Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli
Özel İçerik

Vakanüvis

Bundan 26 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda alınan bir kararla 3 Aralık günü, Dünya Engelliler Günü ilan edildi. BM, 1992 yılından bu yana her 3 Aralık gününde, dünya çapında etkinliklerle engelliler konusunda farkındalık oluşturmaya çalışıyor.

ENGELLİ YUNAN TANRSINI ANNESİ UÇURUMDAN AŞAĞI ATMIŞTI

Bu çabalar ne kadar güzelse dünya tarihinde uzun asırlar boyunca engelli karşıtı / düşmanı hal de o kadar çirkin. Antik çağlardaki hurafe dolu inançlar, engellileri, “kötü ruhlar, içine şeytan kaçma” vb gibi “argümanlarla” izah ediyor ve buna göre de davranıyordu. Hukukun üstünlüğüne değil, üstünlerin hukukuna göre kurgulanmış yaşantısıyla Eski Yunan, engelliler için tam bir cehennemdi.

Yunan toplumundaki sakatlara yönelik sakat bakış; en başta, dinlerini şekillendiren mitolojilerinde görülüyordu. Mebzul miktardaki tanrılar, “mükemmel insan” formundan hareketle hep çok gösterişli tasvir ediliyordu. Panteonda bir tek “sakat tanrı” vardı, o da “Demirciler Tanrısı”” Hephaistos’tu. Sakat doğan Hephaistos’tan utanan annesi onu Olympos’tan aşağı fırlatmıştı. Hephaistos, sonra bir şekilde dağın zirvesine geri dönmüş ve tanrılığını sürdürmüştü.

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

EFLATUN: SAĞLAM KAFA, SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR

Yunan düşüncesinin Kurucu Babalarından Aristo, yeryüzündeki canlı varlıklar sıralamasında engellileri en alt sıraya koyuyordu. Bu sıralaması; tanrılar, melekler, hayvanlar, insanlar, engelli insanlar ve şeytan şeklindeydi. Dönemin diğer ağır topu Eflatun’un görüşleri de çok farklı değildi: “Bir ülkede engellilerin bulunması, o ülkeye zarardır, gelişmesine engeldir. Engellilerin evlenip üremeleri, ülkenin zayıf düşmesine yol açar. Akıl hastaları da aynı şekildedir. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.”

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

Birçok şehir devletinin yasalarında engelli bebeklerin yok edilmesi hükmü vardı. Yunanlı jinekolog Soranos, “Yetiştirmeye Değer Bir Çocuğun Tanınması” isimli kitabında, “ Çocuk vücudu, her yönüyle mükemmel olmalıdır. Boyutları ve biçimi uygun olmalı ve doğal uyaranlara tepki vermelidir” diye yazıyordu. Çin, diğer Uzak Doğu coğrafyaları, kast sistemine dayalı Hindistan bölgesinde de durum çok farklı değildi.

ROMA’DA ENGELLİ ÇOCUKLAR TİBER NEHRİNDE YOK EDİLİRDİ

Yüksek dozda haz ve kaba kuvvete dayalı bir dünya görüşünün hakim olduğu Roma’da da, engelliler ya fiziki zulüm görüyor ya da aşağılanıyorlardı. Savaşçı anlayışta, savaşa katkısı olmayanlara yer yoktu.  Engeliler sık sık Roma’daki Tiber nehrine ya da su kanallarına atılırdı. Toplumun eğlenceci tarafına hitap etmesi için de kimi engelliler gösteriler için yaşatılırdı. Bir babanın; engelinden dolayı yüzü, vücudunun belli bir yeri ya da hareketleri farklı çocuğunu palyaço olarak kullanılmak üzere organizatörlere vermesi devrin “olağan” tutumlarındandı. Romalılar, cüceler ve kör erkekleri, kadınlar ve hayvanlarla dövüştürülerek de eğleniyorlardı. Roma’nın tek engelli imparatoru Claudius ise hayatını, üst seviye bir aileden gelişine borçluydu. Ki, imparator olmadan önce kendisiyle alay eden çok sayıda yönetici, zengin, senatör olmuştu. Annesi Antonia bile çocuğunu sık sık aşağılar, ondan “Yarısı tamamlanmış erkek canavar” diye bahsederdi.

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

ORTAÇAĞ’DA ENGELLİLER

Ortaçağ, engellilerin kötü ruhlarla en fazla ilişkilendirildikleri bir dönem olmuştu. Bedensel yapısı biraz farklı olan, zihinsel davranışları genel kabullerin biraz dışında olanlar bile “İçinde şeytan var” denilerek akıl almaz işkencelere maruz kalıyordu. Engizisyonun “insan yakma pratiği” de işin içine girince koca Avrupa kıtası, engelliler için adeta sürek avlarının düzenlendiği bir coğrafyaya dönüşmüştü.

Kayıtlarda binlerle ifade edilen “cadı yakma” eylemleri, çoğu zihinsel engelli kadının, bu durumlarının kötü ruhlardan, şeytandan kaynaklandığı sanrısıyla yapılan katliamlardı. Dönemdeki durumun vahameti şuradan da anlaşılmalı ki, engellilerin en şanslı olanları, izbe ve pis yerlerde, toplum içine karışmadan yaşamaya mahkum edilenlerdi. Aslında bu da bir yok etme yöntemiydi, çünkü fevkalade sağlıksız koşullarda barınmaya mecbur bırakılan engelliler, zaten dezavantajlı sağlık durumlarından dolayı kısa sürede hayata veda ediyorlardı.

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

“ÇAĞDAŞ” AVRUPA’YA GELİNCE… ALMANYA’DAN ENGELLİYE ÇOCUK YASAĞI

Geçen yüzyılın Avrupası da, engelliler konusunda köklerinden aldığı lanetli mirası hakkını verecek bir performans göstermişti. 1900’lerin çok sayıda Batılı ülkesi yasal metinlerinde bile engellilere yan bakıyordu. Adı konmamış sosyal dışlanma ise Avrupa’nın hemen her şehrinde vardı. Avrupalılar, bu konuda Nazileri günah keçisi görmeye, böylece kendi ayıplarını saklamaya meyyaldirler. Oysa Hitler Almanyası’nın kendilerinden bir farkı varsa, o da, onlar bu insanlık suçunu daha bir fütursuzca işlemeleriydi. 14 Temmuz 1933 tarihinde çıkan bir yasaya göre, bedensel veya zihinsel engellilerin bu durumlarını doğacak çocuklara da aktarmamaları için çocuk sahibi olmaları yasaklanmıştı.

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

Bu yasayla birlikte şizofren, manikdepresif, epilepsi, genetik görme engelliler, sağırlar, alkolikler ve doğuştan engelliler kontrol altına alınmıştı. Yasa gereği özellikle diş doktorlarına, hemşirelere, masörlere, ebelere ve doktorlara tespit ettikleri vakaları devlete bildirme mecburiyeti getirilmişti. (Genetik zinciri kesen bu yöntem o kadar “etkin” olmuştu ki, Almanya bugün engelli sayısının gerek komşularına gerekse dünya ortalamasına göre çok düşük olduğu bir ülkedir) Yine Naziler döneminde engelliler yönelik ötenazi de yaygın bir yöntemdi.

ŞİKAGO BELEDİYESİ: ENGELLİLER ORTALIKTA GÖZÜKMESİN

Hemen her konuda Almanlar’dan hesap soran “Hür Dünya”, engelliler konusunda ise tam bir “omerta kuralı” benimsemişti. Nurnberg mahkemelerinde yargılanmayan tek konu, Nazilerin sakatlara yönelik uygulamalarıydı. Çünkü o dönemde ABD, Kanada, İsviçre, Danimarka, İsveç ve başka Batı ülkelerinde de sakatlara karşı zorunlu kısırlaştırma uygulamaları yürürlükteydi ve bu uygulamalar 1950’lere kadar devam edecekti.  Amerika’da ise 1930’lu yıllarda birçok eyalette evlenme, çalışma ve eğitim gibi  hakları engellenen zihinsel engelli bireylere, verilen tek “şans / hak” ise savaşa katılmalarıydı.

Kolayca anlaşılacağı gibi, bu bir imkan filan değil, “Savaşta işe yararlarsa ne ala yaramazlar da başlarına bir iş gelirse onlardan kolayca kurtulma” düşüncesinin fiiliyata geçirilmesiydi. “Amerikan aklı”, kendilerini savunacak güçte olmayan bu insanları yasalara dayanarak yok etmenin bir yolunu bulmuştu. ABD, sonraki yıllarda da engelliler için kolay bir ülke olmadı. Düşünün ki, 1960’ların ortalarına kadar bile Chicago’da belediye onaylı bir levhada şunlar yazmaktaydı: “Göz zevkini bozan hasta, engelli, kötürüm veya başka bir şekilde bozukluğu olan kişiler sokaklarda gezinemez, şehirdeki kamu alanlarına giremez ve halka kendini teşhir edemez.” Kısacası koca bir kıta “ölen ölür, kalan sağlar bizimledir” anafikrini taşıyan “Sosyal Darwinizm”in pençesindeydi.

Avrupa'nın engelliler konusunda geçmişi kirli

İNSANLIĞIN YÜZ AKI İSLAM MEDENİYETİ

Değişik medeniyet ve dinlerde engelliler için durum bu iken, İslam dini ve medeniyeti ise bu konuda  insanlığa altın tablolar armağan etti. Kur’an-ı Kerim’in hükümleri ve Peygamber Efendimizin söz ve davranışları engelliler için manevi temelli maddi bir kalkan olmuştu. Engellilerle bağlantı kurulabilecek ayetlerde, onların dezavantajlı durumu vurgulanıyordu. Nûr Suresi, 61’inci ayette, “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da, size de güçlük yoktur” (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar) denilirken, Fetih Suresi 17’nci ayette de, “Köre sıkıntı yok, topala sıkıntı yok, hastaya da sıkıntı yoktur. Kim Allah’a ve elçisine boyun eğerse onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse onu da acıklı bir azaba sokar” hükmü yer alıyor.

Yine Peygamber Efendimiz, bir gün bulunduğu bir yerde bir Sahabe, kendisini özürlülerden üstün görünce “Allah size yardım ediyor ve rızık da veriyorsa bu ancak aranızda bulunan zayıf kişilerin hatırınadır” buyurmuştu. Dolayısıyla Emeviler Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve sair Müslüman devletlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda engellilere yönelik hizmetler ileri düzeydeydi. Bimarhanelerde gerek zihinsel gerek ortopedik engelliler için dönemin en ileri teknikleriyle tedaviler uygulanmaya çalışılıyor, tıp ilminin çaresiz kaldığı noktalarda ise engellilerin geri kalan ömürlerini rahat geçirebilmeleri için ne lazımsa yapılıyordu.

KAYNAK

Pierre Ancet, Ucube Bedenlerin Fenomenolojisi

Lois Martin, Cadılığın Tarihi

Yrd. Doç. Dr. Salim Özer, İslam ve Diğer Medeniyetlerin Engelliye Bakışı, Bilimname 2015

Çağrı Doğan, Engelliler: Postmodern Kapitalizmin Sakatları, Birikim, Mayıs 2008