında dolaşırlar, cenazeden sonra toprağı eşeleyip ölüleri yerlerdi."

30 aile geldikleri köyde 3 aile kaldıklarına dikkati çeken Mustafaev, sürgün kararı alan Sovyet lider Josef Stalin ölene kadar kimsenin o köylerden dışarı çıkamadığını ancak 1953'ten sonra Taşkent’e kaçabildiklerini dile getirdi.

"BİR HALK, TEK KURŞUN ATILMADAN YERYÜZÜNDEN SİLİNDİ"

Mustafaev, çalışma kampını ayrıldıktan birkaç yıl sonra ziyaret ettiğini anlatarak, "Yıllar sonra mezarlığa gidip dua edeyim diye Rodina'ya vardığımda orada yaşayan tek bir kişi bulabildim, bana mezarlığı sürüp pamuk tarlası yaptıklarını anlattı, kemikler ortalığa saçılmıştı. Ruslar, tek kurşun atmadan Tatarosman halkını yeryüzünden sildi." diye konuştu.

Kırım halkının, Yahudilerin uğradığı soykırımdan çok daha ağır şeyler yaşadığının altını çizen Mustafaev, "Bizim nüfusumuzun nerdeyse yüzde 80'ini 90'ını yok ettiler. Yahudiler 2. Dünya Savaşı yıllarında uğradıkları zulümden dolayı el üstünde tutuldu ama bizim Kırım Tatarlarını hatırlayan olmadı, özgürlükleri ve toprakları geri verilmedi, hep hor görüldüler hala da hor görülüyorlar." ifadelerini kullandı.

"BABAM, ELİNDE FOTOĞRAFLARLA BİZİ SOKAK SOKAK ARAMIŞ"

Mustafaev'in eşi 84 yaşındaki Zehra Mustafaeva da sürgün sırasında 9 yaşında olduğunu anımsatarak, bunun sürgün değil "zulüm" olduğunu vurguladı.

Zehra Mustafaeva, zorla bindirildikleri trenlerde, parmaklıklardan nerdeyse dışarıyı hiç göremediklerini, açlık ve hastalık yüzünden ölenlerin ise vagonlardan atıldığını söyledi.

Eşi gibi kendi ailesinin de Taşkent'e yakın bir yere bırakıldığını belirten Mustafaeva, babası yanlarında olmadığı için aç ve susuz ortada kaldıklarını anlattı.

Mustafaeva, şöyle devam etti:

"Sürgünden hemen sonra babamın Sovyet ordusunda görevine son verildi. Kırım'a gelince ona da 24 saat içinde burayı terk edeceksin demişler, Özbekistan'a sürgüne gönderildiğimizi öğrenince, Taşkent'e bizi aramaya geldi. Elinde fotoğraflarımız aylarca bizi sokak sokak sorarak buldu. Eğer bizi bulamasaydı, açlıktan ölürdük. Babam Sovyet ordusunda savaştığı için biraz daha tolerans tanıdılar, Taşkent'in biraz daha kuzeyindeki Çirçik'te bir ev ve iş bulup yerleştik."

"TATARIM DİYE TAPU VERMEDİLER, 2. SÜRGÜNÜ YAŞADIM"

Eşi ile görücü usulü evlendikten sonra 1958'de Semerkant'a taşındıklarını aktaran Mustafaeva, küçük kızının sağlık durumu nedeniyle 1977'de kızıyla Kırım'a döndüğünü ifade etti.

Mustafaeva, şunları kaydetti:

"Küçük kızıma hastalığından dolayı Özbekistan havası yaramıyordu. Büyük kızım tıp okuyordu, onu okulda, eşimi Semerkant'ta bıraktım, 11 yaşındaki kızımla Kırım'a giderek Sakı bölgesi Molochnoe köyünde bir tanıdıktan ev aldım ama Tatar olduğum için yetkililer evin tapusunu vermediler. Köyün muhtarı ve polis, 'senin burada iznin yok, git buradan' diye beni kovmak istedi. Benden başka Tatar yoktu. Bir gün 9 kişi gelip bizi zorla evden çıkardı. Eşyalarımızı toplayıp otobüse attı, bizi tren istasyonuna götürüp bıraktılar. Hakkımı aramak için çalmadığım kapı kalmadı, Moskova'ya kadar gittim. Semerkant'taki eşimi bile, 'hanımını geri çağırmazsan, seni işten, büyük kızını da tıp okulundan atarız' diye tehdit ettiler. 7 ay mücadeleden sonra parasını ödediğim evi orada bırakarak geri dönmek zorunda kaldım, ikinci defa sürgün yaşadım."

"KIRIM'DAKİ EVLERİMİZİN HEPSİNE RUSLAR OTURMUŞ"

1991'de, Sovyetler'deki Perestroyka dönemindeki yumuşamayla Kırım'a ilk sürüldükleri evleri görmeye giden çift, sözlerini şöyle tamamladı:

"Hepsine Ruslar oturmuş, etrafta bir tane Tatar kalmamış. Oralardan bir yer alalım istedik ama kesinlikle olmaz dediler. 1999'da ABD'de dişçi olarak yaşayan kızımızın yanına göç ettik, o zamandan beri de buradayız."

KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ

Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Josef Stalin'in emriyle 18 Mayıs 1944'te Kırım Yarımadası'nda yaşayan Kırım Tatarları, Özbekistan, Sibirya, Kazakistan gibi Orta Asya içlerindeki bozkırlara ve oblast denilen yönetim bölgelerindeki çalışma kamplarına sürüldü.

Kamuya açık kaynaklarda rakamlar değişiklik gösterse de 200 binden fazla Kırım Tatarının 2 gün içinde evlerinden çıkarılarak sürüldüğü, kötü ve çetin yol şartları nedeniyle açlık, susuzluk ve hastalıktan yaklaşık yarısının yollarda hayatını kaybettiği, sürgün yerine ulaşanların da aynı şekilde yarısına yakının kötü yaşam şartlarından dolayı öldüğü ifade ediliyor.

Tatarların, 1953'te Stalin'in ölümüne kadar sürgün yılları boyunca Sovyetler Birliği içinde Gulag sistemi olarak bilinen büyük ölçekli projelerde zorla işçi olarak çalıştırıldığı belirtiliyor.

Haber Kaynağı: Anadolu Ajansı (AA)