Sevinç Erbulak: Yazmak çok tutkulu bir şey, nokta koyamıyorsun
Özel İçerik

Sevinç Erbulak

Ekranda nasıl görüyorsak öyle bir Sevinç Erbulak’tı karşımdaki; öylesine sıcakkanlı, sevgi dolu, hep çok heyecanlı ve ille de güler yüzlü… 1 saat su gibi aktı da geçti. Yeni kitabından, oyunculuğundan, totemlerinden, her şeyden konuştuk. O kadar çok konuşmuşuz ki, röportaj da uzadı tabii. Bu sebepten röportajımızı iki bölümde yayınlayacağım.

İşte böyle efendim, arkası yarın…

KAVİN BAŞTA OLMAK ÜZERE ÇOK GÜZEL ÖĞRETMENLERİM VAR HAYATTA


- Çok güzel bir hayal dünyanız olduğunu düşünüyorum. Peki siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Buna aslında kızıma, anneme, özellikle öğrencilerime falan sorsan sıkı anlatırlar. Ne diyeceklerini de çok merak ediyorum. Ama ben kendimi nasıl tanımlarım? Yapı olarak heyecanlı, işte böyle hayal dünyasında dolaşmaya meyilli, perilere inanan, objelerin konuştuğuna inanan, ruh üflemenin sadece insan bedeninin içinde o kadar sınırlı bir alanın içinde yaşadığını düşünmeyen biriyim…

12 yaşında bir kızım var, Zeynep Kavin. O ve öğrencilerim, özellikle Kavin başta olmak üzere çok güzel öğretmenlerim hayatta. Onlar iyi ki varlar. Tam bir kediseverim. Aslında bir hayvanseverim ama kedilerle çok büyük, başka türlü bir iletişimim var. Dünyanın en şahane hayvanları olduğunu düşünüyorum; kediler ve karıncayiyenlerin…

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

EN GÜZEL PERŞEMBE


- Ne zamandır oyunculuk yapıyorsunuz?

25 senedir Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yapıyorum. Mezun olduğum okul, klasik baleden sonra, konservatuarım Müjdat Gezen Sanat Merkezi. Orada yaklaşık 18 senedir Oyunculuk Eğitmenliği yapıyorum.

- Aktif olarak nerede eğitim veriyorsunuz? Erbulak Evi ne durumda?

Erbulak Evi’nde ilk iki sene eğitim verdim. Şu anda orada değilim. O kadar kalabalık bir hayatım olmamasına rağmen bölmek zorunda olduğum, disipline etmek zorunda olduğum bir hayatım var. Zaman zaman televizyon oluyor, tiyatro her zaman oluyor. Prova var, seslenen kitap. Sonra Kavin; ben aslında her şeyde Kavin’in içine girerek, içinden geçerek devam ediyorum hayata, o müsaade, icazet verdikçe. Büyük patron o.

Şu anda sadece Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde ders veriyorum her perşembe. Adına da “En Güzel Perşembe” diyorum…

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

KİTAP SESLENDİRDİĞİMDE BİR ŞEY BIRAKIYORMUŞUM GİBİ GELİYOR


- Yazarlık serüveninize geçmeden önce bir de kitap seslendirmenizden bahsedelim mi?

Seslenen Kitap, Storytel diye bir şey çıktı. Ben dinleyicisi değilim. Benim kitapları hâlâ o tarz bir okumaya vaktim var. Vaktim var derken, bu vakit ayırdığım bir şey zaten ve çizerek, yazarak okumayı seviyorum okur olarak. Ama çok ciddi bir kitleye de hitap ettiğini görüyorum. Ki bir başka kalabalığın da hayatını çok kolaylaştırdığını, trafiği trafiksizleştirdiğini düşünüyorum. Dediğim gibi ben çok tercih etmiyorum, ama tercih edenlerin hayatına çok güzel dokunduğumuzu düşünüyorum bunu yapan oyuncular ve seslendirmeciler olarak.

Ben yapmayı tercih etmiyorum derken yanlış anlaşılmasın. Ben yapmayı tercih ettiğim ve çok sevdiğim için yapıyorum. Ama hâlâ kitap almayı ve “Ah! Seni seviyorum, beni mahvettin!” yazmayı da seviyorum.

- Ben “Tutsak Güneş”i dinledim sizin sesinizden; harikaydınız. Yaşayarak okumuşsunuz…

Dinledin mi? (Heyecanlı) Tutsak Güneş benim çok sevdiğim bir roman. Ben hiç dinleyemiyorum ama kendi sesimi. Kendimi televizyonda seyrederken de böyleyim. Ama bu herkeste böyle bence. Sen de kendi sesini kayıttan dinlerken böyle düşünüyorsundur.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

- Sırada başka bir kitap var mı?

Tutsak Güneş’ten sonra daha iki gün önce Kumral Ada Mavi Tuna’yı bitirdim. O da benim kuşağımın kızının ya da oğlunun adının Ada ve Tuna veya Arasolmasının nedenidir. Ben 20 sene sonra geçen hafta döndüm o kitaba. Canlandırarak geri dönmek inanılmaz bir deneyimdi benim için.

- Kitap seslendiriyor olmak size nasıl hissettiriyor?

Bir şey bırakıyormuşum gibi geliyor. Bu tarz bir iddiadan değil aslında. Sadece sümüklüböcekler iz bırakıyor hayatta, tamamen de böyle düşünüyorum ama. Bıraktığım bir şey var ve o güzel. Yani o kalacak, baksana benden sonra da yaşayacak. Bu çok değerli!

- Yani aslında belki dinlemeyi değil, okumayı tercih ediyoruz. Ama bunu yapabildiğimiz için yapıyoruz. Yapamıyor da olabilirdik…

Tabii yapamayanlar da var. Zaman zaman görme engelliler için de çalışıyorum. Bunun dışında da gerçekten kitap okumak, bu çağda lüks bir şey. Okuma eylemi değil de, zaman ayırabilmek. Çünkü bu ülke ve indirgediğinde bu şehir, hep bir yerlere geç kaldığın ve ekseriyetle şimdiki zamanını soluyamadığın bir şehir. Şu anı solurken hep bir adım sonrasına geç kalacağını hissediyorsun. O, akıntıda bir kütük gibi ilerlemeye özendiren bir şehir. Çünkü onun yaşayamıyoruz.

- İnatla da burada yaşıyoruz ama : )

İnatla mı yaşıyoruz, burada yaşamaya mecbur muyuz? (Gülüyor)

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

TABİİ Kİ TAKINTILI BİR İNSANIM


- Her şeyi bir çırpıda konuştuk sanki. Ama şöyle bir sorum var. Çok yoğun bir hayatınız var. Bir gününüz rutin olarak nasıl geçiyor? Bence biraz takıntıları olan bir insansınız. Yanılıyor muyum?

Evet, ben bir obsesif kompülsifim. Tabii ki takıntılı bir insanım. Kurtulmaya çalıştığım çok takıntım var. O da değişiyor, kurtulabiliyorum ve tekrar aynı şekilde geri gelebiliyorlar hayatıma. Bu obsesyonlarımın içindeki birinci kavram totemci biri olmak. Köşeyi dönünce falan falan olursa, ilk gördüğüm renk şu olursa gibi…

- Hayatınızı nasıl etkiliyor peki?

Bu durum abarıyor bazen. Bu özellikle beceriklilik üzerine kurulu. Yani bu ne demek? Bir oyun çıkarırken mesela, onun beni mutlu edip etmeyeceğini bilmiyorum ya seyirciyle buluşmadan önce. O bir piyango yani. Masa başı çalışması ya da birbirinizi çok severek çalıştığınız oyunlar bazen seyirciyle buluştuğunda, “Hiç böyle olacağını hissetmemiştim” diyoruz; iyisiyle ve kötüsüyle, bu da değişiyor. O zaman totemler tüm hayatımı altüst ediyor. İşte market poşetleriyle on kere otomata basıp falan karesini görebilirsem gibi fiziki olarak hayatımı zorlaştıran şeylere dönüyor…

- Çözmek için bir şey yaptınız mı?

Bunu danıştım psikoloğuma. Psikoloğa gidiyorum ve çok memnunum. Diş ağrısı gibi, benim ruhum ağrır ekseriyetle. Sadece beni ilgilendirmesi gerekmez o ağrının, ama beni de ilgilendiren şeylerden ötürü ağrır. O da bunları en azından azaltmam gerektiğini anlatıyor. Ona katılıyorum. Ödevimi de yapıyorum. “Hadi!”diyorum, “Bu kadar da takıntılı olma!”

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

- Ya sonra…

Mesela, “Ayrılık” oyununu oynuyoruz Fırat’la (Tanış) yaklaşık 2,5 senedir. Oyun parfümlerim farklı, oyun çoraplarım, her oyunun çantası falan farklı. Bunlar hiç değiştirmek istemediğim. Bunları obsesyon olarak görmüyorum. Bunlar uğur, totem.  Tabii ki karşıdan obsesyon olarak görünüyordur. (Gülüyor)

Orada bir tane kolyem var. O oyun için aldığım bir kolye değil. O gün yine takmışım, gündelik kolyem. Oyuna çıkmışım yanlışlıkla onunla. Sorun yok, bu hayatı altüst edebilecek bir şey değil. Boynumda bir kolye var ve seyirci onun daha evvel takılıp takılmadığını bilmiyor. Ben de onu takınca boğulmayacağımı filan biliyorum. Yeni bir şey o mesela.

- Eyvah! Ne oldu peki o kolyeye?

Beni zaten çok mutlu eden bir oyun. Kendimi çok iyi hissettiğim, çok eğlendiğim, hep öğrencilerime dediğim gibi, o sırada başka bir şey yapmayı aklımın sınırlarından geçirmediğim kadar sadece orada olmak istediğim bir oyun. Şimdiki zamanı yakaladığım ender yerlerden biri sahne. Hayat değil yani, sahne. Kolyeyi taktığım gün çok iyi geçmişti oyun ve otomatik olarak o kolye, oyunun totem kolyesi oldu. Ve tabii ki bir gün onu unutarak oyuna gittim. Daha kuliste oyun başlayana kadar kendime yaşamı kararttım. Yani o kadar kötü şeyler olacağını düşündüm ki!

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

- Neler olabilirdi mesela?

Totemcilik burada insanı çok bozan bir şey, hiç kötü bir şey olmayacak olmasına rağmen neler düşünüyorsun. Kötü ne zaten sahnede? Şaşırmak maşırmak, yani hayat. Ama öğrencilerime ters düşecek şekilde, “Çocuklar saçmalamayın. Sahne son derece kusurlu bir yerdir. Çünkü hayat da en az sahne kadar kusurludur. Takılmalar, teklemeler tıpkı hayattaki gibi olacak. Boş verin Allah aşkına rahat olun benim dersimde” diyen ben kendi kendimi öyle bir doldurdum ki, o oyunda artık kendimi güldürecek kadar şaşırdım.

- Kavin hayatınızda pek çok şey değiştirmiş olmalı?

Kızımın doğumuna kadarla doğumu benim için bir milat. Ama bu kutsallıkla ilgili bir milat değil. Kavin’den sonra çok farklıyım. Çok hızlıyım. Kavin doğdu ve ben şu anda bambaşka biriyim. Annelik mi böyle bir şey, onun kızı olmak mı? Orada biraz dilemma var benim için. Kavin doğduktan sonra sahne benim için şöyle bir yer oldu, başıma ne gelirse gelsin şu cümleyi kurdurdu: “Olsun ya, ben Kavin’i doğurdum. Bu bana ne yapabilir? Kavin var!”

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

ÇÜNKÜ HERKES BİR BAŞKA ŞEY YAPARAK ŞİFALANIYOR


- Yazar olan yönünüzü nasıl keşfettiniz?

Hiç öyle bir keşfim olmadı.

- Yine de bir şeyler sizde yazma hissi uyandırmış diyelim o halde…

Dünyanın şu an gitmekte olduğu yer, yaşadığım ülke, iyisiyle ve kötüsüyle tanıklık ettiğim olaylar bana dokunuyor, bana değiyor, beni etkiliyor. Görmezden gelemiyorum ya da geldiğim için o görmezden gelişlerimle sorun yaşıyorum. Dolayısıyla şifalandırma enerjisine ihtiyaç duyuyorum; bu hiç öyle gelişim kitaplarındaki şifalandırma enerjisi değil ama. “Aynada kendini gör ve içini kotar”, o değil.

- Nasıl şifalanırız sizce?

Şifa kelimesini çok seviyorum ve herkesin şifa bulduğu şey başka. İşte totemler, insanlar, ilişkiler, hayvanlar şifalandırabilir. Tabii ki bir okur olarak kesin söyleyebilirim ki, yazmakla ilgili hiç böyle kesin cümlelerim olmayacak belki ama “Okumak şifalandıran bir şey”. Çünkü ben şifalanıyorum okuduğum zaman.

- Belki de aktarmak ihtiyacı aslında… Ben sizi Instagram’dan takip ederken böyle düşünüyorum. Özellikle gece yatmadan önce şöyle bir bakıyorum ne yazmışsınız diye…

Aslında o, gece okuduğun şeyler muhtemelen kendimi şifalandırarak uyku öncesi kendime yazdığım şeyler. En direkt olarak kendime yaptığım şeyler. Sonra ben de senin o fark ettiğini fark ettim. Birilerine iyi geliyor, evet. Birilerinin, birilerine iyi gelmesine çok ihtiyacımız olan dönemlerden geçiyoruz. Sadece ülke değil, dünya da. Hep gitmiş, diyalektik bilgisi olan herkesin bildiği gibi tarih boyunca. Kenetlenmiş insanlar, iyi bir yerde toplanmış kötüye karşı. Masal gibi düşün. Hiçbir şey keşfetmedim o yüzden yazmayla ilgili. Zaten yazıyordum ve hediye ediyordum. Arkadaşlarıma öyküler hediye ediyordum. Çünkü herkes bir başka şey yaparak şifalanıyor; biri heykel yapıyor, biri besteliyor, öbürü tiyatro oyunu yazıyor, öbürü âşık oluyor. Yazmak böyle büyük bir şey olarak tınılıyor ya!

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

ARKADAŞLAR, BU BİR KİTAP!


- Kitabınızı ilk gördüğünüzde hissettiğiniz şey neydi?

Kitabı yayınevinde ilk gördüğümde şöyle bir duyguya kapıldım. Her zaman görüştüğüm ve kitabın edit aşamasında hep birlikte olduğum dostlarıma, “Arkadaşlar, bu bir kitap!” dediğimi hatırlıyorum. Halbuki kitap benim için sevdiğim yazarın yeni kitabı çıkacağını öğrendiğimde beni kitabevine koşturan, elime aldığım, hemen eve gittiğim ve bire bir onunla kendi dünyama kapanarak mutlu olduğum bir şey.

- Şimdi aynısını sizin için yapıyorlar. Düşününce bu güçlü bir duygu olmalı!

İnanılmazmış… Güçlü mü bilmiyorum, ama biraz mukayese etmeye kalktım, sonra kendime “N’apıyorsun?” dedim. “Neye benziyor? Yaşadığım daha önceki neye benziyor?” Ama hiç, hiçbir şeye benzemiyor. Ulaşmak, tanımadığına ulaşmak ve hiç tanıyamayacak olduğuna belki de. Başka bir ülkeye, başka bir şehre… Böyle de deneyimliyorsun. Onun sana bir satırını yollaması, senin bir kelimeni, bir hissini yollaması ya da zaman zaman senden daha iyi tarif etmesi çok çarpıcı biçimde bunu da yaşıyorum.

- Bir şeye benzetseniz peki, neye benziyor?

Bundaki keyfi, Kavin’in büyümesine tanıklık ettiğim, o böyle bir şey yaptığında “Büyüdü mü ya? Büyüyor!” diye keşfettiğim anlarda yaşamıştım. Mukayese edilecekse, böyle bir şeyle mukayese edilebilir.

Zaten dediğim gibi, bundan vazgeçtim artık hiçbir şeyle karşılaştırmıyorum ve tamamen yaşıyorum içinde; zevkine varıyorum.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

YAZMAK ÇOK TUTKULU BİR ŞEY, NOKTA KOYAMIYORSUN


- Kitabın sonunda şöyle bir cümleniz var: Anlamı olan şeyler yazılmaz.

Yazılmaz, evet. Çünkü anlamı olan şeyler yaşanır. Bunu en güzel Yıldız Kenter söylüyor: “Mutluluk, anımsanan bir şeydir”. Yani şu an mutluysan, şu anın adını koyamazsın diyor. “Mephisto’daydık. Ne kadar hoş bir gündü. Çok zor yetişmiştik, ama tost yedik, sohbet ettik. O da totemciydi…” gibi, oradaki hissimi güzel hatırlıyorsam, onun adı mutluluk, huzur, iyi bir şeydir.

Anlamı olan şeyler de, özellikle yaşarken yazılamaz. Böyle bir kayıtçı olabilir mi insan hayatta? “Bir dakika, dur, bunu yazmalıyım!” Yine de onu biraz da romantik de bitsin diye yüksek ihtimalle, öyle yazdım. Bir de dediğim gibi şuurluydum artık, bir son gerektiğini biliyordum.

Yazmak çok tutkulu bir şey, bitmiyor. Nokta koyamıyorsun. Hissi bu, hep bir virgül!

- Kitabınızın çıkış noktası bu cümle olabilir mi?

Olamaz. (Gülüyor) Bunun bir kitap olacağını bilmiyordum. Yazıyordum 2013’ten beri; ama kitabın o son bölümünü bunun bir kitap olacağını bilerek ve o yazdığım bölümün de son bölüm olduğunu bilerek yazdım. Bu iyi bir şey değil. Şundan ötürü değil. Bu kişisel tabii, benim hissim.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

- En sevdiğiniz kelime “bilmiyorum” mu gerçekten? Kitabınız da bu kelime ile bitiyor.

Bu dünyada en sevdiğim tek kelime. Evet, evet çok iyi bir kelimedir. Gerçekten bilmiyorsan, çok iyi bir kelimedir. Hiç negatif tınlamaz bende. Bütün derslerimin ve atölyelerimin adı da “Bilmiyorum Atölyesi”dir.

Bunun da bir hikâyesi var elbet : )

Bir öğrencim sayesinde bu hisse ulaştım. Eğitmenliğimin ilk 7-8 yılında yeni başladığım için “eğitmek” kelimesi çok büyük bir kelimeydi. Hâlâ büyük bir kelimeydi, ama bunu kendime yontuyordum o zaman ve sanki bir öğretmenin, öğrencisi ona bir şey sorduğunda cevabını bilmemesi, çok kusurlu, öğrenci adına çok korkutucu, öğretmen adına da kıyamet bir his. Onun için sordukları bütün sorulara, hakkında en ufak bir fikrim olmasa bile o an dersi kotaracak bir cevap bulup, çünkü 25 sene ileriden gidiyorum yaş olarak, “Bunu haftaya konuşuyoruz, yetmez buna bugün” diyor ve sonraki haftaya iyice çalışıp derse geliyordum. Bir gün bir öğrencim çok ilgilendiğim bir akım ile ilgili aklımın sınırlarından geçen bir soru sordu. Soruya âşık oldum, öyle heyecanlandım ki, otokontrolümü kaybettim. Eğitmen olduğumu unutup sorunun da heyecanıyla “Bilmiyorum” dedim. Çıktı ağzımdan bir anda. Çocuk, elektroşok verilmiş gibi oldu; öğretmenin cevabını bilmediği bir şey var. Ve daha da ileri giderek “Bilmiyorum ve bu nefis bir soru” dedim. Buna birlikte hazırlanacağız deyip eve gittim. Ondan sonra dersin adı “Bilmiyorum Atölyesi” oldu. Şu an ilk tanıştığımızda öğrencilerime çat diye önce bunu söylerim. Bu konuşma akışı içinde öyle bir meslek yapıyoruz ki, daldan dala derslerimiz.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

GERÇEKTEN KOLYEMİN BİR PARÇASINI KAYBETTİM


- 2013’ten beri yazıyormuşsunuz; ama bu kitabın konusu nereden ya da nasıl çıktı?

Yazıyordum, duruyordum, kaybediyordum yazıklarımı. Artıkaranmayanlar Gezegeni içindeki küçük bir öykünün adıydı. O da şuradan çıktı. Obje bağımlılığım var. Zaman zaman totemlerim gibi abarıyor. Gerçekten kolyemin bir parçasını, kolunu kaybettim; bir palyaço kolyenin. Onu da öyle bıraktım orada ve bu beni tahmin edemeyeceğin kadar üzdü. Hiçbir totemsel bağlantıdan ötürü değil. Önce sadece “Nerede?” dedim, evde aradım. Kim bilir ne zaman düşürdüm ve nerede? Tamamen oradan çıktı işte. Nereye gidiyor olabilirler. Gerçekçi anlamda çöpe ve yok oluyorlar. Ya gitmiyorlarsa, ya aralarında karar verip ya da bireysel olarak bir yere yürüyorlarsa nereye gidiyor olabilirler? Niye böyle şeyler düşünüyorum ben? (Gülüyor)

- Başka da oluyor mu böyle düşündüğünüz şeyler?

Yollarda filan da görürüz böyle küçük parçalar. Ben mesela benzincide raftaki en çirkin renkli, sigarayla yanmış ayıcığı alırım. Onları kimse almaz. Kusurludur veya eksiktir onlar. Birilerinin bu dünyada onlarla ilgilenmesi gerekiyor gibi geliyor bana.

- Bu kitap başka yeni ve güzel şeylere uzanacak gibi… Var mı öyle bir şeyler?

Şimdi şöyle bir şey yapıyorum mesela, şu anki çalışmamda. Biri bir şeyimi istediği an, şu an üzerimde olan, eğer babam almadıysa, kızımın hediyesi değilse, ki oraya bile yakınım ama henüz yapmadım, hemen onu çıkarıp o insana veriyorum. Bana şey gibi geliyor, bende yolculuğu bitmiş, araç değiştirmesi gerekiyormuş gibi. Bunu da kitabın daha sadece ilk bölümünü okuyan bir komşum, anneme bir hasta pastası yapmıştı. Yanında bir de kutu verdi; yüzük kutusu. Kutunun üzerinde şöyle yazıyordu: “Sevinççiğim, bu yüzük bende yolunu kaybetmişti. Belki seninle başka türlü bir hayatı olur”.

Ben uçtum, uçtum gerçekten. Hiç böyle bir fikrim yoktu. Hatta kitabın sitesine koyacağız bu fikri. Böyle de bir şey olabilir mi, başlatılabilir mi böyle bir hareket acaba diye.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

HEPSİ ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİKLERİMİZ YÜZÜNDEN


- Kitapta iki mahlukattan bahsederken diyorsunuz ki: Yok canım bunların boyu boyuna olur mu hiç! Sonra da insanların bu ve bunun gibi sevmediğiniz birçok yönünden bahsediyorsunuz. Çok ince düşünceleriniz var gerçekten. Bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?

Bizi çekici buluyorum, kendim de dahil. İnsanım zaten, nasıl bulmayayım… Eleştirdiği şeylerin bütün tuzaklarına kendi de düşen biri olarak söylüyorum. Üstelik insan nasıl davranacağına karar verip yolunu seçtikçe o tuzaklara da daha çok düşüyor. İnsanın çok şekilci olduğuna inanıyorum. Elbette değer ölçülerinin, estetik ölçülerin çok fiziki olduğunu ve bunun, o ruhtaki herkesin ayrı bir gezegen olduğunu savunan hepimizi ışık yıllarınca uzaklaştırdığını ve birbirimizi son derece yanlış değerlendirdiğimizi düşünüyorum. Hepsi öğrenilmiş çaresizliklerimiz yüzünden, çünkü var o çaresizliklerimiz.

- Bu yüzden mi hiç insan yok bu gezegende?

İnsan, tek bir insan o kadar derin ki! Şekilci sığlık da o kadar fakirleştiren bir şey ki! Çok fakir yani insan. O yüzden Artıkaranmayanlar Gezegeni’nde insan yok!

Bildiğimiz anlamda hiç canlı yok zaten. Objeler var, onlar canlı. Bütün çocukların oyuncakları gece o çocukların uyumasını bekliyor. Seninki de bekledi, benimki de. Rüyalarımız, bilinçaltımız bunu bize çok söylüyor: Objenin dili vardır; eşyanın dili vardır. İnsanın enerjisi eşyaya yansır. Bu yüzden eskicilerde, bitpazarlarında bir eşyaya “Bunu eve götürmek istiyorum” ya da “Bunu hiç sevemedim”diyorsun.

Söylenen her sözün sonsuza kadar saklandığı, dolaştığı bir yer var bence. Onun için Artıkaranmayanlar Gezegeni var. Gitmemiş olmamız, bizi oraya almamaları, oranın olmadığı anlamına gelmiyor. Onun altını çizeyim de ben. (Gülüyor)

Arkası yarın...

Sevin Hanım'a, onu yalnız bırakmayan Hepkitap'tan canım Hande'ye ve bize toplantı salonunu açan Beşiktaş Mephisto'dan Funda Hanım'a çok teşekkürler...

Instagram: biyografivekitap