Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi
Özel İçerik

Vakanüvis yazdı;

Makyaj, kadınlar için bugünün vazgeçilmezlerinden ama daha 250 yıl önce İngiltere’de “makyajla baştan çıkarma” yöntemiyle başlayan evliliğin batıl sayılacağına hükmeden bir yasa çıkartılmıştı. Yasada; kadındaki parfüm, saç boyası, takma saç ve protez dişle kurulan evlilikte kadının, “aldatma ve büyücülüğe karşı yasalar”la cezalandırılmasını öngörüyordu.

PUDRALAR ÇİNKODAN, OJELER SELÜLOZDAN, BENLER LADEN ZAMKINDAN

Hal böyle olsa da, elbette kadınlar tarih boyunca güzelleşmekten vazgeçmedi. Eski Mısır’da kadınlar yanaklarına kırmızı boyalar sürüyor, göğüslerini maviye boyuyorlardı. Eski ve Yeni Roma’da kadınların dişlerini "afedersiniz" idrarla beyazlatmaları yaygındı. Afrika ve Asya’da kulak memelerini geniş halka haline getirme, metal kalıplarla boyun uzatma, ayakları cendereye alıp (Çin) küçültme hep “güzelleşme” gayretlerindedi. Roma döneminde makyaj iyice yaygınlaştı ve abartıldı. Hristiyanlığın kurucu babalarından birisi, “Yüzünü yaratıcının bile tanıyamayacağı biçimde boyayan bir kadın cenneti nasıl umabilir?” diyordu.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi

Ben laden zamkından, pudra, sarı zırnık ve tebeşirden, ruj zehirli sütleğen ve zincifreden, oje selülozdan üretiliyordu. Göz makyajında kullanılan maskaranın (rimel) kökeni ise antik çağlarda karnavallarda insanları eğlendirmek için dans eden, güldüren oyunlar sergileyen oyuncuların yüzlerine yaptıkları maskelerden geliyor. Ciltteki bozuklukları gizlemek için kullanılan fondöten ise Fransızca “font de teint”ten (düzgün) türetilmişti.

YEMEKTEN SONRA ELLER ELBİSEYE SİLİNİRDİ, PEÇETE BÖYLE DOĞDU

Yemek esnasında ve sonrasında peçete kullanmak, günümüzün vazgeçilmez işlerinden. Hele de yemek öncesi ve sonrası el yıkamayla fazla işi olmayan pek çok coğrafyada peçete tam bir vazgeçilmez. Tarihte; bir ara Eski Mısır ve Roma’da “peçetevari” şeyler görülmüşse de, insanlık tarihinde uzun süre yemekten sonra ellerini elbiseye silmek, ağzını elbisenin kenarıyla “temizlemek” yaygın bir adet olmuş. İslam dünyasında ise yemekten önce ve sonra el ve ağız yıkanmasına dair Hadisler uzun süre sterilliği sağladı ama zaman zaman sapmalar da görülmedi değil.

Her ne ise… Özellikle Ortaçağ Avrupası ülkelerinde yemek artıklı elleri elbiseye silmek gayet olağandı. Hümanizm akımının babalarından Erasmus, 1558’de yazdığı bir yazıda, bu iş için elbisenin kullanılmasını ayıplıyor, havlu benzeri bir bezin kullanılmasını tavsiye ediyordu.

Köktürk devlet adamı Tonyukuk’un adı “elbisesi (ton) kirli” anlamına geliyordu. Kastedilen şuydu: Tonyukuk zengindi, dolayısıyla bol bol et, yağlı yemek yiyordu, elbisesinin kirliliği zenginliğinin bir nişanesiydi.

Avrupa’da 1600’lerden itibaren peçete kullanılmaya başlandı. İtalya’da katılan kişiler ve yemeğin nedenine göre 26 ayrı peçete kaplama biçimi ortaya çıkmıştı. Batı’da Fransa masa adabının baskın hale gelmesinden dolayı da Fransızca peçete demek olan “serviette de table” bir çok dildeki peçeteye de adını vermişti.

ESKİ YUNAN’DA KÖLE, SOYLUNUN “DUŞ BAŞLIĞI” YDI

Duş almak, bugünün en yaygın kişisel temizlik alışkanlıklarından birisi. Eski tarihlerde şelalelerin altına girmek ya da bir kova su dökünmek duşun yerini tutuyordu. Eski Yunan’da kamusal alanda “toplu duş” revaçtaydı. Bu “toplu duş seansları”nda memleket meseleleri de konuşulur, dedikodu da yapılırdı. Tabiî, teknik düzenek yoktu ama köleler vardı. Her soylunun başının hizasındaki kölesi, suyunu dökerdi.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi

İngiltere’de “kraliyet duşu” denilen bir tuhaf buluş gerçekleşmişti. Bu duş pompalıydı ve aşağıdaki hazneye giden aynı suyun tekrar tekrar kullanılması mantığına dayanıyordu.   Duş 19. yy’da ABD’de de yaygınlaşmaya başlamıştı.  Bu duş ahşaptandı, piyano iskemlesi gibi bir iskemle küvete yerleştirilir, elle çalışan pompa suyu yukarı gönderir, ayakla çalışan pedalın hareket ettirdiği fırça da sırtı temizlerdi.

1800’lerin sonlarına doğru Osmanlı zenginlerinden gelen talepler üzerine bir İngiliz mucit, vücudun her yerine su püskürten bir duş geliştirmişti. Bu sisteme göre, küvetin hemen her tarafında duş başlıkları vardı. Osmanlılar, hem daha sağlam temizlik için hem de küvetin etrafını saran boruların sağladığı mahremiyet kolaylığından dolayı böyle bir talepte bulunmuşlardı.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi

SAÇ BAŞ…

Eski Yunan’da bir dönem saç uzatmak moda ise kölelere hemen saçlarını kazıtmaları emredilirdi. Yok, “asiller” uzun saçtan sıkılıp kısa saç ya da dazlaklığa döndülerse de bu defa da kölelere verilen emir, saçlarını alabildiğine uzatmalarıydı.

Viking ve sair kuzey barbarları uzun saçı seviyor; bunu, başlarındaki krala bağlılığın bir işareti olarak görüyor ve gösteriyorlardı. Ne kadar uzatırsan, o kadar sadıktın! Bu moda Avrupa’yı da etkiledi ama Kilise uzun saça karşıydı. 1100 - 1135 tarihleri arasında İngiltere Kralı olan I. Henry’inin de hazır bulunduğu bir vaazda papaz; uzun saçtan dolayı öteki dünyada alınacak öyle cezalar anlattı ki, kral dahil herkes korkudan ağladı. Papaz, Henry’inki de olmak üzere uzun saçları oracıkta kesti ama vaazın etkisi birkaç ay bile sürmeyecekti.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi

Saç boyası genellikle keçi yağı ve kayın ağacı külünden yapılırdı. Peruka da tarih boyunca var oldu. Romalı hiciv şairi Martialis, mitolojik kahraman Phoebus’u hicvderken, “Bizi takma saçlarla kandırıyorsun Phoebus! Dazlak kafan için sana berber değil sadece bir sünger gerek” diyordu. Eski Çinliler, saçlarını kazıyarak arkada uzun kuyruk bırakmayı imparatora bağlılık olarak görüyordu. Eski Ahit’te gücünü hiç kesmediği saçlarından alan Şimşon (Samson) etkisi, fanatik Yahudilerdeki uzun zülüflerde görüldü. Beatles, 68’in hippilerine uzun saçı sevdirdi. Günümüz faşist Almanları dazlaklığı seçti. II. Dünya Savaşı sırasında da işgal altındaki Fransa’da Almanlarla ilişki kuran kadınların saçları zorla sıfıra vuruluyordu. Fransızca “fırça gibi” anlamına gelen “a la brosse” dilimizde çocuk tıraşının adı olan “alaburus”a evrildi.  İpekçilik üzerine fuar düzenlenen Leipzig’e giden Türk tüccarlar, artık ne kadar çok sarışın gördülerse dilimizde sarışınlara “lepiska saçlı” denmesi yaygınlaştı.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi

ROMA’NIN SEYYAR TUVALETÇİLERİ, AH BİR DE “KAZURAT TANRISI”!

Tuvaletsiz bir hayat tabiî ki düşünülemez. Bütün “eskiler” de böyle düşünmüştü. Sümerliler, akıp giden suların üzerine at nalı şeklinde, çömelmeye müsait düzenekler yapmıştı. Antik Mısır’da tuvaletler vardı ama lağım sistemiyle değil, fosseptik çukuruyla bağlantılıydı. Dolduğunda köleler bu çukurları boşaltırdı. Firavun mezarlarına tuvalet de konulurdu. Eski Yunan’da Sybarisliler o kadar aylak, daha doğrusu tembeldiler ki, tuvalet için bir yerlere gitmeye üşendiklerinden lazımlığı bulmuşlardı. Yine Eski Yunan’da; evlerdeki tuvaletlerin yanısıra kamuya açık, herkesin yan yana klozetlere oturabildiği umumi tuvaletler vardı. Roma’da bunların yanı sıra antik dönem testisi “amfora” ile dolaşan seyyar tuvaletçiler de vardı, çünkü topladıkları dışkı, “kumaş parlatmakta” (!?) kullanılan ticarî bir metaydı.  İmparator Vespasian, dışkı ve idrarı ihale ile parlatıcılara satılması yöntemini getirmişti. Antik Roma’da tuvaletten gelen büyük gelir, kendi mitolojisini bile ortaya çıkartmıştı. Tanrılardan birinin adı Cloacina “Ortak Lağım Tanrıçası”ydı. Erken dönem Roma krallarından biri olan Titus, kendi tuvaletine bu “tanrıçanın” heykelini koydurmuştu. Ayrıca Spercuttius “Kazurat Tanrısı”, Crepitus “Mide Gazı Tanrısı”ydı. Kimi Romalıların inancına göre de yağmur, “tanrıların idrarı”ydı.

Kanalizasyonu olmayan Avrupa’da pencerelerden lazımlıkların boşaltılması rutindendi. Lazımlıkları akarsulara dökmek de yaygın bir yöntemdi. Londra’daki, aslında yer altı nehri olan Fleet’in yer üstündeki az bir kısmı, bir dönem dışkılardan dolayı durgunlaşmış, yer yer dışkı adacıkları oluşmuştu.  Paris’teki Versailles Sarayına gelen soylular oturaklarını yanlarında getirirdi. Bir ara Louvre Sarayında kenar köşelere hacet giderilmesi yasaklandı. 18’inci yüzyılda pekçok klozet patenti alınarak, bugünkü şeklinin temelleri atıldı.

TUVALETE BİRÇOK İSİM TAKILDI

Türkçede tuvalet hep bir hicapla dillendirildi. Ancak başta edeben bulunan isimlendirmeler, zaman içinde kaba sayıldı. Örneğin “kenef”, Arapça yön, taraf anlamındaydı. Bugün kaba sayılıyor ama eski kültürümüzde bu ihtiyaç kenef sözcüğüyle zarif bir biçimde dillendirmişti. Yine, Arapça boş ıssız anlamına gelen “hela” da aynı akıbete uğramıştır. “Ayakyolu” ise tuvaletlerin evlerin dışında olduğu dönemde bulunan bir başka pratik isimlendirmeydi. Namaz öncesi hazırlıklarda sık sık görülen “ihtiyaç giderme”den dolayı yapılan bir diğer tuvalet adlandırması da “abdesthane”ydi. Bu vadide; Fransızcadan yanlış çeviri ile dilimize giren “yüz numara” – aslı 00, numarasızdır ama o iki sıfır yüz olarak çevrilmiştir -, İngilizce “water closet”in kısaltması WC, Latince saç bakımından (tela) gelip bir şekilde dönüştüğü haliyle “tuvalet”, Fransa’da genel tuvaletlere verilen adla “pisuar” da var.

Kişisel bakım ve süslenmenin garip tarihi