Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

“Allah yarattı” dememek için…

“Evrim” tuhaflıkları

Vakanüvis

Bilim dünyasını neredeyse iki asırdır meşgul eden “evrim teorisi”, bilimsel analizlerden daha çok, ilahiyat dünyasına, toplumların düşünce hayatına, ideolojik düzleme yaptığı etkilerle biliniyor.

Yaratılış gerçeğine karşı “tesadüfiliği” ve “kendi kendineliği” getiren evrim teorisi aslında antik çağlarda bile izi görülen bir hurafe.

Teoriyi hurafe derekesine indiren ise özellikle modern çağlarda, bu iddiaya taraftar olanların gösterdikleri taassup ile zaman zaman enselendikleri sahtekârlık girişimleri.

Antik çağlarda da evrimciler vardı

Yaradılış gerçeği, tarih boyunca neredeyse bütün toplumların gündemindeydi. Tevhit eksenindeki dinler çizgisinde, inanç özlü hakikat ve bu hakikâte iman, genel bir ikna oluşu da sağlıyordu. “Allah yarattı” gerçeği toplumlarda hâkimken, bu çizgiden sapma görülen devirlerde ise yaradılışa ilişkin çok farklı görüşler dile getirilmişti. Bu doğrultuda Sümerler, Urartular, antik Mısır, eski Yunan, Roma, Çin, Kilise Babaları devirleri ve hatta bazı – nadir de olsa - İslam düşüncesinde de yaratılışı sorgulayan görüşler vardı.

Mesela; antik çağ Yunan düşüncesinde, ezoterik ve egzotik mahlukat ya da hayvanlı yaratılış mitleri vardı. Bugün kimi çevrelerce hararetle savunulan, “basit hayvan türünden karmaşık hayvanlara, oradan da insanlara evrilme” iddiası antik Yunan’da da vardı.

Miletli Anaksimandros, “ilk hayvanların Dünya’nın geçmişinin nemli bir evresinde suda yaşadığını ve insanlığın karada yaşayan ilk atalarının suda doğmuş olması gerektiğini” ileri sürüyordu. Bu filozof, “insanın bilinen formunun ilk örneğini bir balığın emzirdiğine” de inanıyordu.

Anaksimandros bu görüşlerinden dolayı, asırlar sonra Avrupa’da “ilk Darwinist” olarak selamlanacaktı. Empedokles ise kendi devirlerinde gördükleri hayvanların, önceden var olan canlıların çeşitli kombinasyonları sonucu “kazara” böyle olduklarına inanıyordu. T

arih boyunca insanın bir evrim sonucu meydana geldiğini savunanlar, ağırlıklı olarak hep bu tezi ileri sürmüşlerdi; canlılar okyanuslardan başlayıp karada sona eren bir süreçte, basitten daha karmaşık biçimlere doğru kademeli bir şekilde dönüşmüş ve nihayet “bildiğimiz insan” ortaya çıkmıştı.

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Çin’de Taocular, Hıristiyanlık’ta Kilise Babaları, İslam dünyasında El-Câhız

Taocu bir filozof olan Çinli Zhuang Zhou ve etkilediği başka Çinli düşünürler de kâinatın sürekli dönüşen ve değişen bir süreçte son haline geldiğini, mevcut formların “hayatta kalmak için en uygun form” olduğunu ileri sürmüşlerdi.

Romalı şair Titus Lucretius Carus ise “De Rerum Natura” isimli şiirinde, canlılar ve insanın tamamen “doğalcı mekanizmalar” aracılığıyla ortaya çıktığını iddia etmişti. Yeni din Hıristiyanlığı benimsemekle birlikte Yunan düşüncesinden kendisini kurtaramayan kimi Kilise Babaları da evrim düşüncesine yatkınlardı.

M. S. 3’üncü yüzyılda yaşayan İskenderiyeli Peder Origen, İncil’deki yaratılış anlatısının gerçek bir yaratma aktarımı değil, bir “alegori” (benzetme) olduğunu dile getirmişti.

Orta çağ İslam dünyasında Mutezile inancının önemli isimlerinden birisi olan El-Câhız da kainatta “doğal seleksiyon” olduğuna inanıyordu. El-Câhız, Charles Darwin’den tam bin yıl önce yazdığı “Kitâbü’l-Hayevân”da türlerin arasında bir hayat mücadelesi olduğunu anlatıyordu. Dr. Mehmet Bayrakdar’ın “Kelam Araştırmaları Dergisi”nin 10’uncu cilt, 1’inci sayısında (2012) kaleme aldığı (Çev. Dr. Mehmet Vural) “Câhız ve Biyolojik Evrimciliğin Doğuşu” başlıklı makalesinde dile getirdiğine göre, El-Câhız, bu süreç sonunda güçlü olanın yaşantısını sürdürebildiğini, insan ve bilinen canlı türlerinin de bu hayat mücadelesini kazananlar arasından çıktığını ileri sürmüştü. Ayrıca İran çıkışlı Bahaî inancını oluşturan görüşlerde, evrimin mantalitesine benzer biçimde, kainattaki varlıkların tek bir canlıdan türediği savunulmuştu.

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Dede Darwin de evrimciydi

Evrim teorisi denilince elbette akla hemen Darwin geliyor ama aslında öncesi var; tabir-i caizse “I. Darwin”, yani Charles Darwin’in dedesi Erasmus Darwin. Babası Robert onun adını; orta çağda hümanizmin temellerini atan, tam bir antik Yunan hayranı olan, bugün de adı global bir eğitim programına verilen Desiderius Erasmus’a olan hayranlığıyla Erasmus koymuştu.

Erasmus Darwin, tıp eğitimi almış, hem tabiatta hem de sosyal hayatta – tıpkı ileride bu düşünceyi bayraklaştıracak olan torunu gibi - “doğal eleme”ye inanan birisiydi. Bu arada, özel hayatı çalkantılı olan Erasmus Darwin’in, evindeki mürebbiye Mary Parker’dan iki gayrimeşru kızı olmuştu.

Darwin’in kuzeni “üstün ırk” için çalışıyordu

Darwin ailesindeki hem “yaratılış karşıtlığı” hem de “güçlü olanın hayatta kalması gerektiği” düşüncesi adeta genetik bir takıntı gibiydi.

Erasmus Darwin’in başka çocuğundan torunu, dolayısıyla Charles Darwin’in kuzeni olan Francis Galton da “bilimsel ırkçılık” çalışmalarıyla tanınan bir isimdi. Onun hastalıklı görüşlerine göre, kimi insanlar – ki toplumun çoğunluğunu oluşturan “zayıf insanlar” -Dünya’ya bir yüktü, bu nedenle zeki erkeklerle zeki kadınlar çiftleştirilip bir “üstün ırk” birikimi elde edilmeliydi.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar da toplayan bu görüşe, “öjeni”ye göre, sakat ve hasta insanların “ayıklanması” ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla insan ırkının “ıslah edilmesi” gerekiyordu.

Türlerin Kökeni: Evrimcilerin Kutsal Kitabı

Charles Darwin, zengin bir ailenin çocuğu olarak araştırmaları için gerekli maddi imkân ve zamana sahipti. O, papaz olmak isteyen bir gençti ama tabiat bilimlerine de çok meraklıydı.

“Evrimin Kutsal Kitabı” Türlerin Kökeni isimli çalışmasını yayımlamadan önce beş yıl süren ve Patagonya’ya kadar gittiği bir inceleme gezisine çıkan – babası “aptalca bir gezi” demişti - Charles Darwin, “canlıların ortak atalardan evrilerek çeşitlendiği” fikrini ileri sürmüştü. 1859 yılında yayınlanan bu kitap, bir anda dünya çapında “maymundan geldik” inancına sahip olanların hararetle savundukları bir çalışma olmuştu.

Genç Charles Darwin’in tuhaflıkları da vardı. Meselâ, seyahatinde - mecburiyetten değil meraktan - değişik böcekler ile iquana ve puma yemişti.

Evrim teorisi, ki birçok bilimsel çevre tam bir tutuculukla “teori” denilmesine bile karşı çıkarken, aslında bizzat evrim teorisinin sahibi Charles Darwin’in bile teorisiyle ilgili şüpheleri vardı. “Gözü düşünmek, çoğu zaman beni teorimden soğuttu ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım.” diyen Darwin; araştırmalarının bir döneminde de kimi canlılardaki farklılıklara o kadar şaşırmıştı ki, “Dünya canlılarının iki ayrı yaratıcı tarafından yaratılmış gibi olduklarını” düşünmüştü.

Bütün bunları itiraf eden Charles Darwin - muhtemelen gördüğü ilgi yüzünden - gene de iddialarında ısrar etmişti.

Avustralya Kilisesi: Doğa Tarihi Müzelerinde sahtekârlık yapılıyor

Dünya çapındaki bir kilise kuruluşu olan Avustralya merkezli “Uluslararası Yaratılış”, ana misyonunu Darwincilerin yanlış ve yer yer sahteciliğe kaçan tutumlarını çürütme üzerine yoğunlaştırıyor.

Kilise yayınlarında, evrim teorisini savunanların Darwin’den bu yana buldukları fosillerin sayısının fevkalade az olduğunu belirtiyor. Teşkilatın yayınlarında alaycı bir dille, “Öyle ki, dünyada faal olarak çalışan biyologların sayısı, bulunan fosillerden çok daha fazla” deniliyor. Kilisenin Baş Araştırmacılarından Ryan Campbell ise “Fosiller Evrimi Destekliyor mu?” başlıklı araştırmasında, dünya çapındaki “Doğa Tarihi Müzeleri”nin birçoğunu eleştirerek, buralarda sergilenen “insanın kökeni varlıklar” ile “insan” rekonstrüksiyonlarında tutarlılık olmadığını, kimi müzelerde ise Darwinci tezleri güçlendirebilmek için bazen bulunduğu söylenen fosillerde bazen de canlandırmalarda ciddi çarpıtmalar yapıldığını ifade ediyor.

“Piltdown Adamı”: Kafatası insan, çene orangutan, asitle eskitme

Dünyadaki bağımsız birçok bilim çevresinde de evrim teorisinin sahte delilerle ispatlanmaya çalışıldığı tartışılıyor, karşı görüşler ortaya konuyor, zaman zaman da evrimcilere geri adım attırılıyor.

Bu çevreler, ağırlıklı olarak fosil kayıtlarında pek çok boşluk bulunduğunu ispatlıyor, böylece evrim teorisinin zorlama bir şekilde kitlelere kabul ettirilmeye çalışıldığını ortaya koyuyorlar.

Bu çerçevede, “evrimi ispatlayan örneklerden birisi” diye iddia edilen “Piltdown Adamı”nın aslında bir sahtekarlık eseri olduğu ortaya çıkmıştı. Bu “şey”, 1912 yılında amatör arkeolog ve koleksiyoncu Charles Dawson tarafından “yeni bir fosil buldum” denilerek dünyaya duyurulmuştu.

İngiltere’deki bu “buluş”, evrimcileri heyecanlandırmış, kısa sürede hem de çoğu “saygın üniversiteler”den olmak üzere 250 civarında destekleyici makale yayınlanmıştı. Ancak zamanla “fosil”e şüpheyle yaklaşılmış, nihayet 1953 yılında “Piltdown Adamı”nın bir sahtekârlık olduğu kesinlikle ortaya konulmuştu.

Buna göre, kafatası modern bir insana, çene kemiği ise bir orangutana aitti. Kafatası, eski görünmesi için bir demir çözeltisine ve kromik aside batırılmıştı. Çene kemiği ise yaklaşık 500 yıllık bir orangutan fosiline aitti.

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

National Geographic’ten “evrim tekzibi”

Evrimi “tartışmasız bilimsel bir gerçek” olarak kabul etmede Ortodoks bir tavır sergileyen anaakım yayıncılığın önemli temsilcilerinden birisi olan National Geographic dergisi de geçmişte sayfalarına aldığı evrimci bir makaleden dolayı özür dilemişti.

Dergi; 1999 yılında, Çin’den gelen “kimera fosili”ne (Arkeoraptor) ilişkin bir makale ve fotoğraflar yayınlamış, “evrimdeki kayıp halka bulundu” diyerek gelişmeyi göklere çıkartmıştı. Ancak kısa sürede bunun, farklı türlere ait fosillerin bir araya getirilmesiyle “imal edildiği” ortaya çıkmıştı.

Dergi, bu gelişmeler üzerine bir özür yazısı yayınlamak zorunda kalmıştı.

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları

Vakanüvis yazdı: Allah yarattı demek için, evrim tuhaflıkları