Rus komünist olunca Osmanlı frengiye yakalandı
ensonhaber.com

Vakanüvis

Fuhuş, insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçası. Tarihin her ama her döneminde görüle gelmiş toplumsal bir illet. Frengi de bu illete eşlik eden bir başka dert. Geçmişte pek çok toplumda kitlesel ölümlere yol açan frengi, gelecek nesillerin sakatlanmasına yol açışıyla zararı asimetrik büyüyen bir özellik taşıyor.

AVRUPA “FRENGİ ÜSSÜ” OLMUŞTU

Kristof Kolomb ve adamları, Amerika kıtasında tam bir yağma, talan ve tecavüz tahribatına yol açmıştı. Frengi de başta Kolomb’un adamları, sonrasında onları takip eden diğer maceraperestlerin yerli halktan kadınlara yönelik toplu tecavüzleri sırasında yaygınlaşmıştı. Hastalık, Amerika’dan dönenler vasıtasıyla Avrupa’ya da geçti, oradan da Asya ve Afrika’ya yayıldı. Frenginin kökeni tam olarak bilinmese de en yaygın ve kalıcı biçimde ortaya çıkışı bu şekilde olmuştu. Frengi Avrupa’nın üzerine bir lanet gibi çökünce, ülkeler arasında isimlendirme tartışmaları da görülmüştü. İtalyanlar frengi hastalığına “Fransız hastalığı”, Fransızlar “Napoliten hastalığı”, Alman ve İngilizler “Fransız mikrobu”, Portekizliler “Kastilya hastalığı” diyorlardı. Japonlar Çinlileri, Çinliler de Japonları suçluyordu. Türkler ise “Hristiyan hastalığı” deyip geçiyordu.

Rus komünist olunca Osmanlı frengiye yakalandı

“MASUM FRENGİ”YLE BİNLERCE OSMANLI HAYATINI KAYBETTİ

Türkler, pek de haksız sayılmazdı aslında. Coğrafi keşiflerle birlikte Avrupa fuhuş kökenli bu hastalıktan kırılırken, Osmanlı İmparatorluğu'nda birkaç vaka dışında frengiye tesadüf edilmemişti. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Turgay Kayaer’in “İstanbul Fuhuş Dosyası” isimli makalesinde, “Osmanlı'da, gerek Avrupa ile olan ilişkilerin sınırlılığı gerekse fuhşun büyük bir suç olarak görülmesi nedeniyle XIX. yüzyıla kadar frengi vakasına nadiren rastlanmıştır” deniliyor. Kanuni döneminde tek bir frengi vakası kayda geçmişti. Gayrimeşru ilişkilere giren ve frengi hastası olduğu belirlenen bir kadına cezası, “usturayla bir daha fuhuş yapamaz hale getirilerek” verilmişti. Frenginin, Osmanlı topraklarında hassaten de İstanbul’da giderek daha fazla görülmesi ise Kırım Savaşı sonrasıydı. Bölgedeki çalkantılar göçlere yol açmış, İstanbul’a sığınmak isteyen gayrimüslimler çoğalmış, bu grupların arasına değişik milletlerden fahişeler de karışmış ve hastalığı taşımışlardı. İki tür frengi vardı. Birisi cinsel ilişki yoluyla bulaşıyordu, diğeri de bu hastalığı taşıyanların ortak eşyalarından (havlu, çarşaf, kişisel bakım malzemesi vb) geçen frengiydi, bazıları buna “masum frengi” diyordu. Osmanlı toplumundaki ahlaki yapıdan dolayı fuhuşla bulaşan frengi değil, toplumsal hayattaki temaslardan geçen frengi yaygındı. Binlerce masum, bu hastalıktan hayatını kaybediyordu. Ne var ki, zamanla özellikle de Birinci Dünya Savaşı yıllarında fuhşun artmasıyla birlikte diğer frengi hastalığı da yaygınlık gösterecekti.

FUHUŞ YAPANLAR KIBRIS’A, “ISLAH-I NEFS SÜRGÜNÜ”NE GÖNDERİLİRDİ

Büyük toplumsal çalkantıların görüldüğü hemen her devirde olduğu gibi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında da fuhuş giderek artmıştı. Yabancı nüfusun artışı, ticaret merkezi özelliği, Avrupalı çok sayıda inanın iş gereği burada mukim olması, göçler ve benzeri faktörler durumu giderek ağırlaştırıyordu. Her şeye rağmen o günlere kadar güvenlik güçleri fuhuşla etkin bir mücadele yürütmeye çalışıyordu. Fuhuş yapılan yerlere baskınlar düzenleniyor, kapısı mühürleniyor, fuhuş yapanlar da sürgüne gönderiliyordu. “Islah-ı nefs” adı verilen bu tür operasyonlar için ağırlıklı olarak Kıbrıs kullanılıyordu. Ne var ki, Mütareke yıllarında bu mücadele gevşedi. O dönemde yaygınlaşmaya başlayan eğlence yerleri de fuhuş için uygun bir ortama dönüşmüştü. Şişli, Beyoğlu ve Galata’da kimi gizli kimi aşikâr pavyonlar, umumhaneler açılır olmuştu. Muhataplar genellikle yabancılar olduğu için de güvenlik güçleri artık eskisi kadar tesirli bir mücadele sergileyemiyordu. Böyle vakalar olduğunda, yabancı uyruklu kişinin büyükelçiliği hemen devreye giriyor, zanlı koruma altına alınıyordu.

İstanbul’daki fuhuş piyasasını hareketlendiren tarihi bir başka gelişme de Rusya’daki “Ekim Devrimi” olmuştu. Bolşevik ihtilali sonucu, sadece Sırbistan ve İstanbul’dan vize alabilen devrim kaçkını Beyaz Ruslar, bir taraftan fuhuş yapma potansiyeli olanları - yabancı uyruklu kadınlar kolayca “vesika” alabiliyordu - beraberlerinde getirmişler, diğer taraftan da yanlarına alabildikleri servetleriyle İstanbul’un eğlence hayatında boy göstermeye başlamışlardı. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan bu akında 1920 yılı Aralık ayına kadar çoğunluğu Beyaz Rus olan 120 bine yakın göçmen İstanbul kıyılarına ayak basmıştı. 1920’deki bir belgeye göre, 171 Rus kadının “vesikası” vardı, Emniyet kayıtlarına göre de 2 bin civarında Rus kaçak olarak fuhuş çarkının içindeydi. Başka ülkelerden olanlarla birlikte İstanbul’daki kaçak fahişe sayısının 5 bin dolayında olduğu tahmin ediliyordu.

DEVRİN KALEMLERİNİN FUHUŞ İSYANI

Ancak başlarda “yabancılarla yabancılar” şeklinde varolan fuhuş, zaman içinde yavaş yavaş Türkler arasında da görülmeye başlanacaktı. Devrin tarihçilerinden Ahmed Lütfi Efendi; Pera’da genelev, bar vb. gibi yerlere izin verildiği için İttihat ve Terakki Hükümeti’ni suçluyor, semt halkını da yaşananlara tepki göstermemelerinden dolayı “ahlaken gevşek” olmakla suçluyordu. Gazeteci Ahmed Rasim de, birçok kitabında İstanbul’daki fuhuş hayatından bahsetmiş, ayrıca “Fuhş-i Atik” isimli bir müstakil kitapta bu konuyu işlemişti.

Rus komünist olunca Osmanlı frengiye yakalandı

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ni kuran, Yeşilay’ın da kurucuları arasında yer alan Mazhar Osman da bir yazısında, o günlerin İstanbul’undan üzüntüyle bahsetmişti: “Umumi Harp oldu bitti. Umumi Harp’te içenler, parası bol birtakım türediler, soysuzlardı… Lâkin Mütareke oldu, düşman orduları çekirge gibi İstanbul sokaklarına  yayıldı, otomobil içinde sarhoş İngiliz bahriyeleri kucaklarında zilzurna Rum dilberleri  Beyoğlu’nun büyük caddelerinde resmigeçit yapıyorlardı, barlarda İngiliz neferleri viski ile zilzurna olduktan sonra rastgelene saldırıyorlardı. Hele Fransızların koloni askerleri,  yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Coşkun ve  galibiyet neşesiyle taşkın bu ‘medeniyet ordusu’na Bolşeviklerden kaçan Çar enkazı ve bazı Ermeniler de ilave oldu. ‘Bizans’ ömründe görmediği sefahat hayatını sürüyordu. Lokanta ve barlarda hizmet eden birbirinden güzel Rus prensesleri, kontesleri, bu sarhoş alayını büsbütün çıldırtmıştı. İçki bu ‘aşkı’ doyurmuyordu; beyaz toz, kokain aldı yürüdü. İstanbul’un mahalle kahvelerine kadar sarışın Rus dilberleri beyaz tozla yayıldı. Kokain ile halkın aklı, tombala ile parası çalınıyor, tımarhaneler doluyordu. Hükümet bir şey yapmıyordu. Halk kütlesi elden gidiyordu. Topla, tüfekle, tayyare ile bomba ile dünyanın kırk küsur milleti İstanbul’u ezememişti ama İstanbul kokaine, fuhşa esir oldu. Çar ordularına altı yüz sene karşı duran İstanbul, Rus ‘o…’na mağlup olmuştu.” Zaten Mazhar Osman’ın gerek ruh ve sinir hastalıklarına yoğunlaşması gerekse Yeşilay’ın kuruluşunda rol almasının altında yatan en temel sebep de alkol, uyuşturucu ve fuhuş ile yitip giden hayatlardan duyduğu derin üzüntüydü.

Rus komünist olunca Osmanlı frengiye yakalandı

Gerçekten de henüz savaş yaralarını saramayan İstanbul’da, bir de “frengi cephesi” açılmıştı. N. Çavdar ve E. Karcı’nın Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan, “XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti’nde Frengi” başlıklı makalede anlatılanlara göre, yönetim tehlikenin büyüklüğü karşısında peşpeşe önlemler almak zorunda kalmış, zührevi hastalıklar hastaneleri açılmış, kontroller sıklaştırılmış, cezalar arttırılmış, yurt dışından hocalar getirilmişti. İsveç Bahriye Nezareti tabiplerinden Hans David, bu kapsamda Türkiye’ye gelen uzmanlardan sadece biriydi. Frengi vakalarını incelemek üzere Türkiye’ye davet edilen Dr. Ernst von Düring de (Düring Paşa), Osmanlıyı bitap hale getiren sebepleri sayarken, uzun süren savaşlar, tifo vb salgın hastalıklar ile frengiyi de zikretmişti.