Evrak toplaması ayrı ıstırap, solundan kalkmış memura çatma ihtimali başka kâbus; vize kuyruğu büyük çile. Buna karşılık bir sürü ülke artık vize istemeden ‘gel gel’ yapıyor.
Bir-üç-beş derken, toplamı an itibarıyla 57. Dolayısıyla pekâlâ imza sirküleri temin edebilecek, hatta üstüne kayıtlı gayrimenkullerle plaza inşa edebilecekler bile baktı ki dünya artık vize istemeyen ülkelere giderek de gezilebiliyor.
İster Dünya Kupası’nın artıklarını süpürmeye Güney Afrika’ya (‘Big five’ denen büyük beşliyi görme fantezisiyle safari, Boulders Beach’te penguenleri görmek, Ümit Burnu’na çentik atmak, teleferikle Masa Dağı’na çıkmak ve de iri kediden hallice yavru aslanlarla ahbaplık kurmak farz)... Ya da Arjantin’den Arnavutluk’a, Jamaika’dan Kırgızistan’a, Malezya’dan Maldivler’e, Tayland’dan Tunus’a, diğer 56’dan birine...
Tabii esas mıknatıslı bölgeler, komşular ve komşuları: Suriye’ye dolmuş kalkıyor, İran’a ilginç kültür turları düzenleniyor mesela.
Ama bu mevsimde açık ara favori iki destinasyon var: Aşağıdan Beyrut, yukarıdan Dubrovnik. Beyrut, sadece oraya bir kariyer, hatta bir hayat adamış Cengiz Çandar’ı değil, turistik gezi için gidenleri bile kendine çekmeyi bilen tuhaf güzellikte bir şehir.
Hüznü, coşkusu, tezatıyla, anlatması zor o yarınsızlık havasıyla, insanı silkeleyen ve sarmalayan bir şehir. Tabii mutfağıyla da: Humus, İstanbul’da aynı adla karşınıza çıkanları bir çırpıda geçin, Antep, Urfa, Antakya’da rastlayacaklarınızın da çok ötesinde. Abdel Wahab, Al Balad, Ahwet El Ezzaz gibi lokantalarda tabouleh, fatayer gibi diğer yöresel mezelerle haşır neşir olunduğu gibi, bir de Centrale gibi tasarım yerler, Tünel muadili Gemmayzeh’de dizili bar-restoranlar var ki, en havalı metropollerin yeme-içme-gece numaralarıyla yarışır.
Balkanlar ise ayrı güzellik, hüzün, aşinalık taşıyor. Dalmaçya sahilleri, Makedonya, Hırvatistan, Bosna Hersek; çocukluğumuzun sonradan matruşkalaşan Yugoslavya’sı... Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da savaşın acısı binalardaki hasardan da, anlatılan hikâyelerden de hâlâ belleklerde ama hüznün yanında coşku ve heves de hissediliyor. Saraybosna’ya gidip de Boşnak böreği, kurutulmuş isli et yemeyene diyecek lafımız
yok, ama bir de küçük sır verelim: Saraybosna Müzik Akademisi’nin karşısındaki Mala Kuhinja’nın sadece 13 sandalyesi var, mönüsü yok.