Türkiye'nin ilk vejetaryen derneği
Özel İçerik


Şu sıralar “havalı” olduğu için gittiği yerlerde kinoalı salata sipariş edenleri, vejetaryenliğin arkasında yatan düşünsel sürecin farkında olmayanları şaşırtacak derecede disiplinli ilkelere sahip bir dernek kurmuştu o zamanlar Hasan Ferit Cansever.

‘Bilge Mimar’Turgut Cansever’in babası, Türk Ocakları'nın kurucusu, Birinci Dünya Savaşı cephelerinde başhekim olarak kendini hastalara adayarak çalışmış bir tıp doktoruydu. 1891 yılında İstanbul’da doğan Hasan Ferit, İstanbul Tıp Fakültesi’nden askerî doktor olarak mezun oldu. Belki gençliğinin Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına, vatanının istila edilmesine denk gelmesi nedeniyle, belki de doğuştan gelen mizacından, idealist ve adanmış bir hekim olarak yıllarca Birinci Dünya Savaşı cephelerinde başhekim olarak görev yaptı. Savaş bitip yurda döndüğünde de tutkuyla bağlı olduğu mesleğini hep halka daha faydalı olmak için kullandı; Anadolu’nun görev yaptığı birçok yerinde halkı ücretsiz tedavi eden merkezler açtı, başkalarının açmasına da önayak oldu.

Türkiye'nin ilk vejetaryen derneği

Türkçülük-Turancılık Davası duruşması (ön sırada ayakta beyan eden kişi Hasan Ferit Cansever)

BİRİNCİ KURAL: BEDENİ DİSİPLİNE ETMEK

Hasan Ferit’i katı bir vejetaryenliğe iten de belki dönemin şartları, gördükleri, yaşadıklarıydı. Savaşın her türlü yüzünü görmüş ve yıllarca Anadolu halkına ücretsiz yardım götürmüş olan Hasan Ferit’in tıp ve biyoloji konusundaki birikimi, et yemenin birçok hastalığa davetiye çıkarıp insan ömrünü kısalttığı tezlerine de temel oluşturdu. Zamane ‘vejetaryenleri’nin gözden kaçırdığı ‘işin felsefesini bilip bedenini sıkı bir şekilde disipline etmek’, Hasan Ferit’in şartlar ne olursa olsun uyduğu bir ilkeydi.

Türkiye'nin ilk vejetaryen derneği

Sıkı vejetaryenliğiyle tanınan Leo Tolstoy

Dünya halkları üzerinde yaptığı araştırmalar, dünyanın farklı bölgelerinde farklı beslenme şekillerine uyum sağlamış halkların yaşam stili ve ömürlerinin uzunluğu hakkında kendisine o dönem için oldukça geçerli bilgiler sağlıyordu. Örneğin Eskimoların 30-40 yıllık ömür ortalamasını sürekli etçil beslenmelerine bağlıyordu. Bunun yanı sıra dönemin sömürgeci İngilizleri, Amerikalıları hatta Fransızlarının hastalıktan geçilmeyen yapılarını, yine bu kültürlerde çok sık et tüketilmesine bağlıyordu. Halbuki daha otçul bir yaşam stilini benimsemiş, tahıl ağırlıklı beslenmeye alışmış Uzak Doğu kültürlerinde öyle miydi? Bu kültürlerin uzun yaşamdaki ünleri, bugün bile kabul edilmiş bir gerçek. İcat çıkarmadaki başarılarını saymıyorum bile.

"ET YEMEZLER YÜZ SENE YAŞARLAR"

Enteresan isim bulmanın bağımlısı 3. nesil hipsterlar, Hasan Ferit’in tüm bu ilkeleri ışığında kurduğu, Türkiye’nin ilk vejetaryen derneğinin adını beğenecek misiniz acaba?: Et yemezler Yüz Sene Yaşarlar.

Kurduğu derneğin konuşmalarında alabildiğine kibar bir İstanbul beyefendisinden beklenmeyecek kadar sert ve tutkulu bir şekilde savunurdu vejetaryenliği. Hatta insanları ikna etmek için öyle benzetmeler kurduğu söylenir ki, vicdani yükümlülükten olmasa da ister iğrenmekten deyin, artık adına ne derseniz, insanları bir şekilde ikna ederdi.

Türkiye'nin ilk vejetaryen derneği

Anlatılanlara göre, Hasan Ferit’in radikal söylemlerinden biri şu şekildeydi: “Balık yedikten sonra kalan kılçık ve balık artığı iğrenç bir şeydir. Halbuki portakalın kabuğunu bir saat sonra iğrenmeden ısırabilirsin. Balığın kılçığına beş dakika sonra bakamazsın bile...” İkna olmak isteyene sebep çok tabii… İnternette mutlu mesut kedi yavrusu videolarının yanı sıra biberondan süt içen kuzuların, sahibinin dizlerine başını koyup uyuyan, kendini sevdiren ineklerin videolarını “Yaa ne tatlıı” diye paylaşıp akşamında kuzu pirzola, köfte yiyenlerin fikrini hala değiştiremediysek, Hasan Ferit Bey’in daha sert sözlerine de yer verelim: “Pilavın üstüne bir bıldırcın kızartıp koysam iştahla yersin. Bıldırcın yerine fare koysam yemezsin. Halbuki birinin kanadına karşı ötekinin kuyruğu olmasından başka farkları yoktur. İkisi de hayvan leşidir.”