Bir Demokrasi Ayıbı: 28 Şubat

Bir Demokrasi Ayıbı: 28 Şubat

17 Ocak 2013 tarihinde aramızda ayrılan usta gazeteci merhum Mehmet Ali Birand ve Reyhan Yıldız’ın hazırladıkları ‘Son Darbe 28 Şubat ’belgeselini tek kitap altında okuyabilirsiniz.

Türk siyasi tarihine ‘Post modern Darbe’ olarak geçen 28 Şubat darbesi hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı, çizildi. Bu kitap birçok sorunuza cevap olmaya aday.

ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMA

Nitekim Birand’ın, yakın tarihimizi anlatan Emret Komutanım,12 Eylül saat 04, THE Özal (Bir Davanın Öyküsü), Türkiye’nin Büyük Avrupa Kavgası, Demokrat Parti’yi anlatan Demirkırat: Bir demokrasinin Doğuşu, 12 Mart İhtilalin Pençesinde Demokrasi, gibi kitaplarını da okuyan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki; ‘Son Darbe 28 Şubat’ çalışması önemli bir kaynak özelliği taşımaktadır.

KISA KISA DARBELER TARİHİ

Türkiye'nin 23 yılık tek parti devri kapanmış, çok partili hayata geçildikten sonra Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti önemli bir siyasi zafer elde ederek iktidara geldi.

1950’den 1960’a kadar ülkeyi tek başına yönetti. İnsanlar yeni yeni demokrasi ile tanışmaya başlamıştı ki; 27 Mayıs 1961’de darbe oldu. Menderes ve iki arkadaşı idam edildi, partileri kapatıldı.

Bir Demokrasi Ayıbı: 28 Şubat

12 MART MUHTIRASI

Demokrat Parti’nin devamı olan ve liderliğini Süleyman Demirel’in yaptığı Adalet Partisi, 1965 yılında yapılan genel seçimlerde birinci parti olarak çıktı ve mecliste ezici bir çoğunluk kazandı. Askerin verdiği bir muhtıra (uyarı) ile Demirel şapkasını alıp gitti.

12 EYLÜL

Yapılan darbeler içerisinde belki de en kanlısı, etkileri günümüze kadar devam eden dönemim Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in liderliğinde yapılan emir - komuta zinciri içerisinde gerçekleştirilen 12 Eylül Askeri darbesiydi.

Yine iktidarda Demirel vardı ve bir kez daha şapkasını alıp gidecekti. Daha sonra şu sözü meşhur olacaktı:

“7 defa geldim, 6 defa gittim.”

SİYASİ BELİRSİZLİK VE KOALİSYONLAR

90’lı yıllarda Türkiye siyaseti inişli çıkışlı dönemler yaşıyordu. Yapılan seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidar olamıyor ve Türkiye kısa süreli koalisyon hükümetleri ile yönetiliyordu.

Bu da beraberinde siyasi krizleri getiriyordu. Siyasetçilerin inatçı uzlaşmazlığının cezasını halk çekiyordu. Asker ise, bütün bu olan bitenleri kışlasında sessizce izliyordu. Çünkü asker kendisini her zaman “demokrasinin” koruyucusu olarak görüyordu.

SİYASİ CİNAYETLER

Bu dönemlerde terör ve asayişsizlik baş gösteriyordu. Bir yandan PKK’nın saldırıları devleti bezdirmiş, diğer yandan da yeni türeyen terör örgütlerinin gerçekleştirdikleri siyasi cinayetler ülkenin içinde bulunduğu kaotik ortama tuz biber ekmişti.

Bu cinayetlerden bazıları, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Bahriye Üçok gibi gazeteci ve yazarlara yönelik işlenmişti.

REFAH PARTİSİ’NİN AYAK SESLERİ

Bütün bu olaylar silsilesi arasında Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi toplumda önemli bir destek görmeyi başarmıştı. Asker ise, Erbakan ve partisine mesafe koymuş, Refah Partisi'ni Laik Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike olarak görüyordu.

Kitapta da okuyacaksınız, törenlerde ve kabullerde askerler, Erbakan ile tokalaştığında yüzlerini çeviriyorlardı. Bu da Necmettin Erbakan’ı derin bir üzüntüye sevk ediyordu.

REFAH PARTİSİ BİRİNCİ PARTİ

1995 yılında yapılan genel seçimlerde Refah Partisi %21 ile birinci parti olarak çıktı. Bu sonuç başta askerlerde olmak üzere herkeste derin bir şok yaşatmıştı. Hiç kimse Erbakan için bu sonucu beklemiyordu. Sandıktan tek başına iktidar yine çıkmamış ve Türkiye yine koalisyon hükümeti ile yönetilecekti.

ERBAKAN İLE ORTAK OLMAYIN BASKISI

Askeri vesayetin en güçlü olduğu yine bu dönemde askerler, siyasi parti liderlerine gönderdikleri mesajlarda Refah Partisi ile koalisyon kurmamalarını istiyordu. Yapılan koalisyon turları sonuç verdi. Erbakan ve Tansu Çiller koalisyon hükümeti kuruldu. (Refahyol)

ASKERİN GÖZÜ ERBAKAN’IN ÜZERİNDE

Refah Partisi’nin “irticai” faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle Askerin tepkisini iyice çekmeye başlamıştı.

51 tarikat cemaat liderlerini iftar yemeğine çağırması, Libya ziyaretinde Muammer Kaddafi’nin Türkiye’yi eleştirmesi ve Erbakan’ın sessiz kalması, D-8’i kurmak istemesi, Ortak İslam Pazarı gibi çalışmaları ve girişimleri askerin damarına basmıştı.

Susurluk olayını da faso fiso olarak değerlendirdi. Bunların içinde Taksim’e cami yapılması fikri de mevcuttu. Bütün bunlar askerin tepkisini çekiyordu.

ERBAKAN İSTİFAYA ZORLANIYOR

Milli Güvenlik Kurulu bu gelişmeler karşısında toplandı. Asker, Erbakan’a 18 maddelik bir liste sundu. Bu maddelerden en önemlisi 8 yıllık kesintisiz eğitimdi kuşkusuz. Erbakan, hemen imzalamadı diğer siyasi partilerden de gerekli desteği göremedi.

Erbakan yalnız kalmıştı.

Baskılara daha fazla direnemeyen Erbakan, istifa etti, partisi de kapatıldı. Bununla beraber Askerler, başarılı olmuş, halkın seçtiği hükümete darbe indirerek yeni bir demokrasi ayıbına daha sebep olacaklardı.

Bu dönemde basının da rolünü unutmayalım. Basın için de kara bir lekeydi.

Belgeseli de çekilen bu dönemi daha iyi analiz etmek için Birand’ın bu önemli kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.