Yunanistan'ın Rodos'u değil Silivri'nin Bigados'u
Özel İçerik

ASLI DİDARİ asli.didari@ensonhaber.com

Ülkemizin her kıyısı ve köşesi ayrı güzel. Bu güzellikleri koruduğumuz oranda da zenginiz. Denizin en güzeli, yeşilin her tonu, tarih ve yaşanmışlık bizim topraklarımızda var. Tabii ki yurt dışına da çıkacağız, gezip göreceğiz, mukayese edeceğiz, farklılıklardan yararlanacağız. Ama Yunanistan'ın Rodos'unu aratmayacak bir arka mahalle güzelimiz var. O da Silivri'nin Selimpaşa ilçesi yani diğer adı ile 'Bigados'.

SELİMPAŞA'YA GİTMEK ÇOK KOLAY

İstanbul'a bağlı Silivri ilçesinin birçok kıyısı var. Selimpaşa da bunlardan birisi. Beylikdüzü metrosunun son durağından kalkan belediye otobüsü ile ve Yenibosna'dan hareket eden özel Silivri belediye otobüsü buradan geçiyor.

SELİMPAŞA'DA SAHİL ŞERİDİ HALKA AÇIK

Bölgeye gelmeden önce Kadir Has Üniversite'sinin devasa binasını görüyorsunuz. Selimpaşa'yı bölen ve otobüsün de geçtiği yolun denize bakan kıyısında tatil siteleri var. Burada kocaman yazılarla "sahilimiz halka ücretsiz olarak açıktır" diye belirtilmiş.

HALKI TARIM VE BALIKÇILIKLA İLGİLİ

Yolun diğer kıyısında da insanların yemek yiyecekleri lokantalar, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri market ve fırınlar bulunuyor. Burada insanların çoğu tarım ve balıkçılıkla geçiniyorlar.

YAPILAR AZ KATLI

Sessiz sakin bir yerleşim yeri havası yayan beldede yapılar az katlı, sokak aralarına doğru yollar geniş.

NEREDEYSE BÜTÜN SOKAKLAR DENİZE AÇILIYOR

Her sokak arasından deniz görülüyor. Keskin bir mavi gözünüze çarpıyor.

Sokak aralarında denizin iyot kokusu hakim. burada belli ki lodosta ayrı, meltem rüzgarında ayrı bir hava esiyor.

YİYECEKLER LEZİZ, FİYATLAR UYGUN

Tepede bir güneş, sanki dünyanın her yerinden daha büyükmüş gibi tüm beldeyi kapatıyor. Gölgeliklerin altında dahi hissedilen bir acı sıcak. Tam o noktada 50 yıllık bir Roma dondurmacısı imdada yetişiyor ve topu 2 liraya çok lezzetli kocaman dondurma ile serinliyorsunuz.

Şehrin içindeki lokantalarda da çok leziz ve uygun fiyatla yemekler satılıyor. Satır köfte, pastırmalı fasulye benim tadıp da zihnime kazınanlardan.

KENT MERKEZİ BELDEYİ İKİYE BÖLÜYOR

İnsanları güler yüzlü. Sakin. Beldenin yazlıkçıların olduğu yere değil de yerlilerinin yaşadığı yöne doğru yürüdüğünüzde bir kent merkezi göze çarpıyor. Lokantalar, cami, okul binaları...

ESKİ YERLEŞİM YERİ KORUNMUŞ

Buraya kadar her şey çok güzel, olması gerektiği gibi ve belki de sıradan. Buradan sonra girilen sokaklar işte insanı şaşırtıyor.

OSMANLI'NIN İZLERİ VAR

Fenerbahçe Üniversitesi'nin kuleli binasının olduğu yerde eski mahalle başlıyor. Eski Foça gibi. 19'uncu yüzyılda yaşamış Selim Paşa tarafından yaptırılan çeşme ve aslında etrafında eski bir su sarnıcı olduğu söyleniyor.

ESKİ BİNALARI BİLE TEMİZ

Binaların bazıları metruk, kaderine terk edilmiş, yıkılmaya yüz tutmuş. Ama hiç biri tinercilere ya da başka kötü kullanımlara teslim olmamış. Çevre halkı buna izin vermemiş belli. Bu halleri ile bile çok temiz ve görkemliler.

BİNALAR HÂLÂ KULLANILIYOR

Bazı yapılar eski ama korunmuş, hâlâ içinde yaşayan hanımefendi ve beyefendilere konutluk ediyorlar.

Beyaz, kahverengi ve mavi renklerin hakimiyeti göze çarpıyor.

SANKİ EGE'DEYİZ

Sanki Ege'deyiz ve burası Bodrum. Yok yok burada daha başka bir hava var. Tamam yine Ege'deyiz ama burası Yunanistan'ın daha çok Rodos'u gibi. Yani o hava esiyor. Böyle düşünürken sonradan burasının Cumhuriyet kurulmadan önce bir Rum kasabası olduğunu öğreniyorum. Yunanca adının "Epivates" olduğunu da. İlk yerleşim yeri olmasının hikayesi, mübadele döneminde Selanik'ten göçen Türklerin gelmesi ile başlıyor.

BÖLGE HALKI GELENLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

Kent merkezinden uzaklaştıkça yeşillikler, ağaçlar ve çiçeklerin saltanatı başlıyor. İhtiyarlar evlerinin önündeki banklarda serinliyorlar. Ve tam bir ev sahibi gibi gelenleri ağırlıyorlar.

GENİŞ BİR KUMSALI VAR

Uzun, upuzun bir sahil şeridi. Geniş çok geniş bir kumsal. Üzerinde insanlar ve çocuklar. Denize girenler, güneşlenenler... Sesleri boşlukta yankılanıyor.

EVLERİN CANLI RENKLERİ GÖZ ALIYOR

Eski mahallede dolaştıkça yollar yokuşlaşıyor, sokaklar darlaşıyor. Evler farklı farklı ama mutlaka canlı renklere boyanmış burada.

SOĞUĞU DA SICAĞI KADAR KESKİN OLMALI

Bu sokaklarda insanlar kaç yüzyıldır iç içe yaşıyor olmalı. Sıcağı ne kadar keskinse soğuğu da öyle olmalı. Bu hissediliyor.

EVLERİN BOYLARI TEPEYE ÇIKTIKÇA ALÇALIYOR

Her sokakta aynı sonla karşılaşıyoruz. Her sokak mutlaka maviye yani deniz manzarasına açılıyor. Evlerin boyları gittikçe daha da alçalıyor.

ARA SOKAKLAR KAVİSLİ

Ara sokaklarda hep bir kavis var. Sanki yağmur yağınca ya da kar, evlere zarar vermeden yağanı akıtmak için kıvrımlı yapmışlar ya da bütün evler güneş alsın diye böyle sıralanmış ya da birbirlerinin evine hakim olmak için böyle dizilmiş gibi.

HER YERDE ANLI ŞANLI TÜRK BAYRAĞI

Kıyılara hakim bölgelerde gökyüzünün mavisi ile denizin laciverdi buluşuyor ve istisnasız her duvarda ay yıldızlı bir Türk bayrağı salınıyor.

KAPININ ÖNÜNDE PARK ETMİŞ TRAKTÖR MANZARASI

Tarım kentinde dolaşırken kapının önünde park etmiş bir traktör, insana hiç de yabancı gelmiyor.

PERCERE MİMARİSİ HAVA ŞARTLARINI BELGELİYOR

Sahile yakın evlerin pencereleri Foça ya da Akçay evlerinde olduğu gibi çift aşamalı korunmuş olduğunu görüyoruz. Ama burada onlarda olduğu gibi ahşap malzemeden değil metalden yararlanılmış. Kışları daha çetin geçtiğini buradan da tahmin edebiliyorsun.

YIKILMIŞ BİNALARDA ESKİ HİKAYELER SAKLI

En tepedeki denize nazır üç katlı ahşap evin yıkık hali ve bir kaza olmasın diye alınan kafes önlemler göze çarpıyor. Kim bilir orada kaç aile yaşadı. Kaç çocuk o tepede top oynarken aşağıya düşmesin diye annesi tarafından yüz kez peşinden koşuldu. İnsanın aklından bu evi alıp, onarmak ve yaşanmışlıkları geri getirmek geçiyor.

KÖŞE BAŞINDA SOHBET KÖŞESİ

Tam köşede mahallelinin gelip oturduğu sohbet ettiği bir köşe var. İşte buranın ne kadar özel ve sosyalleşmeye yatkın bir yer olduğunun bir başka kanıtı.

AHDE VEFA DEDİKLERİNE ÖRNEK BİR SEMBOL

Ya bu sembol. Burada eskiden yaşayan ve genç yaşta geçirdiği trafik kazası ile felç olan Erol Aygören'in anısına dikilmiş. Beşiktaşlı olmasına vurgu yapılarak hatırası yad ediliyor. Aygören, askerden izinli geldiği bir sırada, yine bir askerin uğurlama töreninde kullandığı traktörden düşerek felç oluyor. Çok sevdiği askerliği böylelikle yarım kalan Erol Bey, artık o kazadan sonra, beldeden her asker uğurlamasında yanına gelinerek, eli öpülen ve "hoşça kal" denilen bir isim oluyor. Bu durum Aygören'in vefatına kadar devam ediyor.

HER KÖŞESİ AYRI

Yine sokak araları. Yine eski evlerin yıkık ama cazip halleri.

BİNALARIN PENCERELERİNDEN DENİZ MANZARASI

Kurtarılmayı bekleyen esirler gibi binaların pencerelerinin eşsiz manzarasından bakmak isteği. Gerçekten de burada kendinizi farklı hissediyorsunuz.

GÜZEL OLAN SİZSİNİZ

Mesela bu amcayı hiç tanıyordum. Yanına oturuyorum. "Güzel burası değil mi?" diyor. "Güzel" diyorum. "Birlikte fotoğraf çektirelim." diyorum. "Olur" diyor. Yanaşıyorum. Sonra omuzuna elimi koyuyorum. Sonra başımı omuzuna yaslıyorum. Hiç yabancılamıyor. Sonra fotoğrafı gösteriyorum. Gülümsüyor. Bu bende de olsun diyor. Telefon numarasını istiyorum. Cebinden eski tip bir telefon çıkarıyor. Ama buna gönderilmez ki diyorum. Çaresiz elini öpüp, oradan ayrılıyorum. Arkamızdan "Siz ne güzel insanlarsınız." diye sesleniyor. Halbuki güzel olan onun baba omuzu ve Bigados'un insanı mutlu eden havası.