İslam ve tasavvuf üzerine ezberleri bozacak kitap
ensonhaber.com

Son zamanlarda insanların ve özellikle de gençlerin kafası İslamiyet’in ve tasavvufun ne olduğu konusunda epey karışık. Ersin Balcı’nın 'Kendi Kitabını Oku' adlı çalışması İslamiyet’in ve tasavvufun ne olduğunu kolay anlaşılır bir dille ortaya koyuyor.

DİN BİZİ NEYE DAVET EDİYOR

'Din bizi neye davet ediyor? Neden peygamberler var? Neden peygamberlere uymamız, onların yolundan gitmemiz isteniyor bizden?' Bu konular üzerine aslında pek derinlemesine düşünmüyoruz. Ve kafamızda da bu soruların açık ve net karşılıkları bulunmuyor.

İSLAMİYET'İN EVRENSEL MESAJI

Hemen hepimiz İslam’ı kendi hakikatinden kopuk olarak ve son derece yüzeysel bir şekilde anlıyoruz. Böyle olunca da İslam nihayetinde kültürel bir aidiyete indirgeniyor ve İslamiyet’in özünü oluşturan, bütün insanlığı kuşatıcı evrensel mesajı unutulup gidiyor. Derinliksiz ve sığ bir İslam anlayışını İslamiyet’in kendisi sanıyoruz.

İslam ve tasavvuf üzerine ezberleri bozacak kitap

MESELENİN ÖZÜNE ODAKLANIYOR

Ersin Balcı’nın Kendi Kitabını Oku adlı çalışması işte bu yüzeysel, bölük pörçük bilgilerimizin ötesine geçerek, İslam’ın ne olduğunu ve dolayısıyla da aslında ne olmadığını bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Kitabın en güzel tarafı ise, bunu yaparken, gereksiz ayrıntılardan kaçınarak, sadece meselenin özüne odaklanması...

Bu kitap bizlere, İslamiyet üzerine derinlemesine tefekkür edebileceğimiz bir düşünsel derinlik kazandırıyor ve bizleri İslamiyet konusunda, bilgisizlikten kaynaklanan süfli tartışmalardan ve yoldan çıkarıcı kavram karışıklıklarından kurtarıyor.

“Varoluşun sonsuz denizlerinde kendinden kendine bir yolculuk için seyr ü sefer haritası” alt başlığıyla yayınlanan kitabın bölüm başlıkları şöyle:

1. Varoluşun Dip Dalgalarını Duyumsamak

2. İnsanın Varoluştaki Yeri

3. İslam Nedir?

4. İnsanın İki Yönlü Doğası

5. Muhammedî Hakikat

6. Yaratılış Ağacı

7. İki Denizin Birleştiği Yer

8. Kendinden Kendine Yolculuk

9. Benlik Yanılsamasının Sonu

10. Beşerî Arzular ve İlahî Aşk

11. Mutlak Hakikatin Göreceliği

12. Yitik Cennetin Peşinde

13. Yaratılışın Varlıksal Hakikati

14. Varoluş Kitabı

15. Toplumsal Ahlâkın Ötesi

16. Varoluşsal Bir İmkân Olarak Tasavvuf

17. Sonsöz: Kendi Kitabını Oku

Kitabın belki de en dikkat çekici bölümlerinden birinde yazar İslam’ı geçmişe ilişkin bir kültürel değer olarak değil, bütün bir insanlığı içerisinde bulunduğu bugünkü uygarlık krizinden kurtaracak ve insanlığın geleceğini anlamlı ve sürdürülebilir bir zemin üzerine oturtacak bir varoluşsal imkan olarak ortaya koyuyor.

Şöyle diyor yazar:

UYGARLIK KRİZİ

“Bugün dünyada işlerin birçok yönden iyiye gitmediğini görüyor ve insan uygarlığımızın gitgide derinleşen büyük bir kriz içerisinde olduğuna tanık oluyoruz. Zenginler ve yoksullar arasındaki kabul edilemez uçurum, her an yeni bir dünya savaşını tetikleyecek nitelikteki, önü alınamaz bir şekilde süren savaşlar ve çatışkılar, dünyanın dört bir yanında sivil insanlara yönelik acımasız saldırılar ve terör eylemleri, cinnete varan bir öfke ve nefretin karanlık dehlizlerinde her an patlatılmayı bekleyen, yeryüzünü ve insanlığı defalarca yok edecek güçteki nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar, bütün iyi niyetli girişimlere rağmen yeryüzünde adil ve kalıcı bir barış ortamının sağlanamaması, tek yaşam kaynağımız olan yeryüzündeki biyolojik çeşitliliğin çok hızlı bir şekilde tükenişi, geri dönüşsüz bir noktaya doğru hızla gelinen küresel ısınma ve çevre kirliliği — bütün bunlar, içinde bulunduğumuz uygarlık krizinin en görünür yanlarını oluşturuyor.

Bu uygarlık krizi derinleştikçe, beşerî hayatiyetimizin bütün unsurlarını daha bir felç ediyor. Bu kriz ortamında sanatın insanların hayal gücünü ateşleyen, zihinlerde yaratıcı bir yıkım yaratan gücünü artık neredeyse yitirmiş olduğunu görüyoruz. Bilim ve teknoloji artan bir ivmeyle insan odaklı olmayan bir yörüngeye oturuyor. Öte yandan, felsefî söylemler, yaşanan bu kriz ortamında üzerimize doğru büyüyerek gelen devasa “tsunami dalgası” karşısında artık söylenecek çok bir şey kalmamış olduğu çaresizliğinin derin suskunluğunu örtmekten başka pek bir işe yaramıyor. Ve kültürel kimlikler içerisine hapsolmuş görünen dinler, “Rabbiniz sizi tek bir nefsten yarattı” [Nisa Suresi, 4/1] gerçeği doğrultusunda tek bir insanlık ailesi olduğumuzu insanlara hatırlatmak şöyle dursun, farklı insan toplulukları arasındaki nefretin ve öfkenin asıl tetikleyicileri haline dönüşmüş bulunuyor.

KARANLIK TABLO YAŞAMA YENİ BİR BİLİNÇLE BAKMAYA ZORLUYOR

Böyle karanlık bir tablo içerisinde, insan uygarlığının geleceği hepimiz için çok ciddi bir endişe kaynağı haline gelmiş durumda. Ve bu karanlık tablo bizleri sürdürmekte olduğumuz yaşama yeni bir bilinçle bakmaya zorluyor. Eğer bu kriz ortamından kendimize —gerek bireysel gerekse toplumsal düzlemde— insanî bir çıkış yolu bulabilmeyi gerçekten istiyorsak, bütün düşünsel alışkanlıklarımızı ve kültürel aidiyetlerimizi bir kenara bırakarak, her şeyi yeni baştan düşünmeli, en bildiğimiz şeyleri bile baştan sona gözden geçirmeliyiz. Varoluşumuz üzerine enine boyuna düşünmemiz gereken çok kritik bir eşikte bulunuyoruz.

Dar ve daraltıcı yorumların ve kültürel aidiyet bariyerlerinin ötesinden bakabilecek olursak İslam’ın —ve özellikle de İslam’ın derinlikli bir okuması olan tasavvufun— bütün insanlık için çok önemli ve yaşamsal bir varoluşsal imkân olduğunu görebiliriz — hızla yok oluşa doğru sürüklenen insan uygarlığımızı sürdürülebilir kılacak, ona sahici bir derinlik kazandıracak ve bizleri beşerî kemâlatımıza doğru yepyeni idrak ufuklarına açacak bir imkân.”

KENDİ KİTABINI OKU

Yazarın 156 sayfalık kitap boyunca farklı açılardan ele alıp ortaya koyduklarını belki de en iyi şu satırlar özetliyor:

“Hazret-i Muhammed, tıpkı önceki bütün peygamberler gibi, insanları varoluşun hakikatine tanıklık etmeye davet etti. Onun davetine uyanlar anlayışları ve istidatları kadarınca onu izlediler. Bunlardan bazıları kabukta kalırken, bazıları da kabuğun ardındaki öze ulaşmayı başarabildiler. Kabukta kalanlar, kendi sınırlı idrakleri içerisinde yüzeysel bir tanıklığın ötesine geçemediler. Ve gerçekte istenenin lafzî, sözün yüzeyselliğinde kalan bir tanıklık olmadığını göremediler. Varoluşun hakikatini kendimizde deneyimlemek, kendimizde gerçeklemek suretiyle bilfiil bir tanıklığa davet olunduğumuzu idrak edemediler. Öte yandan, kabuğun ardındaki özü bulan hakikat ehli ise Seyr ü Sülûk’a girişerek bu bilfiil tanıklığı gerçekleştirebildiler.

Şimdi bizler de bu yolculuğa davet olunuyoruz. Bize denildiğine göre, eğer kendi varoluşsal öykümüzün heyecan verici satırlarını izleyecek olursak, kendimize, kendi varoluşsal hakikatimize doğru yapacağımız bu içsel yolculuğun önümüze açacağı idrak ufuklarında varoluşun en derin sırlarını çözebileceğiz, bu idrak ufuklarının göz alıcı gündoğumlarında Allah ile İnsan’ın çok incelikli bir şekilde birlenmiş hakikatine tanıklık edebileceğiz. Böylece, bu daveti izlediğimizde, varoluşa ve kendimize ilişkin tartışmasız bir kesinlikle bildiğimiz birçok hakikatin —çok şaşırtıcı bir şekilde— bambaşka görünümler, bambaşka anlamlar kazandığının farkına varacak ve kendi varoluşsal konumumuza ilişkin derin bir farkındalık elde edeceğiz.

Bu farkındalıkla anlayacağız ki: Allah’ın sonsuz güzelliğinin bize en apaçık olduğu 'yücelerin yücesinden' Allah’ın sonsuz güzelliğinin bize en örtülenmiş olduğu 'aşağıların aşağısı' olan yeryüzüne, aslında, bütün âlemleri ve —en aşağı olandan en yüce olana kadar— bütün varlık/idrak mertebelerini kuşatıcı bir varlık olmaklığımızın gerçeklenebilmesi için indirilmiş bulunmaktayızdır.

Ve yine bu farkındalıkla anlayacağız ki: Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılması ilk bakışta sanki İlahî bir cezaymış gibi görünmekle birlikte, aslında, insan idrakinin kemâle ermesinin önünü açan, insan varoluşunun yüceliğinin zâhir kılınmasına olanak sağlayan bir sürecin başlangıcından başka bir şey değildir.

Böylece bu farkındalık bize, yeryüzünde insan olarak bulunmamızdaki hikmetin bu Seyr ü Sülûk’u gerçekleştirebilmekliğimizden başka bir şey olmadığını gösterecektir. Bizler, Âdem ve Havva’nın çocukları olan bizler, yüceliklere yazgılı varoluşumuzun bir gereği olarak, yaşamımızın en yüce, en soylu yönelimi olan bu zorlu yolculuğu yapabilmek için burada, bu dünyada bulunmaktayızdır.

Varoluşun hakikatiyle, kendi hakikatimizle dolayımsız bir yüzleşmeyi hedeflediğimiz, idrak basamaklarını bir bir geçip, yeni idrak ufuklarına doğru yol alacağımız ve kendi varoluşsal hakikatimizin en derinlerine kadar ineceğimiz bu yolculuk, bütün bir varoluşun satırlarına sessiz sedasız yazılan bir öyküdür, insan olmaklığımızın nefes kesici öyküsüdür.

Bunun kitabî bilgiler peşine düşeceğimiz bir yolculuk olmadığı açıktır. Seyr ü Sülûk ile doğrudan doğruya kendi varlık kitabımızı okumayı öğreneceğimiz bir yolculuğa, bir irfan ve idrak yolculuğuna çıkacağız. Bu yolculuk boyunca bilmek istediğimiz bütün hakikatlerin kendimizde dürülü olduğunu görecek ve bu hakikatleri kendimizden okuyacağız. Kendi varlık ve idrakimizin ötelerine doğru ruloları açacak, sayfaları hep daha derinlere doğru çevireceğiz. Kitap bizim kendi kitabımız. Okunacak olan kitap biziz.”