Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik
Özel İçerik

Saygın Ersin, fantastik kurgunun ilk kâşiflerinden biri ve bu durum onu çok mutlu ediyor. Fantastik dünyanın özgürlüğüne kapılan bir yazar olarak kendini bu anlamda ‘mutlu’ diye tanımlıyor. Her türlü fikre, en çılgınından en sıkıcısına kadar her türlü fikre açık olması çok keyiflendiriyor beni...’ diyor. Okur kimliğimde Ersin’in adı ilk kez geçtiğinde üniversitedeydim. Ancak kitaplarına ulaşılamıyordu. Sonra uzunca bir süre de ulaşılamadı Yedi Kartal Efsanesi’nin serisine. İlk kez 2005’te okurlarıyla buluşan bu seri, yıllar sonra tekrar geçtiğimiz Temmuz’da basıldı. Bu uzun bekleyişten sonra fantastik kurgu okurları için nefis bir haberdi. Çok yakında ise, serinin daha önce hiç basılmamış üçüncü ve dördüncü kitabı da gelecek. Bir güzel haber daha var ki, Ersin seriyi kafasında henüz bitirmemiş. Gittiği yere kadar yazacağını söylüyor. Bu uzun yolculuğun söyleşisi pek keyifliydi. Yazarınıza bir adım daha yaklaşmak için kahvenizi alın da okumaya başlayalım.

Keyifli okumalar…

Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik

BİR YAZAR, DÜNYANIN DURMASINDAN BAŞKA NE İSTEYEBİLİR Kİ ZATEN

- Saygın Bey merhaba. Bu hep ilk sorum ve yanıtları için heyecanlandığımı söylemeliyim. Saygın Ersin kimdir? Ulaşılanın dışında duyguları ve kalemiyle, kendi gözünden kendini nasıl anlatır?

Merhaba... İlk soru hiç çalışmadığım yerden geldi. Kendi gözümden kendimi anlatmak korkutucu bir fikir; tehlikeli de... İnsanların kendilerini anlatmaya çalışırken ne hallere düşebildiklerini çok sık görüyoruz. Bu yüzden zor hemen cevap vermek. Ama şöyle yapabiliriz: Sonraki soruları cevaplarken bu ilk soruyu hep aklımda tutarım ve yeri geldikçe kendimi anlatmaya çalışırım... Anlaştık mı?

- Anlaştık. Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Yazma rutininiz nedir?

Yazmaya 2002 yılında, uzun süren bir sıkıntı buhranının neticesinde başladım. Yazmak bir karar değildi, bir tepkiydi, hatta düpedüz bir kaçıştı. Aklıma güzel bir hikâye gelmişti ve yazmak için; daha doğrusu yapmak zorunda olduğum diğer işten kaçmak için dayanılmaz bir istek duyuyordum... Şimdi bakıyorum da, yazmaya başlamamın hikâyesi, hayatımın özeti gibi bir şey aslında: Kararlar yerine dürtüsel tepkiler, bir yerlere ulaşmak yerine bir yerlerden kaçmak, mantığın nutku yerine duyguların çığlıklarına kulak vermek vesaire...

‘Yazma Rutini’ meselesine gelince... Kısa cevap vereceğim; ben hayatımda herhangi bir şeyi rutine bağlayamadığım için yazmayı seçtim zaten...

- Şimdilerde normalleşme sürecinde olsak da, malum zor bir süreçten geçiyoruz. Pandemi süreci sizin için nasıl geçti/geçiyor? Bu süreç yazarlığınızı besledi mi, yoksa şöyle bir durmak isteyenlerden misiniz?

Pandemi süreci, hayatımın en verimli dönemlerinden birisi oldu. Bir yazar, dünyanın durmasından başka ne isteyebilir ki zaten? Herkes evinde, kaçırdığınız hiçbir eğlence yok. Tüm dünya benim kronik ‘erteleme hastalığıma’ tutulmuş gibi sürekli bir şeyleri erteleyip duruyor. Neredeyse tüm insanlıkla, eşit olmasa da çok benzer bir durum ve duygu ortaklığı içindesiniz... Bunları yaşamak güzeldi. Bir de şahsi ve kolektif duyguları izlemek... Korkunun, özlemenin, umudun bambaşka hallerine şahit olmak büyük bir deneyimdi. Bütün bunların yazıya bir etkisi olmuştur, olacaktır şüphesiz... Pandemi bitnce göreceğiz...

Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik

FANTASTİK KURGUNUN İLK KÂŞİFLERİNDEN BİRİ OLMAK ÇOK GÜZELDİ

- Bizi ilk kez 2005’te yayımlanan yerli fantastik kurgu serisi Yedi Kartal Efsanesi’nin yeniden basılması buluşturdu. Türk Edebiyatı’nın karanlık fantezi türündeki eseri olarak tanımlanıyor bu seri. Yazarı olarak siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Yedi Kartal Efsanesi’nin fantastik türde bir eser olduğuna eminim; ama karanlık mıdır, aydınlık mıdır, gölgeleri ne yoğunluktadır onu bilemem. Bir yazarın kendi yazınını çerçeve çerçeve kategorize etmesini hem sıkıcı hem de ‘meslek dışı’ buluyorum zaten. Yazar ne yazdığını; artık fantastik mi yazıyor, polisiye mi yazıyor, kişisel gelişim mi yazıyor; kendine yetecek kadar bilsin, yeter. Ötesi edebiyat camiamızdaki akademisyenlerin, editörlerin, eleştirmenlerin işi. Onlar nasıl kategorize ediyorlarsa öyledir...

- Peki uzun bir aradan sonra yeniden raflarda olmak ne hissettiriyor? Geri dönüşler nasıl?

O duyguyu tanımlamak için kelime bile seçemiyorum. Yeniden doğmak, kendi gömdüğünüz hazineyi yeniden bulmak gibi bir his...  Yedi Kartal’ın hayal dünyasına yeni okuyucuların adım attığını, eski sakinlerinin de bir hayli özlediklerini öğrenmek çok güzel.

- Fantastik kurgu denince akla ilk yabancı yazarların geldiği dönemler tabii. Öyle bir dönemde siz kendi kültüründen bahseden kurguları kaleme almıştınız. Biraz o dönemden konuşalım mı? Zorlukları ya da avantajları nelerdi?

Bakirdi... Bomboş, hiç ellenmemiş bir hayal diyarı vardı önünüzde, ne isterseniz yazabilirdiniz. Bilinen, yazısız bir kural, klasikleşmiş ya da gelenekselleşmiş bir üslup ya da yöntem yoktu. En büyük avantajı bunlardı. Fakat yanlış anlaşılmasın, kirlendiğini falan söylemiyorum. Bugün hala devam ediyor bu avantaj. Ama yine de, ilk kâşiflerden birisi olmak çok güzeldi.

- Ya dezavantajları?

Dezavatajları hakkında size onlarca hikâye anlatabilirim; ama tek bir kelimeyle de özetleyebilirim: Önyargılar... Ardından korkular ve kibir... Edebiyat camiasında bizim memleketten fantastik, bilim-kurgu, polisiye vb. gibi ‘alt-türler’ çıkamayacağına dair genel bir önyargı vardı. Bu da yazarı da, yayınevini de, okuyucuyu da korkutuyordu haliyle. Bu işi kotarabilecek kapasitede olan kurum ve kişiler de edebiyatın bu türlerine tepeden bakıyorlar, üzerinde kalem oynatmaya değer bulmuyorlardı. Buydu sorunlar... Kolay çözüldü neyse ki... Önyargı çatlayınca, duvar çöktü. Ha bir de, öykünme ve özenme, saf yaratıcılığın yerini alıyordu neredeyse, neyse ki fazla ilerleyemedi...

Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik

BU SEFER BİTTİ! KESİN BİLGİ, YAYABİLİRİZ

- 2005’te serinin ilki ‘Zülfikar’ın Hükmü’, 2006’da ikincisi ‘Erbain Fırtınası’ yayımlandı. Üçüncü kitap da ‘Ateş ve Bedel’ olacaktı; ama yayımlanmadı. Neden?

Şu tek kelimelik ‘Neden?’ sorusu, hayatımın on beş senelik kısmının hikâyesini anlatmamı istiyor aslında. İşte ‘özet’ denen şeye de tam bu noktalarda ihtiyacımız var. Aslına bakarsanız, 2007 ve 2008 yıllarında iki kitap daha yayınladıktan sonra, 2009’da hemen Ateş ve Bedel üzerinde çalışmaya başladım. (Buraya birinci soruya dair bir parantez açalım: Hayatım boyunca etrafımdaki insanlara tembel olmadığımı anlatmaya ve ispatlamaya çalıştım, başarılı olamadım...) 130 sayfa kadar da yazdım. Sonra iki sorun çıktı ortaya: Birincisi, benim senaryo yazmak istememdi, ikincisi ise Pir-i Lezzet’in fikrinin aklıma düşmesi... 2017 yılında Ateş ve Bedel’e nihayet geri dönebildiğimde, ilk yazdığım bölümleri beğenmedim ve temel kurguyu korumak kaydıyla, her şeye en baştan başladım. Gecikmenin kısa öyküsü böyle işte...

- İlk iki kitaba da ulaşılmaz oldu daha sonra? Ama şimdi yeniden okurla buluştu. Geçen bu zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada anlatamayacağım kadar uzun ve detaylarla dolu bir hikâye var bu ‘ulaşılamama’ hikâyesinin ardında. Bunu da şöyle özetlemeye çalışayım: Kitapların başına gelen; o an için talihsizlik saydığım, ‘Bu iş bitti!’ dedirten, yazmaktan soğutan olaylar zaman içinde öyle bir duruma evirildi ki, milyonlar verip halkla ilişkiler kampanyası düzenlesek böyle bir sonuç alamazdık...

- Tabii yaz aylarında üçüncü, hatta ‘Taşlar ve Kapılar’ adlı dördüncü kitap basılacak haberi de var. Bu konu ne durumda?

Ateş ve Bedel’i bekleyen okurlar vereceğim cevaba haklı olarak çok temkinli yaklaşırlar; ama bu sefer bitti! Kesin bilgi, yayabiliriz. Çok kısa bir süre içerisinde Ateş ve Bedel raflarda olacak, onun teri soğumadan da Taşlar ve Kapılar gelecek...

- Dördüncü kitap son kitap mı? Başka böyle bir seri yazmayı düşünüyor musunuz?

Dördüncü kitap son kitap değil ve aklımda başka bir seri yok. Yedi Kartal Efsanesi’nin bir seri olacağını bile planlamamıştım ben. Aklımda bir kitap sayısı da yok... Gittiği  yere kadar gidecek. Yeter ki aklıma anlatılmaya değecek hikâyeler gelmeye devam etsin. Tek kriterim bu.

Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik

HERKES BENİ YÜKSEK LİSANS TEZİ YAZIYOR ZANNEDİYORKEN BEN YEDİ KARTAL’IN İLK KİTABINI YAZIYORDUM

- Peki bu kitapların yazılma süreci nasıldı? Böyle bir kurgu aklınıza ilk ne zaman, nereden düştü?

Yazma süreci gizli – saklıydı. Herkes beni yüksek lisans tezi yazıyor zannediyorken ben Yedi Kartal’ın ilk kitabını yazıyordum. Fikrin aklıma geldiği yeri ve zamanı da gayet net hatırlıyorum. 2002’nin yaz sonu – güz başlarında, salondaki büyük masanın başında, büyük bir bunalma ve pişmanlık buhranının en dibindeyken geldi fikir aklıma...

- Kültürel yapımız ile Batı’nın fantastik unsurlarını bir denge içinde kurguya yerleştirmenin sırrı ne sizce?

Her ikisini de çok iyi bilmek, önyargısız okumak ve yazmak, hikâye, anlatı denen şeylerin, tüm insanlığın ortak hafızasından kök aldığını ve yapısı gereği ‘evrensel’ olduğunu özümsemiş olmak... Bir de merak çok önemli. Kelimelerin, masalların ve efsanelerin köklerine indikçe coğrafi ve kültürel ayrımlar giderek belirsizleşmeye başlıyor ve bu da, yazarı bilgiyle donatmanın ötesinde, özgürleştiriyor...

- Eserlerinizde iyi ya da kötünün galibiyetinden çok dengeyi bulmaya çalışıyorsunuz. Yaşamınızda da böyle biri misiniz?

Dengeyi önemserim... Hatta ‘ilahi düzeni’ en iyi temsil eden kavramlardan birisidir benim için. Fakat biz faniler için dengeyi bulmak zor, bulduğumuzda ise onu korumak, sürdürmek neredeyse imkânsızdır... Fakat bu da dert değil. İşin sırrı ‘dengede kalmakta’ değil, ‘dengeyi aramakta’ zaten. Dengeyi bozan unsurları, dengeyi aradığınız sürece bulabiliyorsunuz çünkü. Kendinizi ve çevrenizi en iyi dengedeyken değil de, dengede kalmaya çalışırken tanıyorsunuz...

Saygın Ersin ile Yedi Kartal Efsanesi üzerine söyleştik

BİR ANLAMDA PİR-İ LEZZET BANA MEYDAN OKUDU, BEN DE KABUL ETTİM

- 2016’da da ‘Pir-i Lezzet’ adını verdiğiniz romanınızla selamladınız okurunuzu. Ve 17 dile çevrildi. Bu romanın serinizden ayrıldığı nokta neydi? Biraz ondan da bahsedelim mi?

Pir-i Lezzet’in fikri çok cezbetmişti beni. Yazmaya can atıyordum ve bunun için Yedi Kartal Efsanesi’ni biraz ertelemekte bir sakınca görmedim. Hatta istedim bunu, çünkü içimde merakla karışık bir korku vardı. Yedi Kartal Efsanesi dışında başka bir roman yazıp yazamayacağımı, başka bir hayal diyarının içine girip giremeyeceğimi merak ediyordum. Bunu denemeden Yedi Kartal Efsanesi’ne devam edemezdim. Bunun farkında olarak başladım Pir-i Lezzet’e. Yedi Kartal daha özgür bir diyardı benim için. Hayal diyarı neredeyse sonsuzdu, ne istiyorsam yazabilirdim. Fakat Pir-i Lezzet’in çerçevesi, sınırları en başından belliydi. Hayali kısıtlayacaktı, kalemi ağırlaştıracaktı. Daha da önemlisi, kurgu bilgiye açtı. Çok ciddi bir araştırma yapmam gerekecekti. Bütün bunları biliyordum ve bu zorluklar da cezbetti beni. Yani bir anlamda Pir-i Lezzet bana meydan okudu, ben de kabul ettim...

- Gastronomi ve tarihin buluştuğu bir roman bu. Aşk da var. Bu romanın yazım sürecini de merak ediyorum aslında…

Yazım süreci aşağı yukarı biraz önce anlattığım gibi geçti. Araştırma safhası bir buçuk yıl kadar sürdü. Kitaplardan ve makalelerden kafamı kaldırabildiğimde, daha doğrusu, bir araştırma bağımlısı olarak kendimi kopartabildiğimde, artık yeterli donanıma sahiptim; fakat bu sefer de bir hikâyem yoktu. Karakterlerin ne yapacaklarını, nereden gelip nereye gideceklerini, hatta karakterlim tam olarak kimler olacağını bilmiyordum. Birkaç ay kadar da bunun üzerine yoğunlaştım, çeşitli hikâye alternatifleri üzerinde dolaştım ve neticede, kurguya, fikre ve atmosfere en çok  bir aşk hikâyesinin yakışacağına karar verdim...

- Yazarlık söz konusu olduğunda kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle fantastik kurgu yazıyor olmanız, sizce yazarlığınızı nasıl besliyor?

‘Mutlu’ olarak değerlendiriyorum kendimi. Meslek olarak yazarlıktan da, tür olarak fantastikten de çok hoşnutum. En çok da fantastik diyarların özgürlüğü cezbediyor beni. Her türlü fikre, en çılgınından en sıkıcısına kadar her türlü fikre açık olması çok keyiflendiriyor beni...

: Teşekkür ederim.

Saygın Ersin: Teşekkür ederim.

Instagram: biyografivekitap