Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi
Özel İçerik

Adem Güneş

Adem Güneş! Pedagoji denince onun adını bilmeyen yok. Kitapları daha ön satışta iken bitiyor, yeni baskıya geçiyor. Çok seviliyor, yazdıkları merak ediliyor. Bunun yanında küstürdüğü bir kesim de var: Çalışan anneler! Son kitabı “Bırak ve Rahatla” üzerine konuşurken, bu konuya da değinmeden bitirmedik. Ve Sevgili Güneş, çalışan annelerin gönlünü alacağı bir kitap hazırlığında olacağını müjdeledi…

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

YAZAR KİMLİĞİMDEN ÇOK, PEDAGOG YANIMI ÖN PLANDA GÖRÜYORUM

- Adem Bey, hakkınızda pek çok bilgiye ulaşabiliyoruz. Ama ben özellikle sizi, sizden dinlemek istiyorum. Adem Güneş kimdir? Kendini nasıl tanımlar?

Bu soruyu yıllar önce sorsaydınız, kendimi size çok iyi anlatırdım… Ama bu gün emin değilim… Çocuk dünyasında fazla oyalandım sanırım; kendi çocukluğumu gördüm… Biraz şaşkınım…

- Neden şaşkınsınız peki?

İnsanı tanımaya çalışırken kendimle karşılaştım, biraz da heyecanlıyım galiba… Kendi olmak, ruhsal özgürlüğü hissetmek, evreni kendi gözleri ile seyretmek, kendi ayakları ile yürümek, garip geliyor biraz; ama acemiyim henüz… Kendimi tanıdıktan sonra size de anlatacağım, söz!

- Anlaştık :) Yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Yazmaya, üniversitede ders notlarımı tutarken başladım. Anlatılan konuları iki ayrı deftere not alıyordum. Birisi, eğitimim için gerekli olan notlardı; diğeri kendi kişisel gelişimim için aldıklarım… Kendime aldığım notları mezun olduktan sonra kenarda bir yerde kaybolmasın diye derlerken, bir arkadaşım bunları okudu, etkilendi ve kitap haline getirmekten bahsetti. Böylece yazarlık serüvenim başladı…

- Şöyle bir dönüp baktığınızda yazar kimliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında yazar kimliğimden daha çok, pedagog yanımı ön planda görüyorum. Danışmanlık süreçleri içinde edindiğim tecrübeler beni geliştiriyor, öğrendiklerimi kitaba aktarıyorum. Okuyucularımdan aldığım en belirgin geri dönüş ‘Kitabınızda kendimi buldum.’ şekilde oluyor. Bu çok doğru, çünkü her bir satır, yaşamın içinden geliyor… Üniversitede dersleri öğrenirken kendime aldığım notlar, şimdilerde hayatı öğrenirken aldığım notlarla devam ediyor…

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

ÖFKELİ YANIMIZIN ONARILABİLECEĞİNE ÇOK İHTİMAL VERMİYORUZ

- Kitaplarınız her zaman çok satıyor. Genel bir değerlendirme daha yapacak olursak, kişisel gelişim, psikoloji kitapları özellikle satıyor. İnsanlar ruh sağlıkları için neden hep bir rehbere ihtiyaç duyar?

İnsan doğasını konuşmak tarihin en eski dönemlerinden beri oldukça ilgi çekiciydi. Eflatun’dan Aristo’ya kadar, tarih öncesi dönemden modern toplumlara kadar dönemde insanlar, insanları anlamak için çaba harcadılar. Ancak psikolojinin yapısal bir bilim dalı halini alması 20.’nci yüzyılda gerçekleşti. Psikoloji, bilim tarihinin en son bilim dalıdır; ama en hızlı gelişen bilimdir. Çünkü laboratuvarınızı sürekli üzerinizde taşıyorsunuz. Bir durumu test etmek için kimyager gibi laboratuvara gitmeye gerek yok, duygularınız her an yanınızda. Canınız sıkıldığında, bu durumu nasıl değiştirebileceğinize odaklanıyorsunuz. Daha önce can sıkıntısı yaşayan ve bu durumdan kurtulmuş kişilerin tecrübelerini dinlemek ve kendinizi onarmak istiyorsunuz. Kaliteli yaşamak istiyorsunuz. Ruhsal özgürlüğe yatkın yanınızla kuş gibi özgürleşmek istiyorsunuz. Bunu nasıl yapacağınızı öğrenmek için bu konuda tecrübesi olanlara ihtiyaç duyuyorsunuz. Bu çok doğal; hatta bir ihtiyaç! İnsan kendi yaşam yolculuğunu sadece kendi tecrübeleri ile sürdürecek olursa, yanılsamalardan kurtulamaz…

- Bırak ve Rahatla, kendi kendine terapi için bir rehber olarak duruyor elimizde. Özellikle de belirtiyorsunuz kapağında: 6 haftalık uygulama programı? Ne olacak bu 6 haftanın sonunda?

En okumuş yazmışımızdan, en az okumuşumuza kadar aslında birçoğumuz kendimizin değişeceğine inancımız çok az. Öfkeli yanımızın onarılabileceğine çok ihtimal vermiyoruz. Hatta öfkeli olduğumuza inanmıyoruz bile, öfkelendirildiğimiz için öfkeliyiz zannediyoruz. Kaygılarımızdan kurtulmak bize çok uzak geliyor. Kaygısızlık, kaygı verecek kadar kaygıya yatkın halde yaşıyoruz. Güvensizlik bize emniyet sağladığı için, güven duygusu imkânsız görünüyor zihnimize. Bırak ve Rahatla kitabında tüm bu gerçekler oldukça yalın bir halde bireyi kendi ile yüzleştiriyor ve ‘İşte sen!’ derken, ‘Ne kadar da çok değişmişim!’ diyerek kendi çocukluk yıllarından bu yana geçen yaşamı gözler önüne seriyor. “Peki ben kendimi yeniden nasıl bulabilir, bir çocuk kadar ruhsal özgürlüğümü nasıl yakalayabilirim?” diye soranlara ise, kendisini 6 haftalık süre içinde nasıl onarabileceğinin pratik uygulamalarını anlatıyor. O ya da bu sebeple bir uzmanla karşılaşmak istemeyen kişiye, kendi kendini nasıl onarabileceğini bütün ayrıntılarını anlatıyor. Sürecin sonunda ne mi oluyor; kitap henüz yeni; ama tek tük gelen mesajlar, maillerle görüyorum ki, kitapta anlatılan süreci uygulayanlar ‘içsel bir genişlik’ elde ediyor ve teşekkürle geri dönüyorlar. Umarım bu artarak devam eder…

- Kapakta özellikle belirtilmiş bir de, QR kod var. Orada neler bekliyor okuru?

Biraz önce bahsettiğim gibi, Bırak ve Rahatla pratik uygulamalarla bireyin kendini onarmasına rehberlik yapan bir kitap. Kitapta adım adım iyi oluş egzersizleri tarif ediliyor… Bu egzersizler sadece metinlerle anlatıldığında anlaşılması zor olabilir diye, bir de videolar şekilde uygulama örneklerine dönüştürdük. Böylece kendini onarmak isteyen bir kişi, kendi seanslarını kendi kendine düzenlerken kitaptaki egzersizlerin nasıl yapıldığını akıllı telefonundan izleyebiliyor… Kitaptaki QR kodlar akıllı telefonla okutulduğunda bu videolara erişim sağlanıyor…

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

BENİM İÇİN KÂBUS OLAN ŞEY, BUGÜN EN KEYİF ALDIĞIM ŞEYE DÖNÜŞTÜ

- Bir çocukken başlayan hikâyemizde, nerede büyüyoruz? İlk travmalarımız bizi bugüne nasıl taşıyor?

Çok doğru bir soru! Nerede büyüyoruz biliyor musunuz, karşılaştığımız olumsuzluklarla baş edemeyip, duygularımızı bastırmaya başladığımızda. Acı veren olaylara karşı dayanabildiğimiz günlerde artık büyüyor ve kendi çocuksu yanımızı kaybediyoruz. Ancak yıllar sonra yaşadığımız öfke, gerginlik ve kaygılarımızın temel sebebi de işte bu bastırarak yönetmeye çalıştığımız duygularımızı artık bastıracak gücümüzün kalmaması ile gün yüzüne çıkıyor. Yıllar geçtikçe huysuzlanıyoruz. Olgunlaşmak yerine hassaslaşıyoruz. Yaşadığımız küçük bir olay karşısında içimizdeki patlamalar büyük ve tahammül edilemez hale bürünüyor… İşte bundan sonra insanlar çözüm arıyor ‘Artık huzur istiyorum!’ diyor. ‘Mutlu olmak istiyorum!’ diyor. ‘Bıktım beklendiğim gibi olmaktan, kendim gibi olmak istiyorum!’ diyor.

- Peki ya çözümü?

Çözüm, yıllar sonra da olsa, kendimizi çocukken bıraktığımız yerden kurtarıp, bastırdığımız duygularımızı özgürleştirmekten geçiyor…

- “Psikolojik problemler, ‘iman zayıflığı’ diyerek basite alınmamalıdır…” diyorsunuz. Bu cümle üzerine konuşalım mı biraz?

Birçok insan kendini din ile iyi etmeye çalışıyor. Bu mümkün mü, bence mümkün! Ancak din, bugünkü yorumlanan hali ile insanı iyi etmek yerine, kendisini kötü hissettiği bir araç haline dönüştü. Din, din ile yorumlanırsa ütopyaya dönüşür, insandan uzaklaşır. Din, insan ile yorumlanmalı, bilim ile yorumlanmalıdır. Pedagoji bir bilimdir, psikoloji bir bilimdir, psikiyatri bir bilimdir, nöroloji bir bilimdir… İnsan kendini iyi hissetmiyorsa, ‘O zaman senin iman zayıflığın var!’ demek, o insana yapılacak en büyük saygısızlıktır. Kimse kimsenin imanının zayıf olduğunu ölçemez, söyleyemez, ima edemez! Kendini iyi hissetmeyen bir insana böyle bir imada bulunursanız o kişi kendisini daha iyi hissetmez; daha kötü hisseder, problemi artar…

- Kitapta örnekler de veriyorsunuz…

Kitapta benim yıllar önce var olan uçak fobimden bahsettim. Bir dönem uçağa binemedim; vücudum kilitleniyordu, kaygılarım artıyor, kendimi çok kötü hissediyordum bir yolculuğa çıkacağım sırada. Bu konuyu samimi olduğunu düşündüğüm bilgisine güvendiğim yaşlıca bir kişiye açmıştım o dönemde. O da bunun sebebinin ‘iman zayıflığı’ olduğunu söylemişti.

- Bu size ne hissettirdi?

Keşke sormasaymışım, çünkü bunu sorana kadar kaygılansam da uçağa biniyordum; ancak bunu duyduktan sonra artık uçağa hiç binemez oldum. Öyle ya, madem imanım zayıf, o zaman ya uçak düşer ve ölürsem zayıf imanla ben ne yaparım diye kaygılarım zirve yapmıştı. Gençlik halimin bu zayıf yanının bu şekilde suiistimal edilmesine bu günlerde çok üzülüyorum. Uçak fobimi ben imanımı güçlendirerek değil, kendimi onararak aştım. Fobilerden kurtulmanın yol ve yöntemleri var, insanları inançları ile korkutmaya gerek yok. Bugün benim en sevdiğim şeylerden biri de, uçak yolculuğu. Bunu imanımı güçlendirerek değil, kendimi onararak başardım. Benim için kâbus olan şey, bu gün en keyif aldığım şeye dönüştü…

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

EŞLERDEN HER İKİSİNİN DE KENDİSİNİ ONARMASI KADAR GÜZEL BİR EVLİLİK DÜŞÜNEMİYORUM

- Kendi kendimizi onarmanın mümkün olduğunu söylüyorsunuz aslında bize. Peki biz tembellik mi ediyoruz, yoksa baş edemiyor muyuz, buna nasıl karar vereceğiz?

Sanırım temel sorun, kendimizi onarabileceğimize inancımız yok. Böyle gelmiş böyle gider diye inanıyoruz. Çevremizdeki sorunlar azalmadan kendimizin rahat edemeyeceğimizi zannediyoruz. Kişiliğimizi kabullenmiş durumdayız. Bu yüzden kitabın arka kısmına kendini onarmış kişilerin kendi süreçlerini anlattığı notlar koyduk. Bu önemliydi; kendini onarmış bir kişi başkalarına da umut veriyor. Benim gördüğüm kadarı ile örneğin, eşlerden biri kendini onarıp ruhsal özgürlüğünü yakaladığında, öfke ve kaygılarından sıyrılıp bir iç genişliği elde ettiğinde diğer eş (önce bu duruma şüphe ile bakıyor) sonra kendisi de onarılmak için bir çaba içine giriyor. Eşlerden her ikisinin de kendisini onarması kadar güzel bir evlilik düşünemiyorum. Keşke her evlilik içinde tek konu konuşulsa, ‘Kendimizi onarıp yeniden evlenelim mi?’ dese eşler birbirlerine. ‘Ama bu defa kendi gözlerimizle birbirimizi görüp, tercih edip severek evlenelim!’ diyerek evlenseler…

- Ne güzel söylediniz… Peki duygularımızı yönetemediğimizi fark ettiğimizde ilk adımımız ne olmalı?

Köken duygularımızı tanımak olmalı ilk adımımız. İçimizde yıllarca birikmiş hisleri hissetmeliyiz. İçimizde bizden bağımsız bir var oluş sergileyen duygu dünyamızla tanışmalıyız. Onun, bizi nasıl yönettiğini hayret içinde görmek için adım atmalıyız. Eğer içimize derinleşir, duygularımızın hareketlerini gözlemleyebilirsek, büyük bir adım atmış oluruz.

- En güçlü duygularımızdan biri öfke olsa gerek. Evde, işte, dışarıda hayatımızda öfkemizi kontrol altına almak için bize küçük ipuçları verebilir misiniz?

Öfke, bir duygudur. Evet, enerjisi yüksek olsa da bir duygudur. Duygularımıza erişebileceğimiz yegâne aracımız hislerdir. Öfke anında bizi öfkelendiren bireye değil, içimize derinleşebilir, duygularımızı hissedebilirsek, nefesimizle duygumuzu yönetebiliriz. Burnumuzdan derince nefes alarak öfkenin şiddetini azaltabilir, öfke enerjisini dışarı kontrollü çıkartabiliriz. Bu belki anlık bir çözüm olur, öfkemize sebep olan içimizdeki ‘köken duyguyu’ onarmaz; ama yine de kriz anında işe yarar. Öfke, nefes ile yönetilir.

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

ONARIM, KİŞİNİN KENDİNİ İYİ HİSSETMESİ DEĞİL, DUYGULARINDA OLUŞMUŞ YARALARI TEDAVİ ETMESİ DEMEKTİR


- 1. haftamızın konusu: Yalıtım! Bu süreç boyunca telefonumuzdan, sosyal medyadan uzak durmamız gerektiğini söylüyorsunuz. Bu sanırım en zor aşamalardan biri. Sosyal medyanın psikolojimiz üzerine etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalıtım zor gibi görünse de, uygulanmaya başladığında en keyifli hafta oluyor. Ne kadar da çok oyalanma aracımızın olduğunu görüyoruz. Eş ile çocuk ile ne kadar da keyifli vakit geçirecek fırsatımız olduğunu görüyoruz. Zamanın ne kadar da geniş olduğunu hissediyoruz. Yalıtıma girme kararı zor evet katılıyorum; ancak yalıtımın insanı ne kadar rahatlattığı da bir gerçek. Hani hep demiyor muyuz, “Başımı alıp gitmek istiyorum bazen.” diye; işte başımızı almadan kendimize geleceğimiz yer, yalıtımdır…

- Bu yalıtım sürecinde benim için en şaşırtıcısı müzik oldu. “Duygularını onarmaya karar vermiş bir kişi, yalıtım süresi boyunca hiçbir tını duymamalı ve kendi kendine dahi olsa şarkı, türkü söylememelidir.” diyorsunuz. Nedenini paylaşır mısınız bizimle?

Onarım, kişinin kendini iyi hissetmesi değil, duygularında oluşmuş yaraları tedavi etmesi demektir. O yüzden kendimizi iyi hissedeceğimiz araçlara değil, içimizdeki yaralı yanlara odaklanmalıyız. Onarım süreci içinde kökeni kendimize ait olmayan hiçbir duyguyu hissetmemeliyiz. Dış dürtülere kapalı olmalıyız. Keyifli de olsa bir müzik dinlediğimizde, o keyif alma hali içsel bir keyif değil, dışarıdan oluşan bir keyif olduğu için kendini onarmaya çalışan bir kişi için doğru olmaz.

- Kendi kendimizi terapi ettiğimiz bu süreçte, geçmişte bıraktığımıza inandığımız pek çok şey, hatta çocuk yaşlarımızdan izler taşıyan sebebini çözemediğimiz travmalarımız gün yüzüne çıkacaktır. Bu anlarda tepkilerimizi nasıl vermeliyiz?

Onarım sürecinde hatırladığımız incinmişlik ve travmalarımız karşısında içimizden geldiği gibi davranmalıyız. Ağlamak geliyorsa içimizden ağlamalı, yası tutulmamış incinmişliklerimizin yasını tutmaktan, içimizi boşaltmaktan kaçınmamalıyız. Ancak bu sırada öfke ve nefret duyguları oluşuyorsa ona izin vermemeliyiz. Sadece kendi çocuksu yanımızın incitilmiş tarafını sevip okşarken hüzün duygusu içinde kendimizi bırakmalıyız. İçimiz boşalmalı ki, bastırdıklarımızın üstü kalkmalı ki, olumsuz enerjimizin gücü azalsın; yönetebilelim duygularımızı…

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

İYİ HİSSETMEK AYRI ŞEY, ONARILMAK AYRI ŞEY

- İnsan ilişkilerinde sınırlarımızı nasıl belirlemeliyiz? İlişkilerimiz sırasında edindiğimiz bir duyguyu, bize zarar verecek hale gelmemesi için nasıl bir tutum içinde olmalı?

İlişkiler sırasında olumsuz enerjisi olan kişilerden etkilenmemek için kendimizi psikolojik olarak sağlam hale getirmeliyiz. Yani kendimizi onarmalıyız, yaşama karşı güçlenmeliyiz; ama ‘Onarmadan bu işi nasıl yaparız, ilişkiler sırasında yıpranmadan nasıl yaşama devam edebiliriz?’ derseniz eğer, olumsuz enerjisi olan kişilerle bağ kurmamalıyız, onların aurasından uzak durmalıyız. Bu kendi yakınımız bile olsa, eğer onun onarılmasına katkı sağlayamayacaksak, farkındalığını yükseltemeyeceksek, duygusal temaslardan kaçınmalıyız. Ancak eğer bu eş ise, işte o zaman durum farklı. Eşe duygusal mesafe konulamayacağı için, eş eşin terapisti gibi birbirlerinin farkındalığını artırıp kendisini onarması için zemin oluşturmalı…

- “Başkalarının bize hissettirdikleri ile duygular onarılamaz.” diyorsunuz. En büyük hatamız bu sanırım, başkalarının düşüncelerini, hissettirdiklerini çok fazla önemsiyoruz. Ne yapmalı? Daha doğrusu nasıl yapmalı?

Evet, en büyük yanılsamamız bu! Kendimizi başkalarının bize iyi hissettirdiği duygularla onarmaya çalışıyoruz. Bize birinin iyi davranması, kendimizi birinin yanında iyi hissetmemiz ya da elde ettiğimiz başarılar ile kendimizi mutlu hissetmemiz duyguların onarılması anlamına gelmez. İyi hissetmek ayrı şey, onarılmak ayrı şey! Geçmişte bize olumuz his veren ne kadar kişi gelse, bizden özür dilese, hak helalliği isteyip her şey yoluna girse bile ‘Aa, ben iyi oldum şimdi!’ demeyeceğiz. Çünkü psikoloji bize, ötekinin hissi bireyin duygularını zarara uğratmakta rol oynar; ancak onarılmasında rol oynamaz, diye öğretiyor ve kişi ancak kendi hisleri ile duygularını onarabilir. Etrafımıza baktığımızda göreceğiz ki, kişi ne kadar çok zarara uğramışsa o kadar çok dış dünyadan beğeni almaya yöneliyor, kendini sevdirmeye gayret ediyor. Halbuki çocuklukta uğradığımız zararlar, yetişkinlikte bize iyi davranılması ile onarılmış olmuyor…

- Uzun uzun, tek tek anlatıyorsunuz her adımı? Bunca şey konuşmuşken sorayım, bu süreci yazmaya nasıl karar verdiniz? Ne kadar sürdü?

Kendimi onarmaya karar verdiğimde, bu kitabı yazmaya karar verdim. Okuduğum yüzlerce kitabı, kendi yaşam öykümden elde ettiğim tecrübelerimi ve kendi onarım serüvenimi insanlarla paylaşmalıydım. Buna insanların ihtiyacı vardı.

- 5. Haftada kaygılarımız üzerine çalışıyoruz. Kaygılarımıza rağmen bırakabilmek için! Peki burada hemen sorayım, kaygılarımızın temelinde ne yatıyor?

Kaygılarımızın temel sebebi, duygusal zayıflığımız… Duygusal zayıf yanımız kaygılarımızı çoğaltıyor, yönetemez hale geliyoruz.

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

ÇALIŞAN ANNELERİ İHMAL ETTİM… BUNDAN DOLAYI BÜTÜN ÇALIŞAN ANNELERDEN ÖZÜR DİLİYORUM

- Peki sormak istiyorum. Çok iyi bir pedagog olduğunuzu düşünen, sizi merakla takip eden bir kitlenin yanında düşüncelerinizi benimsemeyenler de var. Bu elbette hayat içinde çok doğal bir durum. Peki siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, bunu görüyorum. Beni seven kadar, sanırım sesimi duymak istemeyenler de var. Bir hanımefendi kızı ile ilişkisini şöyle tarif etmişti: Kızım büyüdükçe ona karşı içimde bir direnç oluşmaya başladı. ‘Anne demesine tahammül edemiyorum artık!’ demişti. Daha sonra kendi bu durumunu analiz ettiğinde gözyaşları içinde şunları paylaşmıştı benimle: ‘Sanırım kızım bana ‘anne’ diye seslendiğinde, kendimi değersiz hissettiğim ve ‘iyi anne olmayan’ yanımı tetikliyordu ve tepki veriyordum.’’ Demişti. Ancak işin trajik yanı daha derinlerde gizliydi; kızı kendisine ‘anne’ diye seslendiğinde, bu ses, ona kendi annesine ihtiyaç duyup da ‘anne’ diye seslendiği ve karşılık görmek yerine terslendiği, ‘Ne var?’ diye azarlandığı olumsuz duyguyu uyandırıyordu. Kızının ‘anne’ sesi, kendi içinde bastırdığı anne ihtiyacına karşılık geliyordu. Sanırım benim durumum çok farklı değil, bastırılmış duyguları ile yaşamaya alışmış kişiler benim anlattıklarım karşısında kendilerini suçlu hissetti. Derinlerde saklı tuttukları duyguları uyandırdı. Bunu başka türlü yapabilir miydim, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki, acılarımızla yüzleşmedikten sonra kendimizi onaramayacağız, ruhsal özgürlüğümüzü elde edemeyeceğiz…

- Hakkınızda yaptığım araştırmada özellikle çalışmayan annelere yönelik fikirler verdiğinizi düşünen bir kitle ile karşılaştım. Çalışan annelere rehber değil misiniz? Bu düşünce üzerine burada ne söylemek istersiniz?

Çalışan anneleri ihmal ettim. Koca bir Türkiye toplumuna seslenirken, çalışmayan annelerin anne çocuk ilişkisine ağırlık verdim. Binlerce konuşmamda, yüzlerce makalemde, yazdığım 24 kitapta çalışan annelere ancak birkaç sayfa veya satır içinde değindim. Ayrıntılı yazamadım, anlatamadım. Bu, çalışan anneleri üzdü, çözüm olamadım. Bundan dolayı bütün çalışan annelerden özür diliyorum. Şuan bir kitap hazırlığı içindeyim. Sadece çalışan anneler için özel bir kitap kaleme alıyorum. Bu öyle ayrıntılı bir kitap oluyor ki, çalışan bir annenin erken yaşta bebeğinden nasıl ayrılacağından tutun, bakıcıya nasıl bırakacağını, iş arasında gelip emzirmenin doğru olup olmayacağına kadar, birçok pedagojik ayrıntıyı özrümün bir parçası olarak sunacağım…

: Teşekkür ederim.

Adem Güneş: Teşekkür ederim.

Adem Güneş ile son kitabı Bırak ve Rahatla üzerine söyleşi

Bırak ve Rahatla

Adem Güneş

Timaş Yay.

S.: 288

Kitabı satın almak için tıklayınız: D&R

*

Instagram: biyografivekitap