Serkan Üstüner Zaman gazetesinde yazmaya başladı
ensonhaber.com

serkan üstüber

Batı, Osmanlı Devleti'nin dünya tarih sahnesinde zayıflayıp ardından çekilmesinden sonra kendi aralarında pay ettikleri coğrafyalara kan, gözyaşı ve bereketsizlik getirmiştir. Haçlı seferlerinin ortaya çıkmasının nedeni de asla ve asla dini nitelikte değildir. Bunun asıl sebebinin; aç kalan Avrupalının Doğu'nun (Müslümanların) tüm topraklarını işgal etmek ve zenginleşmek olduğu bilinen bir gerçektir. Sadece Almanya'nın değil tüm Avrupa'nın fikri temellerinin tohumunu atan Hegel'e göre devletlerin uyuşmazlıkları savaşla çözülebilir; bir devlet diğer bir devletle “doğa”ya baktığımız gibi bakmak mecrubiyetindedir. Yani kurdun kuzuya baktığı gibi. Bu yüzden de devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde hukuki ve ahlaki kavramlar geçerliliğini yitirir. Her devletin çıkarı, kendi en yüksek yasasıdır.

Batı dediğimizde yakın dönemde tüm dünyaya dayatılan birçok yalanlar silsilesinin bir manzumesi olduğunu görüyoruz.

Batı'nın hümanizm ambalajıyla paketlenerek servis edilen bir medeniyet olduğu algısı son yüzyılda öyle ya da böyle başarılı olmuştur.

Atilla'nın sürdüğü barbar kavimlerin oluşturduğu bir coğrafyadan ve ondan ortaya çıkan bir sinerjiden ne kadar insanlığa dair geniş düşünceler bekleyebiliriz?

ŞİDDET ÜZERİNE KURULU BİR İDEOLOJİ

Batı'nın tüm ideolojisi Haçlı seferlerinden bu yana şiddet üzerine kuruludur. Batı dairesi içine alacağımız Amerika da aynı vahşi düşüncenin ürünü olarak tarih sahnesine çıkmış ve şimdiye kadar çizgisinden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Küçük bir örnek verecek olursa, Kristof Kolomb, Amerika yerlileri ile ilk karşılaştığında günlüğüne bakınız neler yazmış;

“… Yerliler, son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip oldukları herhangi bir şey istendiğinde hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insan yoktur. Her zaman gülüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsi boyunduruk altına alınabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”

AMERİKA'NIN YAPTIĞI SOYKIRIM

Bir fikrin tezahürünü ortaya koyması açısından ibretlik bir kanıt değil mi? Evet Amerika'da sonrasında 1500'lerde Napituca katliamı ile başlayan vahşet 1930'lara kadar sistematik olarak devam etti ve neticesinde o toprakların asli çocukları soykırıma tabi tutularak yok edildi.

Vahşi Amerika'nın bir özeti olan ve tarihi vesika niteliği arz eden o meşhur makaleden bahsetmeden olmaz.

Washington Post gazetesinin 1898 yılında yayımlanan baş makalesinde Amerika'nın kuruluş felsefesi kalın puntolarla çizilmiştir.

“Yeni bir bilinç kazanmaya başladık – gücümüzün ne olduğu konusunda bir bilinç ve bu bilinçle birlikte gücümüzü gösterebilmek için yeni bir iştah kazanmış durumdayız… Hırs, çıkar kavgası, toprak açlığı, gurur, savaş sevinci, her ne ise, bu yeni duygu ile canlanmaya başlamış bulunuyoruz. Artık garip bir kaderle yüz yüze geldik. Halkın ağzında bir imparatorluk olmanın tadı var, tıpkı ormanda yaşayıp kan tadı almak gibi bir şey bu…”

Batı aynı zamanda bencildir ve asla asla “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışını hiçbir zaman kavrayamayacaktır.

Bencil bir ruhta şekillenen ilk belirgin özellik de açgözlülüktür. Sürekli doymama hissi Batı'nın tüm damarlarında gezdiğinden sürekli kendilerine sömürülecek toprak bakmışlardır.

Osmanlı Devleti'nin dünya tarih sahnesinde zayıflayıp ardından çekilmesinden sonra kendi aralarında pay ettikleri coğrafyalara kan, gözyaşı ve bereketsizlik getirmişlerdir.

"HAÇLI SEFERLERİ DİNİ DEĞİLDİR"

Haçlı seferlerinin ortaya çıkmasının nedeni de asla ve asla dini nitelikte değildir. Aç kalan Avrupalı'nın Doğu'nun (Müslümanların) tüm topraklarını işgal etmek ve zenginleşmek olduğu bilinen bir gerçektir.

Avrupalı'nın nasıl bir durumda olduğuna bir örnekte İngiltere'den verelim: İngiliz seyyah Aleksander Burns, 1832 yılında Buhara seyahatinden döndükten sonra şöyle yazmış:

“Asya halkına has tabii bir cömertliğe, münevver Avrupa'da rastlanamaz. En üst tabakasından itibaren en alt tabakalara kadar her şey, bir dilim ekmeğe varıncaya kadar bölüşülür. Müslümanlarda itibarlı kişilerle fakir kişiler arasında fark mevcut değildir, bilhassa devletle olan ilişkilerde Han bir köylü kadar sadedir.”

Burns'un bu gözlemleri yaptığı dönem, Türkistan'da sosyal düzenin en geri olduğu dönemdir. Düşünün ortada öyle bir trajedi vardır ki, Moskova'da yaşayan insanların yaşadığı ağır sefalete aldırış etmeyen Rus ve Sovyet ideologlar, bu ülkeye uygarlık götürmekten söz ediyorlardı.

TEK ÇÖZÜM SAVAŞ MANTIĞI

Sadece Almanya'nın değil tüm Avrupa'nın fikri temellerinin tohumunu atan Hegel'e göre devletlerin uyuşmazlıkları savaşla çözülebilir; bir devlet diğer bir devletle “doğa”ya baktığımız gibi bakmak mecrubiyetindedir. Yani kurdun kuzuya baktığı gibi. Bu yüzden de devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde hukuki ve ahlaki kavramlar geçerliliğini yitirir. Her devletin çıkarı, kendi en yüksek yasasıdır.

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.

Matta İncili'nden 731

Evet yukarıda tanımladığımız tüm örnekler Batı'nın gerçek yüzünü ortaya koymak içindi. Bugün Fransa'da yaşanan şiddet sarmalında kendi halkına eziyet eden Fransa hükümeti Türkiye'de yaşanan terör olaylarına ise başka bir gözle bakıyordu.

Kendi evinde ise küçük bir protestoya bile tahammülü olmayan Batı'nın bu iki yüzlü tavrı yeni ortaya çıkmış bir durum da değil.

Gezi terörizminin 3. ölü yılını geçirdiğimiz bu vakitlerde 3 yıl önce yaşanan küresel bazlı terör oyununda özellikle Almanya, ABD ve Fransa'nın nasıl ikircikli bir tutum sergilediğini hep beraber gördük.

Misal kendi içinde yaşanan olaylara dini bir kılıf bulmazken diyelim ki İspanya'daki Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA pek çok Avrupa ülkesi tarafından terörist bir organizasyon olarak kabul edilir. Amerika'daki çeşitli ırkçı gruplar, Hindistan'da Tamil gerillaları, baktığınızda Batı'nın bu olayları Hıristiyanlığın yahut başka bir dinin belli bir yorumuyla ilişkilendirmediğini görüyoruz. Halbuki benzer bir şey Müslüman kimlikli birisi tarafından yapıldığında derhal bu tür olaylar İslam dini başlığı altında dünyaya servis ediliyor. Bu anlamda açık bir çifte standardın olduğunu ifade etmek lazım.

İşte ortaya koymaya çalıştığımız da tam da bu tür bir gerçekliktir. Gerek ABD gerekse Batı yaptıkları katliamlara ve uyguladıkları şiddete devamlı bir kılıf bulmayı başarmışlardır.

300 YIL SONRA ATILAN EN ÖNEMLİ ADIM

Doğu'nun bağımlı ya da yardıma muhtaç ülkelerinden de hiçbir ses çıkmamıştır. Türkiye'nin Erdoğan'lı yıllarıyla beraber bu durum değişmiş, artık başka bir şekil almıştır. Fransa'daki olaylardan rahatsız olduğunu söyleyen bir Dışişleri Bakanlığı'mızın olması ve devletin en üst temsil makamında bulunan Erdoğan'ın Batı'nın ikiyüzlü tavrına karşı yüksek perdeden konuşması ve hiçbir ön koşul olmadan ayar vermesi 300 yıl sonra atılan önemli adımlardır.

Bunlar devlet refleksine yeniden kavuşmuş olmanın önemli göstergeleridir. Çünkü Batılı ülkeler 1800'lü yıllardan beri her istediğini yapabilme özgürlüğünü kendinde hisseden bir tavır içindeydi.

Evet Batı'nın gözünden insanın hiçbir değeri yoktur ve insan sadece kullanılmak için vardır. Bizde ‘insanı yaşat ki, devlet yaşasın' felsefesine karşı onlarda ise Napolyon'un söylediği şu sözler geçerlidir:

“Askerler ölmek için vardır; … bir milyon adamın hayatına zerre kadar değer vermem.”

Serkan Üstüner Zaman gazetesinde yazmaya başladıSerkan Üstüner Zaman gazetesinde yazmaya başladı