Nobel Ödüllü William Faulkner’a göre iyi yazmanın temeli
Özel Haber

William Faulkner

1901’de Nobel Edebiyat Ödülü ilk kez verilmeye başladığında, yıllar sonra bu ödülü alacak kadar iyi bir Edebiyatçı olacak olan William Faulkner, 4 yaşındaydı. Bu ödülün günün birinde bu kadar değerli olacağı da bilinmiyordu elbet.

Ama yıllar sonra bir gün Faulkner, o sahnede ödülünü kabul etmiş ve konuşmasını yapıyordu.

Nobel Ödüllü William Faulkner’a göre iyi yazmanın temeli

Bu ödül bana emanet edildi

Faulkner, 1949’da Nobel’e layık görüldü; ancak bu tarihte edebiyat dalında Nobel Ödülü verilmiyordu. Komite Faulkner’ın ödülünü bir yıl bekletti ve Faulkner, 10 Aralık 1950’de konuşmasını yaptı.

“Bu ödülün şahsıma değil, çalışmalarıma verildiğini düşünüyorum” diye başladı söze. Çalışmalarını ise, “Izdırap ve terle yoğrulmuş, gayesi zafer kazanmak, hele ki kâr etmek asla olmayan; tek gayesi, insan ruhunun daha önce yaratmadığı metinler yaratmak olan çalışmalar” diye tanımlıyordu.

Faulkner’ın nezdinde, bu ödül kendisine emanet edilmişti. Parayı bağışlayacak bir yer nasılsa bulunurdu. Faulkner, kendini çalışma hırsına adayan genç kadın ve adamlara seslenmek istiyordu. Aralarından bazıları da bir gün şu an onun durduğu yerde duracaktı.

Nobel Ödüllü William Faulkner’a göre iyi yazmanın temeli

İyi yazmanın temeli

Faulkner, genç kadın ve adamlara şu sözlerle seslendi: “Ruhsal konuları artık problem etmiyoruz. Çünkü artık tek bir soru var: Beni ne zaman havaya uçururlar? Bu yüzdendir ki bugün yazı yazan genç kadın ve adamlar, insan kalbinin kendiyle çelişmesinden doğan sorunları unuttular. Halbuki iyi bir yazı ortaya çıkarmak için gereken bir tek odur. Bir tek onu yazarken çekilen acıya ve dökülen tere değer”.

Faulkner’a göre Yazar dediğin bunları tekrar öğrenmeliydi; her şeyin korkmakla başladığını öğrenmeliydi ve ekledi: “Çalışma odasında sadece kalbin eski doğrularına, geçici ve ölüme terk edilmiş hikâyelerin mahrum bırakıldığı evrensel gerçeklere, sevgiye, onura, acıma duygusuna, gurura, şefkate ve fedakârlığa yer verip, bunları sonsuza dek unutmamalıdır. Bunları öğrenene kadar bir lanetin gölgesinde çalışacaktır. Aşktan değil de ihtirastan bahsedecektir; kimseye değerinden bir şey kaybettirmeyen yenilgilerden, umut ışığı yakmayan zaferlerden bahsedecektir. En kötüsü de tüm bunları acımasız ve şefkatsiz bir üslupla anlatacaktır. Onun acıları evrensel olanın kemiğinde yara izi bırakmaz. O, kalpten değil, salgı bezlerinden yazar”.

Şairin ve yazarın görevi, kalbinden kopan sesle, ruhuyla yazmaktı. Yazar, bütün bu duyguları yeniden öğrenene kadar insanoğlunun sonunu izliyormuş edasında yazacaktı. İşte bu yüzden Faulkner, insanoğlunun sonunu kabul etmeyi reddetmişti. Çünkü o, insanoğlunun sadece dayanacağına değil, güçleneceğine inanıyordu.

Bunun için “gerçekten” iyi yazmanın temelinde yatan tek şey, "kalp"ti.