Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor
Özel İçerik

Ebru Cündübeyoğlu

Ekranlarda severek izlediğimiz Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuşmaya dün başlamıştık. Hoş sohbetimiz öyle enerjikti ki, uzamıştı; bugüne de pay etmiştim. Sizi bu güzel kadınla yaptığımız röportajın ikinci kısmı ile baş başa bırakıyorum. Güzel enerjisi sizi de sarsın…

HERHALDE CENNETLİĞİM ARTIK


- TED konuşmanızdan bahsetmişken disleksi konusuna da değinmek istiyorum.

Herhalde cennetliğim artık :) Öyle düşünüyorum. Çünkü ben bunu seçerken hiç bu kadar ulvi, dualar alacağım bir şeye dönüşeceğini hiç düşünmemiştim.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

- Gerçekten mi?

Gerçekten öyle oldu. Çünkü disleksi çok bilinen bir şey değil. Hâlâ hastalık olarak düşünülen ve yeni yeni dillendirilen bir şey bu, ülkemizde ve hatta tüm dünyada. Çocuklar yaramaz, ah çok zeki ama tembel, ah biraz çalışsa olur gibi… Hep böyle birtakım klişe şeyler vardı. Bu yeni yeni duyulan bir şey ve duyulunca bir anda anne babaları alevlendiren, telaşlandıran, “Eyvah, çocuğuma bir şey oldu!” dedirten bir şey olmaya başladı. Çünkü bununla ilgili çok fazla bilgi yok. Ama ben bununla ilgili bilgi yok diye değil, kendi hayatıma denk geldiği için böyle bir yola çıktım.

- "İyi ki denk gelmiş” diyor musunuz?

İyi ki denk gelmiş, çünkü yeni yeni dillendiği için, kimsenin de bilgisi olmadığı için bütün yollar bana çıkmaya başladı. Ve gerçekten ailelere bir ışık olduğu için çok dua aldım. O yüzden ulvi. Çünkü insanları rahatlatan ve kafalarında pek çok şeyi oturtan bir şey oldu benim bu konuşmam. Çok mutluyum bunu yaptığım için. Çok kişiye ulaştı ve ulaşıyor da. O yüzden iyi ki yapmışım, iyi ki anlatmışım!

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

AA BEN DİSLEKSİKMİŞİM AYOL!


- Peki siz nasıl fark etmiştiniz? Bu nasıl bir şey? Biraz da ona değinelim mi yeri gelmişken?

Bu bir hastalık değil. Bu yaşanılan bir şey! Şimdi yaşanılan bir şey de değil. Hep olan bir şeydi. Hepimiz olduk. Hepimiz geçirdik. Bu kâbus gibi bir şey değil. Nasıl sağ elle yazılır, nasıl sol elle yazılır. Sağ beyin sağ lobla öğrenilir. Sol beyin sol lobla öğrenilir. Beyin ve beyin sistemlerini çok araştırdığım için benim karşıma geldi ve 40 yaşında, “Aaa ben disleksikmişim ayol!” dedim, böyle yaşadım. İlkokulda, küçükken sorumluluğunuz ve yaşadıklarınız öğrenme dönemi olduğu için o yaşlarınızı ilgilendiriyor; ama sonra tarzınızı öğreniyorsunuz. Nasıl eskiden solla yazanın ellerine vururlarmış, onu değiştirtmeye çalışırlarmış. Bir dönem de işte eğitim sistemi içinde “Hayır, öyle değil, böyle öğreneceksiniz!” diyorlar çocuklara, bu çözülecek bir şey, eğitim sistemi de çözülecek bir şey. Herkes kendi tarzına göre öğrenmeyi öğrendiğinde, sol elle yazmaya nasıl rahat bırakıldıysa, sol öğrenmenin de imkânları artırıldığında çözülebilecek bir şey. İyi ki böyle bir şey de arada denk geldi. Buradan da pek çok kişiye ulaşmış ve onları rahatlatmış olalım.

- Belki sizin de çok küçük kelimelerle büyük şeyler anlatmış olmanız, istemeniz bundandır…

Bazen bazı şeyleri anlatamayan insanlar, anlatamadıklarında, onlar daha sonra çok şey anlatmaya başlıyorlar. Çocukken tabii ki bu etkili anlaşılamamak zor; bir yük veriyor. Ama her yük insana bambaşka kapılar açıyor. Belki bana da şiir yazdıran, “Yazmaya zaten hep alışkındım” dedirten, belki o zamanlardan gelen anlatılamamışların birikmesi. Olabilir.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

HEPİMİZİN KENDİNİ BULABİLECEĞİ BİR ŞEY ANLATIYORUM


- Peki Ferda’ya tepkiler nasıl?

Daha çok yeni, tepkiler şimdilik daha çok yakın çevremden geliyor; arkadaşlarımdan, eşimden, dostumdan… Yavaş yavaş okurlardan da almaya başladım. Çok heyecanlanıyorum. Çok mutlu oluyorum. İnanamıyorum. Yani bir şeylerle galiba şuraya, yüreğe dokunabilmek çok güzel bir şey.

- Şimdi de Alzheimer hastaları ya da yakınlardan dualar alacaksınız galiba…

Sanırım evet. Yani şuraya, yüreğe ulaşabilmek gerçekten çok güzel. Bu hastalığı yaşayanlar ya da hiç yaşamayanlar için de. Belki hastalığın adını duyunca insan okumak da istemeyebilir; ama öyle bir şey değil bu, hastalıkla ilgili bir şey değil. Daha başka şeyler anlatıyor. Bir kadın var, onun duyguları var, bir anne kız ilişkisi var, hayata bakış var, ayaktaki duruş var… Hepimizin kendini bulabileceği bir şey anlatıyorum.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

- Ve anlatırken çok ağlatıyorsunuz…

Biraz hüzünlü olmuş galiba, evet. Ben o kadar düşünmemiştim yani. Ama ben ağladım, ben de yazarken dönem dönem ağladım. Editörüm son kontrolleri yaparken, “Son kontroldeyim ve ağlıyorum” demesi, bana zaten bir şeylerin sinyalini verdi. Demek dedim, bu kadar hemhal olduktan sonra da etkileyebilmek hakikaten önemli. Şimdi öyle elinde mendillerle, buruk seslerle mesajlar alıyorum. Güzel bir şey, yani bir şekilde insanların iç dünyasına karışabilmek. Ben zaten karışıyordum tiyatrodan, ekrandaki rollerimden. Ama bunda sanıyorum –bir de albüm vardı, onda ne kadar karıştım bilemiyorum– aradaki pek çok şeyi çıkartıp karışabildim. Bu benim beynimle okurun kalbini çok yaklaştıran bir şey. Arada televizyon, sahne vs. olmadan, karşı karşıya kaldığım bir şey. O da bir başka özel.

- Peki hangisi daha ağır basıyor sizde duygu olarak? Sahnede olduğunuz anla kitapta olduğunuz an arasında nasıl bir denge var?

Sahnede mesela son oyunda da kendi yazdığım şeyler var, “Ölü’n Bizi Ayırana Dek”te. 19 Mayıs’ta Bostancı Gösteri Merkezi’nde, çok büyük bir kalabalığın karşısına çıktık. Bir sahnenin bir yerinde repliğimi söyledim. Kahkahalar öyle bir yükseldi ki salonda, o anda anlık bir düşünce geldi, “Ayy ben bunu yazdım!” Odamda tek başıma yazdığım o ana gittim. Yani onu nasıl bulduğumu, nasıl yazdığımı hatırladım ve o tek başına gecenin bir saatinde masanın başında yazdığım o şeyin, o an orada insanlarla buluşması ve coşkulu bir kahkahaya dönüşmesi, işte bu çok keyifli. Oyuncu olarak zaten keyif alıyordum. Ben yazmamış olsam da, benim vasıtamla seyirciye çarpacaktı. Ama o cümle yoktu ve o cümleyi ben yazdım. Daha başka bir şey, bine katladı diyebilirim. Sanırım yaratım süreci ne kadar artarsa, ne kadar emeğin olursa, insan o kadar mutlu oluyor. Yaratmanın vazgeçilmez tadı…

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

HATIRLAYACAĞIMIZ ÇOK GÜZEL ŞEYLERİMİZ OLSUN İNŞALLAH


- Unutmaktan korkuyor musunuz?

Aslında ben çok unutuyorum. O kadar çok şeyi unutuyorum ki! Unutmaktan korkuyor muyum? Hatırlamak güzel bir şey, değişik duygular veriyor insana. Bir de şöyle düşünüyorum, geçmişe dair şeyleri hatırladığımızda ne olursa olsun içinde bir hüzün var. Romanda da söylediğim bir şey bu: “Geçmiş içinde hüzün barındırıyor.” Mutlu şeyleri hatırladığımızda da, “Ayy çok güzeldi!” dediğimizde de bir hüzün var. Acı bir şey yaşadığımızda ve hatırladığımızda da bir hüzün var. Aslında hatırlamak hep hüzünlü bir şey! O yüzden hani eskiyi çok unuttuğunda biraz hüzünlerinden de mi kurtulmuş oluyorsun, bilmiyorum. O kadar da tatsız bir şey değil herhalde. Ama yaşadıklarınla hayatın şekilleniyor ve düşüncelerin sana bir hayat veriyor. O hayatı da katan şeyleri unutmak sanki hayatın elinden gidiyormuş gibi, siliniyormuş gibi. Yani güzel şeyleri hatırlamak güzel. Hatırlayacağımız çok güzel şeylerimiz olsun inşallah!

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

- Kızınız Duru okudu mu romanınızı?

Yok hayır, henüz okumadı.

- Anladığım kadarıyla çok özel bir bağınız var Duru’yla. Açıkçası ben merak ediyorum onun yorumunu?

Duru’nun söylediklerini, benimle ilgili düşündüklerini ve yorumlarını çok önemsiyorum. Birinci sıramda geliyor. Öyle her zaman herkesin düşüncesine açık bir insan olduğum söylenemez. Bazı katı kısımlarım da var yani.

- Nasıl yani katı kısımlar?

Şu sözü çok severim: “Lafa bak, laf mı diye; bir de söyleyene bak, adam mı diye!” Bu benim hayatımda çok önemlidir. Ve bu adam dediğim kişileri de pek çok kişinin önemsediği insanlar arasından seçmem. O da benim için önemli bir kriterdir. “O diyorsa hep doğru! O diyorsa böyledir. Bu çok önemli bir adamdır.” Benim lafına baktığım adamların yelpazesi geniştir. Yaş skalası geniştir. Değerlendirdiğim çok şeyler vardır. Burada “adam” konusunun da altını çizmek istiyorum. Bu böyle herkesin tanımladığı adam kısmında değil. Duru benim için en önemli adamlardan. Listenin başında. O yüzden onun görüşlerine çok değer veriyorum.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

ÇÜNKÜ BEYNİN HİÇ DURMUYOR. SÜREKLİ GELİŞTİRİYOR SENİ.


- Hep yazıyordum dediniz. Peki o günlerden bugüne kaleminizin geliştiğini fark ediyor musunuz?

Evet, gelişiyor. Gerçekten gelişen bir şey, yani mesela şiirlerimde de bakıyorum. Bazı şeyler öyle bir duyguyla gelmiş, öyle kilitlenmiş ki, onu istediğin kadar uğraş değiştiremiyorsun. Ama bazen değişebiliyor. Ama bir yandan da o kadar sınırsız bir şey ki, bir yerde durdurman gerekiyor. Yayınevi dört buçuk sene sonra tamam alıyoruz demeseydi, ben daha yazmaya devam ederdim. “Bunu da yazayım, şunu da ekleyeyim!” Çünkü beynin hiç durmuyor. Sürekli geliştiriyor seni. Üretiyorsun, çeşitlendirebiliyorsun.

- Peki nasıl “bitti” diyebildiniz?

“Alacağız!” dediler, verdim. (Gülüyor) Birden bir boşluğa düştüm. Öyle bir boşluğa düştüm ki verince, alışkanlık olmuş çünkü. Bu dört buçuk sene içinde fedakârlıklarla, her yerde böyle sıkışa sıkışa, düşüne düşüne alışmışım. Ben öyle mesela rahat yazabilen bir insan değilim. Bir cümle için üç gün düşündüğümü biliyorum. Ama bundan şikâyetçi miyim, asla! Çünkü bana o keyif veriyor.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

BUNU DA İLK KEZ SÖYLÜYORUM BURADA BAK


- Peki ilk yazdığınız şiir hangisiydi?

Tabii ki anneme J Beni ilk şiirle buluşturan şiirim, anneme yazdığımdı. Klasik hepimizin yok mu Anneler Günü’nde, hediye alamamışken, n’apim bari bir şiir yazayım halleri. Paran yok, organizasyon da yapamamışsın. Çiçek de koparamadım. “Benim annem bir melektir” diye başladım şiire.

- Sonra da gençlik dönemleri mi?

Aslında gençlik dönemlerimde şiir yazmadım. Şiir kitabımın sonunda “Mor Işıklı Minibüsleri Seviyorum” diye bir şiir var. İşte benim ilk şiire başlamam o. Sevdiğim şeyleri toparlayıp yazdığım bir şiir ve sonu da eksik onun. Sonu yok o şiirin bende. Yazdım, fakat çıkmamış.

- Aa nasıl yani?

Yazdım, fakat sonu çıkmamış basımda, son dizesi. Bunu da ilk kez söylüyorum burada bak. Şimdi aklıma geldi. (Gülüyor) Final dizesi çıkmamış. Belki yeniden basılırsa ilave ettiğim şiirlerle beraber, ki bunu düşünüyorum, eksik olan kısmı da tamamlarım.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

NE BELA BİR DUYGU DEĞİL Mİ?


- Kitapta “Kendi Kendini Kıskanır Olmak” diye bir başlık var. Bu nasıl bir duygu cümlesi…

Ne bela bir duygu değil mi? İnsanın kendi kendini kıskanır olması.

- Bunu size yazdıran nedir?

Sıkıntılı bir şey bence. Yani birilerini kıskanmak o kadar rahat; ama insanın kendini kıskanması kadar bela ve sıkıntılı bir duygu olamaz diye düşünüyorum ve çok çaresiz. Hikâyedeki Ferda’nın kızının duygusunu en iyi anlatacak şeyin bu olduğuna karar verdim: Kendi kendini kıskanır olmak! Yani hiçbir şekilde çözümü yok. Kendini güçlendirerek, toparlayarak o kuyunun içinden, o sıkışmışlık duygusundan çıkartamazsın. O yüzden benim için çok özel, başlık olarak da verdiğim önemli cümlelerden biridir.

Orada daha çok onun duygusunu verdim. Bunu bana en fazla yaşatan şey –dikkatinizi çektiği için söyleyeceğim– Duru oldu. Hiç unutmuyorum. Duru’yla oturduk, daha küçük ama küçüklük videolarını seyrediyoruz ailecek; annem, teyzelerim… O da bakıyor kendine. Mamasını püskürtüyor, elini çekiştiriyor, oyunlar yapıyor falan. Biz böyle “Ayy ay!” diye nasıl seyrediyoruz. Biz kendimizi kaptırmış seyrederken o kadar kıskandı ki, “Kapatın şunu!” dedi. Sanki ekranda seyrettiğimiz o değilmiş gibi. O hissi, kıskanmışlığı bende öyle bir yer etti ki, bu bela şeyi başlatan o oldu.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

HEP KEŞFETMEMİZ GEREKEN BİR ŞEY


- Çocuk kalabilmenin yolu ne sizce?

Biz içimizde kendimizi birtakım şeylerle büyütüyoruz; büyütmemiz gerektiği için. Ama ne yaparsak yapalım, ne kadar adım atarsak atalım bizi mutlu eden şeyler, içimizdeki o küçük çocuğa hizmet eden, o küçük çocuğu doyuran şeyler. Şu an ne yapıyorsak ve bir şey yaparken neden mutlu oluyorsak bilelim ki o mutlu olduğumuz şey, bizim o içteki çocuk dediğimiz belki de ilk duygumuz, benliğimiz her ne ise adı, onu besleyen, onu kuvvetlendiren, ona iyi gelen şeyler. Ben ona inanırım. En büyük adamlar, en zor işi yapanlar, ne bileyim karıncaların peşinde hayatını tüketen bilim insanları, büyük operalardaki şarkıcılar, devlet adamları hepsi ne yapıyorsa yapıyorlar, aslında bu içteki çocuğa yönelik bir şeyler yapıyorlar.

Onu unutmamak lazım! Unutmadığımızı da nasıl anlayacağız? Mutlulukları kaçırmamakla! Mutlu eden şeylerimizi biliyorsak biz, bir şeyi neden istiyorsak, nedenini biliyorsak, o zaman zaten o çocuğu korumuş kollamış oluyoruz diye düşünüyorum. Çok da kolay bir şey değil. Hemen bulunacak bir şey de değil. Hep keşfetmemiz gereken bir şey.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

YALNIZ BAŞIMAYKEN DE KENDİMİ MUTLU EDEBİLECEĞİM ŞEYLERİM VAR


- Kitapta dikkatimi çeken bir detay daha var: Yalnız vesikalık fotoğraf dahi çektirememek!

Bazı insanlar öyle değil mi? Hep hayatımızda birileri olduğunda kendimizi varmışız gibi hissediyoruz. Tek başımıza kaldığımızda canımızın sıkılmaları, ne yapacağım şimdiler, bir şey bunalımlar, depresyona girdim yalnız kalayımlar…

- Hiç öyle bir yanınız var mı?

Yok! Ben yalnız kalabiliyorum. Yani yalnız başımayken de kendimi mutlu edebileceğim şeylerim var. İnsanlar çok güzel, çok çeşitli, sana renk katar. Çünkü hayatında kim olursa olsun, aslında insan dediğin şey bir aynadır. Ben sana bakarken kendimden bir şey görürüm. Sen bana bakarken kendinden bir şey görürsün. Bana bakarken bir şeyden rahatsız olursun; sevmiyorum dersin. O sevmediğin şey sana kendinle ilgili pek çok şey öğretir. Neden onu sevmediğini düşünmeye başlarsan da, bu da senin mutlu olacağın şeylere, o keşiflere sebebiyet verir. O yüzden insanların hayatında başkalarının olması iyidir, kendisini tanıması açısından. Ama insanlar olmadan da hayat yaşanmaz, yokmuşsun gibi davranmak da haksızlık! O zaman ne kendi hayatına bir değerin olabilir ne başka bir insanın hayatına bir etkin olabilir. Vesikalıklarda da öyle yalnız dururuz.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

BUNLAR ÇOK SIKIŞTIRILMIŞ DÜŞÜNCELER, BİRAZ RAHATLAYALIM


- Peki bundan sonra yazarlık üzerine hayalleriniz, planlarınız var mı?

“Yazarlık” tabii havalı, hoş bir title. Ama tabii ben onun peşinde değilim, hikâyenin peşindeyim. Yine yazmak istiyorum, yeni hikâyelerin peşinden gitmek istiyorum. Dediğim gibi title peşinde koşan bir insan hiçbir zaman olmadım. Bunu yazarken de “Bana artık yazar da desinler” diye de yazmadım. Bunu ben Ebru olarak yazdım. Şarkı da söyledim ben. O zaman da “Amaan niye şarkı söyledi?” dediler. Niye söylemeyeyim ki, zaten benim mesleğimin içinde olan şeyler; benim alanıma giren şeyler. Zaten ben şeye şaşırıyorum. Müzikal yaptım orada da söyledim. Bugün oyunum var, oyunun açılışında da söylüyorum. Söyleyebilirim, bu benim alanım. “Lütfen Ebru Hanım siz iyi bir oyuncusunuz!” Bunları saçma buluyorum. Bunlar çok sıkıştırılmış düşünceler, biraz rahatlayalım.

Yapabileceğim şeyleri yapıyorum. Şimdi bunlar okuyucuya ulaşacak. Ulaştıklarımla devam edeceğim. Benim bir zaman sıkıntım ya da kendimi kanıtlama kaygım yok. Ama tabii ki arzu ederim daha fazla yüreğe ulaşabileyim. Bunu da kendimden ziyade benimle bu yola çıkan insanlara bir borç bildiğim için istiyorum. Bana inanan, beni destekleyen, beraber yol aldığımız insanlara ışığımın, enerjimin bulaşması için.

Yanlış yaptığımı düşünmüyorum. Yanlış da olursa hayattır, hayatın getirdiğidir.

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

KAPIMIZ, KALBİMİZ HEP AÇIK


- Peki “Ölü’n Bizi Ayırana Dek” nasıl gidiyor?

Çok güzel gidiyor. Çok güzel bir oyun çıkardık. 99’dan beri bu meslekteyim, kimsenin kaçırmasını istemediğim oyunlardan biri. Gergedan Tiyatro’nun hesaplarından takip edebilirler. Bir izleyen tekrar gelip izleyebilir. Çünkü kendi içinde devinimi sürekli artan, esprileri birbirine benzemeyen, aynı iskelet üzerinde hep renklendirdiğimiz bir oyun. Kapımız, kalbimiz hep açık.

- Sinema, dizi projeleri var mı?

Var, evet! Yolda :)

- Hangi kitabı okuyorsunuz? Önerir misiniz?

Ben birkaç kitabı bir arada okuyorum. Bir tanesine yoğunlaşamıyorum, ama özel kitaplarımdan birini tavsiye etmek isterim. Tamer Dövücü’nün “Optimum Denge” diye bir kitabı var. Tamer Dövücü’nün workshop’larına da katıldım. Optimum Denge diye bir model geliştirmiş. Hayatın sanki analiz edilmiş, biraz matematikselleştirilmiş hali. Çeşit çeşit insanların durumlara ve olaylara karşı verdiği tepkileri, hayatta nelerin karşımıza çıkabildiği ve optimum dengenin nasıl ayarlanması gerektiğini anlatan değişik bir bakış açısı olan bir kitap. Onu çok beğeniyorum. Sanki “Hayat nedir?”in mühendislik bakışıyla değerlendirilmiş hali…

- Favori yazarınız kim peki?

Gabriel Garcia Marquez. Marquez’i seviyorum…

Ebru Cündübeyoğlu romanı Ferda röportajımız devam ediyor

: Teşekkür ederim.

Ebru Cündübeyoğlu: Teşekkür ederim.

*

NOT: DoubleThree By Hilton Moda'ya bizi misafir ettikleri için teşekkür ederiz.

*

Instagram: biyografivekitap