Vakanüvis notaların serüvenini yazdı
Özel İçerik

Vakanüvis

Coşturan, hüzünlendiren, dinlendiren – tabii bazen de yoran - ve daha pek çok duyguyu harekete geçiren bir “şey”, müzik. Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin müzik üzerinde yoğunlaştığı biliniyor.

Müziğin kelime olarak, Yunancadaki “Musaların Sanatı, Perilerin Dili” anlamındaki “mousike” sözcüğünden geldiğini söyleyen de var, mebzul miktardaki “Yunan tanrıları”ndan “bilim ve sanat tanrıçası Müz”den kaynaklandığını savunan da “musi” (nağmeler), “ki” (ölçülü, zevkli) birleşimiyle ortaya çıktığını anlatan da. Bizim “musıki” olarak bildiğimiz söyleyiş de Arapçaya, Yunancadan geçmiş. Klasik tariflerde, “Duygu, düşünce ve imgeleri tek sesli ya da çok sesli olarak anlatma sanatı. Bu biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan eserlerin çalınması ya da söylenmesi” şeklinde geçen müzik, yine de onca geçmişine ve inanılmaz yaygınlığına rağmen bugün bile tam olarak tarif edilebilmiş değil.

PİSAGOR BİR GÜN DEMİRCİ DÜKKÂNININ ÖNÜNDEN GEÇERKEN…

Müzikteki “o etkiler”in nasıl olup da ortaya çıktığı hala net bir biçimde bilin/e/miyor. David Hendy, “Gürültü: Sesin Beşeri Tarihi” isimli kitabında, kimi psikolog, sosyolog ve müzikologların, müziğin insanlar üzerindeki etkisinin, “seçilen ses aralığı, seçilen, tekrarlanan ritim ve seçilen sözlerle” dinleyenlere “transal bir etki” yaptığı görüşü yer alıyor. Bu vadide, “müziğin matematiği”nden de söz ediliyor. Gerçekten de bir matematiği var müziğin. Tınıların, ritimlerin bir düzen içinde olması gerekiyor. Olmadı mı, ortaya çıkan kakofoni oluyor.

Vakanüvis notaların serüvenini yazdı

MÜZİKTEKİ MATEMATİKSEL GİZEM

Müzikteki “matematiksel gizem”i keşfeden ilk ismin filozof, matematikçi Pisagor olduğu söyleniyor. Milattan önce 530-450 tarihleri arasında yaşayan Pisagor, bir demirci dükkânının önünden geçtiği sırada, ustanın, demir döverken kullandığı aletlerden değişik sesler çıkmasına dikkât kesilmişti. Dükkânı kapattıran Pisagor, demirci ustasına değişik aletler kullandırmış, farklı zaman aralıkları ve vurma güçlerine göre çıkan sesleri incelemiş, notlar almıştı.

Vakanüvis notaların serüvenini yazdı

Okulunda öğrencileriyle araştırmalarına devam eden Pisagor, demir çubukların boyları farklılaştıkça seslerin uyumsuzlaştığını, tersi durumda ise ortaya bir ahengin çıktığını görmüştü. Pisagor ve öğrencileri, daha sonra 12 seslik bir dizin oluşturmuşlardı. Asırlar boyunca müzik alanında yapılan araştırmalarla ise temel seslerin sayısının 7, bilahare de 7.5 olduğu görülmüştü. Romalı filozof Boethius (M.S. 480-524) ise seslere isim vermeyi düşünen ilk kişi olmuştu. Boethius’un “a, b, c” diye uzayıp giden, seslere isim verme girişimi, “do, re, mi” dizgesinin karşısında zaman içerisinde bazı ülkelerde rağbet de görmüştü. Bugün bile İngiltere, Almanya gibi kimi ülkelerde bu sistemi kullanan müzisyenler bulunuyor.

“MÜZİĞİN ALFABESİ” NOTALAR, BİR KİLİSE İLAHİSİNDEN İLHAMLA BULUNDU

Müziğin “bu halleri” derin bir mevzu. Onu kulağımıza ulaştıran notalara gelince… Müzik, öncelikle bir “ses” vakası elbette. Herhangi bir cisimden çıkan ses dalgalarının hava aracılığıyla kulağımıza ulaşmasına “ses” deniyor. İnsan kulağı 20 ve 20 bin Mhz arasındaki sesleri duyabiliyor. Ritim, müziğin belirli bir süre içerisinde ahenkli ve düzenlemesini sağlarken, “solfej” ise bütün bu ahengi, yani “çalma ve söyleme”yi ifade ediyor. Müzikteki bütün bu süreç de “nota” ile gerçekleşiyor.

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Müzikoloji Bölümü Ders Notları’nda yer alan bilgilere göre, Latince kökenli bir kelime olan nota, “not, kayıt” anlamına geliyor. Bir nevi “müziğin alfabesi” denilebilecek notalar, “müziği okuyup yazıya almaya yarayan şekillere ve o şekillerin temsil ettikleri temel frekanslar”a verilen ad. Zaten nota da, nottan gelen bir kelime. Bildiğimiz; “bir şeyi hatırlamak için bir yere, ona dair yazma”. Notalar da müziği tekrar tekrar icra ederken hatırlamayı sağlayan işaretler.

Vakanüvis notaların serüvenini yazdı

Sesleri kayıt altına alma işlevi gören notalar, XI. yüzyılda İtalyan rahip Guido d’Arezzo tarafından bulunmuştu. Kilisedeki çalgı aletleri, en çok da orgdan çıkan sesleri bir disipline sokmak isteyen d’Arezzo, nota adlarını belirlerken, “Aziz Iohanne Battista” isimli ilahinin her mısraının ilk hecesini kullanmıştı. Guido d’Arezzo; Dominus’tan (yaradan) “do”, Rerum’dan (madde) “re”, Miraculum’dan (mucize) “mi”, Familias’dan (Güneş Sistemi) “fa”, Solis’den (Güneş) “sol”, Lactea Vita’dan (Samanyolu) “la”, Siderae’den de (gökler) “si”yi belirlemişti. Zaman zaman ilk nota olarak “ut” da kullanılmışsa da bu hecenin uzatılması zor olduğu için, 17’nci yüzyılda “do” onun yerini almış, böylece bugün de evrensel ölçekte kullanılan sıralama ortaya çıkmıştı: “Do, Re, Mi, Fa, Sol, La, Si”

Vakanüvis notaların serüvenini yazdı

“SOL ANAHTARI” VE “PORTRE”Yİ DE UNUTMAYALIM

Notalar; bestecileri, müzisyenleri, icracıları ezberden kurtararak, hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine imkân verdi. Nota sayesinde, bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale geldi. “Sol Anahtarı” ve “Porte” ise notaları okumayı kolaylaştıran unsurlar olarak bilahare sisteme dahil olmuştu. Buna göre; portre notaların dizildiği zemin, sol anahtar ise o notaların yükseklik ve alçaklığına göre okunmasını sağlayan işaret oluyordu.

Vakanüvis notaların serüvenini yazdı

Eğer bir portenin üzerinde anahtar bulunmazsa müzisyen, o notaları okumakta güçlük çeker. Müziğin dört unsuru olan “yükseklik, süre, şiddet, tını”dan ilk ikisi zamanla genel kabul gören birtakım işaretler (notalar) sayesinde kâğıt üzerine dökülebilmişse de son ikisi ise notanın yanında ek kelimelerle ifade edilmeye çalışılmış, çoğu zaman da yoruma açık bırakılmıştı. Zaten, nota sıralamasındaki ikinci “do”, “yarım ses” de bu ihtiyaçtan kaynaklanmıştı.