Vakanüvis tuhaf gelenekleri yazdı
Özel İçerik

Vakanüvis

Gelenekler, bir toplumun en karakteristik özelliklerinin bir göstergesi olarak, o kültürü diğerlerinden ayırıyor. Dünyanın dört bir yanında, sayısız topluluğun; her biri diğerinden değişik gelenekleri, inançları, düşünceleri tarih boyunca görüle geldi. Bu geleneklerin bir kısmı ise kelimenin tam anlamıyla “akla ziyan gelenekler”di. ABD’li gazeteci Bop Fenster ise bu geleneklerdeki akılalmazlıklara biraz daha sert bir ifadeyle yaklaşmış. “Salaklık Tarihi” ismini verdiği bir kitap yazıp, “Salak Gelenekler” başlığını uygun gördüğü bir bölümde, tarih boyunca dünyanın dört bir yanında görülmüş ve bazısı bugün de yaşamakta olan – hadi biz ilginç – diyelim gelenekleri derlemiş.

Vakanüvis tuhaf gelenekleri yazdı

DÜNYA YUVARLAK AMA “DİĞER YARISINDA İNSAN YOK”

Avrupalılar, yüzlerce yıl, dünyanın yuvarlak olduğuna inansalar da yerkürenin “diğer yarısı”nda, insanların yaşadığını akılları almıyordu. Papalık, bunu “dini ve ilmî gerekçeler”e dayandırmış, kitleler de inanmıştı. Buna göre, “Eğer dünyanın diğer tarafında insanlar yaşıyor olsaydı, İsa Mesih’in dünyaya ikinci kez gelişini göremeyeceklerdi. Oysa Tanrı, bu olaya bütün insanlığın şahit olmasını istediğine göre, demek ki dünyanın diğer yarısında kimse yaşamıyor”du. Unutmadan, aynı dönemde, “dünya düzdür, kenarına yaklaşan boşluğa düşer” düşüncesi de yaygındı.

YÜKSEK TOPUKLU AYAKKABIYI ÖNCE ERKEKLER GİYMİŞTİ

Fransa ve İtalya’da görülen yüksek topuk, aslında bir zaruretten doğmuştu. Dönemde, tuvalet ihtiyacı genellikle “lazımlık”la giderilir, giderildikten sonra da içindekiler camdan sokağa fırlatılırdı. Bu da yol kenarlarında pis birikintilere yol açıyordu. - Unutmadan, eski dönemlerin Avrupa şehirlerini resmeden pek çok tabloda, yağmur olmadığı halde bolca şemsiyeli insanlar görülmesi de pencerelerden gelebilecek bu neviden serpintilerden korunmak içindi – İşte, yüksek topuk ihtiyacı böylece ortaya çıktı. Üstelik ilk yüksek topuklu ayakkabıları giyenler kadınlar değil, erkeklerdi. Çünkü, o devirlerde sokaktaki kadın sayısı, erkeklerle kıyaslanmayacak kadar azdı, dolayısıyla bu tür ayakkabılara ihtiyaç duyanlar aslında erkeklerdi. Erkekler ayrıca, uzun boyu, karşısındakine göre bir “üstünlük” olarak gördükleri için de topuklu ayakkabı giderek yaygınlaştı, sonra da varlıklı kadınların kullanımına girdi. Yüksek topuk o kadar “seçkinci” bir gelenek olmuştu ki, balerinler yüksek topukları taklit edip, gösterilerine “elitist” bir hava vermek için parmak uçlarında yükselme figürünü bulmuşlardı.

Vakanüvis tuhaf gelenekleri yazdı

“KÖTÜLÜKLERİN ZIP DOSYASI” KUYRUKLU YILDIZLAR

İnsanlar, tarihin pek çok döneminde uzaya ilişkin birbirinden tuhaf inanışlar taşıyorlardı. Bunlardan birisi de özellikle Orta Çağda Avrupa’da yaygın görülen inanıştı. Buna göre, “kuyruklu yıldızlar dünyaya kötülük taşıyordu.” Bulaşıcı hastalık, deprem, açlık ve savaşlar olduğunda bunun, ya geçip gitmiş ya da yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldız yüzünden olduğuna inanılırdı. “Sıkıştırılmış kötülük” getiren kuyruklu yıldızın etkilerinden kurtulmak için dua seansları düzenlenirdi. Bu arada, dönemin bir diğer afeti Kara Veba salgınları sırasında da “Kırbaççılar” türemişti. Bunlar, toplu halde yürüyen, yürürken de birbirlerini kırbaçlayan tuhaf bir taifeydi. İnanışlarına göre; halkın gözü önünde günahları için ödedikleri bu kefaret, onları Kara Ölüm’den kurtaracaktı. Söylemeye gerek bile yok ama çok sayıda Kırbaçlı da – doğal olarak - vebadan ölmüştü.

İSKENDERİYE KANUNU: MAKYAJ YAPAN KADIN ERKEKLERİ KANDIRIYOR

İskenderiye’de M.S. II. yüzyılda, kadınlardaki makyaj ile sahtekârlık arasında bağ kuran bir kanun maddesi vardı. Bu kanun maddesinin mantığına göre; saçını boyatan, peruk kullanan, yüzünü ya da tırnaklarını boyayan kadınlar, bu halleriyle karşılarındaki erkeği kandırmış oluyorlardı. Kadınların bu yöntemle erkekleri etkileyip, kendileriyle evlenmeye yönlendirdikleri gerekçesiyle, süslenmede bu şekilde davranışları yasaklayan bir kanun çıkmıştı.

YÜZERSEN CADISIN, DEĞİLSEN BOĞULMAN LAZIM

Orta Çağ Avrupası’nda değişik “cadılık testleri” vardı. Bunlardan birisi de cadılıkla suçlanan kadını, bir nehre ya da iskeleden denize atmaktı. “Mantık” fevkalade “basit”ti: Kadın gerçekten cadıysa, su onu reddedecekti. Dolayısıyla cadılıkla suçlanan kadının yapması gereken tek şey, - yüzme biliyorsa bile - boğulmaktı. Hoş, zaten boğulmazsa bu defa da karaya çıktığında ateşte yakılma cezası onu bekliyor olacaktı. Bu “gelenek”; İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya ile Amerika’daki kimi İngiliz kolonilerinde yıllarca devam etti.  Engizisyon gelenekleri arasında “içine şeytan kaçmış hayvanlar”ı itlaf etmek de bulunuyordu. Bu itlaf, sıradan bir öldürme de değil; suç delilleri, tanıkları, yargılamasıyla prosedürü olan bir hayvan öldürmeydi. Fransa’nın özellikle kırsal kesimlerinde, yörenin papazı ve kimi ileri gelenlerinden oluşan “yerel engizisyon”un hükmüne göre “içine şeytan kaçan” at, inek veya domuz darağacında sallandırılırdı. Suçlu oldukları için bu hayvanların eti de yenmezdi. Zaman zaman o kadar çok hayvan “suçlanırdı” ki, kimi bölgelerde hayvansal gıda kıtlığı ortaya çıkardı. Bir ara bu saçmalıktan kediler de payına düşeni almış, Avrupa kıtasında tam bir kedi avı başlamıştı. Zaman zaman çuvallara doldurulmuş kedileri yakma törenleri bile düzenlenirdi. Kimi tarihçiler, kedi popülasyonunun böylesi radikal bir müdahale ile azaltılmasının, farelerin çoğalmasına, bunun da sık sık veba salgınlarına yol açtığı yorumunda bulunmuşlardı.Vakanüvis tuhaf gelenekleri yazdı

HASTALIKTAN KURTULMAK İÇİN TOPLANDILAR, CANLARINDAN OLDULAR

Hastalıklar için “Kral dokunursa iyileşirsin” inancı bir zamanlar çok yaygındı. İngiltere Kralı II. Charles’ın böyle güçleri olduğuna inanan hasta ve sakatlardan oluşan bir kalabalık, sarayın önünde toplanmıştı. 1684 yılında meydana gelen bu olayda, kalabalık o kadar artmıştı ki, iyileşmek ümidiyle gelen zavallılardan 7 kişi çıkan izdihamda hayatını kaybetmişti.

NE KADAR ÇOK HAPŞIRIRSAN O KADAR “ASİLSİN”

Nedendir bilinmez, Avrupa’da bir zamanlar hapşırmak, asil bir soydan gelmiş insanlara özgü bir şey gibi kabul edilir olmuştu. Bu nedenle, kendilerine “seçkin” diyenler yanlarında enfiye taşır, olduk olmadık zamanlarda ve tam bir ritüel havası içinde hapşırmaya çalışırlardı. Sınıf atlamak isteyen garibanların da bulup buluşturup enfiye kutusu tedarik etmeye başlamalarıyla birlikte de “soylular” arasındaki bu tuhaf adet, giderek terkedildi.

Vakanüvis tuhaf gelenekleri yazdı

VİKİNGLER’İN DİNDARI İNTİHAR EDERDİ

Uzun yıllar Vikingler’i “sevimli” gösteren Asteriks’in etkisi hala devam etse de gerçek Vikingler’in, kimi adetleri hiç de sevimli değildi. “Tanrı Odin”e inanan bu kavimde, “iyi bir inanan” olmanın yolu intihardan geçiyordu. “Kutsal kitap”ın söylence versiyonu olan birçok destanda, intihar övülür, bazen de kişi intihar etmiyorsa, onu anne ya da babasının asması gerektiği anlatılırdı. Yeni Zelanda yerlilerinde Maoriler ise başı kaşımanın ruhu vücuttan ayırabileceğine inandıkları için kafalarını kaşıdıktan hemen sonra parmaklarını burunlarına sokup, nefes çekerek “ruhlarını kafatasına geri gönderirlerdi.”  Antik Çağ topluluklarından Persler’de, şemsiye kullanma sadece krala tanınmış bir ayrıcalıktı. Siyamlılar da kralın statü dağıtımına göre şemsiye kullanabilirlerdi. Şemsiyelerin en büyük ve en süslü olanları, kolayca tahmin edileceği üzere üst düzey yöneticilere aitti. Varlıklı, sosyetik ya da gösteri dünyasından kadınlar arasında zaman zaman görülen “seyrek ön dişler” modası ise aslında eski bir yerli geleneğine dayanıyor. Kadınların cazibesinin, ön dişleri ne kadar ayrıksa o kadar fazla olacağına inanılan bazı Afrika kabilelerinde, dişleri ayrık kadınlar el üstünde tutulurdu. Dişleri bitişik doğan kimi “zavallı” genç kızlar ise dişlerinin arasını törpüleyerek, erkeklerin ilgisini çekmeye çalışırlardı.