Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk
Özel İçerik

Melahat Ürkmez

Melahat Ürkmez, bol ödüllü bir yazar. Tarihi roman ve memleketi Konya, yaşamında adeta bir tutku olmuş. Kalemiyle, duygusuyla hem hepimiz gibi hem de ziyadesiyle sıra dışı bir kadın, bir yazar… “Son on dokuz yıla, belki otuz, belki kırk yıllık bir hayat telafisini sığdırdım.” diye tanımlıyor yazarlık serüvenini. Yine konuştukça açıldığımız bir röportaj oldu. Melahat Hanım ile söyleşimizi de bu sebeple ikiye bölerek paylaşacağım sizinle. Bugün yazar olan, anne olan, öğrenci olan, hep var olmak için çabalayan Melahat Ürkmez’i, yarın da daha çok kitabı ile ilgili olan kısmı okuyacağız…

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

BİR JAPON ARKADAŞIMIN ISRARIYLA İLK ROMANIMI YAZMAYA BAŞLADIĞIMDA 2000 YILIYDI

- Melahat Ürkmez kimdir? (Ulaşılanın dışında, kalemiyle, duygusuyla…)

Şahsımla pek çok röportaj yapıldı. Ancak ”Melahat Ürkmez, ulaşılanın dışında, kalemiyle, duygusuyla kimdir?” şeklinde bir soru hiç sorulmamıştı.

Öğretmen, gazeteci, romancı, araştırmacı gibi niteliklerimin yanı sıra üç çocuk sahibi bir anneyim. Annelik, duygusallığı da beraberinde getiriyor belki... Belki de duygusal yapımı daha da su yüzüne çıkarıyor. Dolayısıyla ulaşılanın dışında yani özgeçmişimin dışında kendime daha doğrusu iç dünyama şöyle bir dönüp baktığımda, santimantal bir insan olduğumu görüyorum. Bu yönüm yazarlığımı ve sanatçı kişiliğimi beslemekte; eserlerim için daha heyecan verici olmakta; stimule edici etkisiyle katkı sağlamakta, eserlerime yansımakta, diye düşünüyorum. Diğer yandan yorulmak bilmez bir enerjiyle, hayatımın merkezinde bulunan sanat uğraşlarımla multifaktöriyel çaba ve gayretlerimi sürdürüyorum.

- Yeri gelmişken hemen örnekleyelim mi o zaman?

Birkaç örnek verecek olursam; bu yıl, bu yaşta üçüncü üniversiteme başlayacağım. Daha önceki öğretmenlik ve gazetecilik mesleklerim, gerçekleştirmek istediğim ve gerçekleştirdiğim çocukluk, gençlik hayallerimdi. Bu yıl başlayacağım fakülte ise ne diploma, ne meslek edinme, ne de bir hayalin peşinde koşmaktır; başlayacağım felsefe bölümü sistematik bilgi akışıyla yazarlık hayatıma katkı sağlayacak, düşüncesindeyim. Tabi ki bir bakıma öğrenmeyi çok sevdiğim içindir de… Bir başka örnek daha verecek olursam sanatın kraliçe tahtında oturan mûsıkî de Melahat Ürkmez kişiliğine bir ufuk olarak katılmış ve yabancılık çekmemiştir. İki yıl önce kurulan Uluslararası Mevlana Vakfı Müzik Topluluğu’na kuruluşunda dahil oldum. Kuruluşundan bu güne korist ve solist(amatör) olarak devam etmekteyim. Solfej ve enstrüman derslerinin bile beni ziyadesiyle beslediğini hissediyorum. Kalemime gelince yazdıklarımın yüzde ellisini yayımladım, kalanını ve şiirlerimi belki ilerleyen zamanlarda yayınlarım.

- Yazmaya nasıl ve ne zaman başladınız?

Kısaca çocukluğuma gidecek olursak okumayı beş, altı yaşlarında öğrendim. Bu da benim çocuk yalnızlığıma bir arkadaş, bir eğlence olmuştu. İlkokulda masallar, hikâyeler, kısa ve anlaşılır romanlar ortaokulda yerli yazarların romanlarının çoğunu; lisede yerli, yabancı klasiklerin pek çoğunu okumuş, edebiyatın her türüyle ilgilenmeye başlamıştım. Malumunuz okumak bir yerde yazma eylemini de beraberinde getiriyor. Orta ve lise öğrenimim boyunca Türkçe, edebiyat, kompozisyon derslerinde hep en iyiydim. Öğretmenlerim de fazlasıyla destek veriyordu. Ancak ne yazık ki o yıllarda şimdiki imkânlar yoktu, çevremde ise hiç model yoktu… Yazdıklarımı bir yerlere göndermek, yayımlatmak gibi… Evlilik hayatı, çocukların bakımı, okul hayatları gibi sorumluluklardan dolayı uzun yıllar yazmadım. Çocuklar büyüdükten sonra ve bir Japon arkadaşımın ısrarıyla ilk romanımı yazmaya başladığımda 2000 yılıydı. İlk romanımın ve ilk hikâyemin ödüller alması beni motive etti, o gün bu gün yazmaya devam ediyorum.

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

YAZARLIK HAYATIM, İLK YAZDIĞIM HİKÂYE VE ROMANIN ÖDÜL ALMASIYLA BAŞLADI

- Yazma rutininiz nedir? Nasıl ortamlarda ya da durumlarda en rahat yazıyorsunuz?

Bir önceki sorunuzun cevabında değindiğim gibi yazmaya uzun bir süre ara verdiğimden dolayı yeniden yazmaya başladıktan sonra o arayı kapatmak için çok çalışmaya, yazmaya başladım. Abartı gelebilir belki; ama hiç abartmıyorum, işten eve geldikten sonra her gece 03’e, 04’e kadar yazıyordum. Bir günlük iş ve yazma zamanım 16-17 saati geçiyordu. Sadece uyurken dinlenebiliyordum. Bazı günler hiç uyumadan okula veya gazeteye gittiğim oluyordu. Hatta birkaç defa gazetede çalışırken masanın üzerine başımı koymuş ve uyumuş kalmışım. Son on dokuz yıla, belki otuz, belki kırk yıllık bir hayat telafisini sığdırdım.

- Haklısınız aslında, ne çok şey yazmış, ne çok şey yapmışsınız…

Netice olarak çoğu ödüllü beş tane roman, iki tane araştırma-inceleme kitabı, bir tane hikâye kitabı; pek çok akademik makale; iki binin üzerinde köşe yazısı; gazetede uzun yıllar her hafta hazırladığım kültür sanat sayfası; yurtiçi yurtdışı gezilerimi yazıp tüm sayfa olarak gazetede yayımlanması; yerel televizyon kanallarında on yıldan fazla program yapımcılığı, sunuculuğu; yurtiçi, yurtdışı sunmuş olduğum konferans, panel ve akademik bildirilerin hazırlanması… Yanı sıra iki tane üniversite mezuniyeti… Diğer yandan üç tane çocuğa annelik, sorumluluklar, sosyal hayatın akışı…

- Hepsi bir arada zor olmuş olmalı?

Hiç birisini ihmal etmeden hepsini bir arada yürütmeye çalıştım. Aklıma geliveren çalışmalarıma değindikten sonra sorunuzun cevabını vereyim, ”Hiçbir zaman yazma rutinim ve yazma ortamı rahatı arama lüksüm olamadı” diyebilirim. Her fırsatta, her ortamda uçakta, otobüste, trende, teneffüste fırsat bulduğum her yerde yazmaya, okumaya alıştım. Dakikalarım bile değerlidir. On dokuz yıldır bir tek televizyon dizisi, magazin programı vs izlemedim mesela… Ancak “Nasıl ortamlarda daha rahat yazarım?” daha doğrusu yazmak isterim?” diye kendime sorsam, “Bütün günün koşuşturmacası sona ermiş, gecenin bir yarısı olmuş, dışarıdan telefon, ses gibi dikkatimi dağıtacak hiçbir uyarıcı yok, hafif bir enstrümantal müzik eşliğinde, huzur içinde bir ortamda daha rahat yazarım, hem de bıkmadan, usanmadan…” diyebilirim.

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

- Şimdi artık zaman konusunda daha rahatsınız ama…

Şimdi emekliyim, zaman hususunda kendime biraz daha esnek davranıyorum. Tatil yapmaya az da olsa zaman ayırıyorum. Tatil yaparken bile bir gün batımı, deniz, çiçek böcek gibi sıradanlıklar ruhumu provoke ettiğinde, o halet-i ruhiyemin tezahürlerini şiir, mensur şiir veya nesir olarak oracıkta not defterime aktarıyorum.

- Romanlarınızdan biri Japoncaya çevrilmiş. Başka dillerde de var değil mi?

Romanlarım başka dillere çevrilsin şeklinde hiç girişimim olmadı. Çevirileri, çevirenlerin talep ve isteğiyle oldu. Kendilerine çok teşekkür ederim. Evet, bir romanım Japoncaya çevrildi ve Hollanda UETD tarafından yayınlandı. (Japoncaya çevrilen, Mevlâna konulu ilk ve tek roman olduğundan bahsediliyor) Bir başka romanım İngilizceye çevrildi. Felemenkçeye de çevirisi yapılıyormuş, bitmek üzere olduğunu söylediler. Daha farklı dillere de çevirmek isteyenler oldu. Henüz onlarla ilgili somut bir başlangıç yapmadık.

- Aynı zamanda ödülleriniz de var tabii. Bu nasıl bir his bir yazar için? Ödüllü bir yazar olmak size neler hissettiriyor?

Yazarlık hayatım, ilk yazdığım hikâye ve ilk yazdığım romanın ödül almasıyla başladı. Elbette çok mutlu oldum. Fakat bu ilk ödüller bana mutluluğun yanı sıra iç muhakeme ve muhasebemi yaptırdı.

- Nasıl bir muhasebeydi bu?

Şöyle ki… Öncelikle ödüllü bir yazar olmanın olumlu ve olumsuz yanlarını irdelemek gerekiyor. Ben de bu ilk ödülleri aldıktan ve irdeledikten sonra ödülleri kendi içimde söz konusu etmeksizin yazmaya devam ettim. Zira ödülleri ruhta bir yük olarak taşımak ya da erişilmez bir amaç olarak görmek, yazarı, başından itibaren yok etmiş olmak gibi bir olumsuzluğa götürebilir, diye düşünüyorum. Ödül, yazar için “Ben iyi bir yazarım” algı ve yanılsamasını beraberinde getirmemeli. Ödül, yazara sadece bir itki, bir kamçı olmalıdır. Zirve ve uçurumlarını aynı anda gördüğü bir kamçı… Ödülden aldığı hız ve motivasyonla, hiçbir önyargıya kapılmadan olgunlaşma merdiveninin basamaklarını, olgunlaşan bir ruhla tırmanmalı, daha büyük eserler ortaya koymak için komplekse kapılmadan çalışmalı, yoluna devam etmelidir, diye düşündüm/düşünüyorum.

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

… SANKİ ÇOCUKLUĞUNU BULUR, YENİDEN YENİDEN YAŞAR

- Çocukluğu Konya’da geçen biri olarak romanlarınızda da hep buralar var. Yaşadığınız, bildiğiniz, hatta hissettiğiniz yerleri romanınızda kurgulamak daha mı çok heyecan veriyor size?

İlk romanım, 12 Eylül öncesinde geçen çocukluk ve gençlik yıllarımın bir fotoğrafıdır. Ruhumda derin izler bırakan; kardeşin kardeşi vurduğu,  hatırlamanın bile iç kanattığı o yılların romanıdır. Yani çocukluğumun geçtiği yerin Hadim ve ilk memuriyet yerimin Konya olması sebebiyle romanım bu iki yerde geçiyor. Diğer romanlarımın da ikametgâhı Konya olsa da çeşitli il ve bölgeleri, ülkeleri ihtiva ediyor. Son romanım Lâle Devri’nin İstanbul’unda, Hadim’de ve birkaç Osmanlı ülkesinde geçiyor. İstanbul’da geçen bölümleri ise, en çok severek ve yaşayarak yazdığım pasajlardır. Zira İstanbul âşık olduğum üç şehirden birisidir. (İstanbul, Eski Paris,  Milano/ Como Gölü) Konya hariç tabii ki…

- Bu heyecan nereye varıyor peki sizce? Nasıl yorumlarsınız?

Yaşadığım ve hissettiğim yerleri romanlarımda kurgulamak, söylediğiniz gibi heyecan veriyor. Bizden önceki yazarların yazdığı eserler, bizlere kaynaklık ettiği gibi bizlerin yazdığı eserler de bizlerden sonraki yazarlara ışık tutacaktır. Romanlar tarih kitaplarındaki bilgileri destekler niteliktedir, demek istiyorum. Tarihi anlatan akademik bir eserde; o yılların giyim, kuşam, sosyal yapı/yaşantı, duygu, düşünce, fikir, kültür hayatı vs yer almaz. Dolayısıyla romanlar yazıldığı tarihin en ince detaylarını sonraki nesillere aktaran bir kaynaktır. Aynı zamanda akademik tarih kitaplarından daha sürükleyici olduğu için daha geniş bir toplum kesiminin ilgisini çekmektedir.

Sorunuza istinaden şunu da vurgulamak isterim; her insanın çocukluk hayatı, özellikle yaşı ilerledikçe, bütün evreleriyle kendini belli eden bir çekirdektir. Bir yazar için de çocukluğu, içinde kapalı kalan duygu ve düşüncelerinin ortaya çıkması ve artarak devam etmesiyle yapıtlarına bir renk olarak yansımasıdır. Çünkü beslendiği, muhayyilesinin zirve yaptığı anlar, çocukluğunun geçtiği coğrafya ve o coğrafyanın kültürüdür. Oradan uzak yerlerde yaşıyor olsa bile oraları romanlarında kurgulamak yazara müthiş zevk verir, sanki çocukluğunu bulur, yeniden yeniden yaşar. Bazen bir yanılsamaya kapıldığı, sanki somutlaşan bir hayal âleminde çocukluğuna geri döndüğü bile olur.

- Peki neden tarihi roman? Tarihe olan merakınızdan mı geliyor?

Elbette… Gerek kendi tarihimiz, gerekse dünya tarihi, hatta evren oldum olası merakımı celbeder. Romanlarımda geçen yılları veya yüzyılları aslına uygun kurgulamak için araştırırım, sonra kurgularım. Ancak tarihi çok seviyor olsam da, bana gerekli olan zaman dilimini araştırıyor olsam da iddialı konuşamam, tarihi anlatmak tarihçilerin görevidir. Bununla birlikte Tarihi Roman ise, hangi açıdan bakarsak bakalım, tarihten kaynaklanan varlığımızın temeli, milletimizin ve bunun mekânı olan coğrafyanın, yani coğrafyadan vatana olan sürecin doğrudan doğruya sesi, nefesi, vazgeçilmezidir…

- Bu konuda bizi biraz daha bilgilendirmenizi isteyebilir miyim?

Romancılık tarihimiz, her ne kadar yeni olarak kabul edilse de Orta Asya bozkırlarına, Orhun Yazıtlarına, Sümerlere, Dede Korkut Hikâyelerine, Kutadgu Bilig’e… kadar uzanan emsalsiz hazinelerimizle zenginleşmiş, temelleri Milattan Önce atılmıştır. Misal Kaşgarlı Mahmut’un Türk boylarını gezerek derlediği, Divan-ı Lügati’t Türk’ün, bir sözlükten öte Türk sosyolojisi, psikolojisi, nesir parçaları, şiirleri, atasözleri, gelenek görenek ve olaylarıyla, Türk Edebiyatının en eski yıllarına tanıklık/kaynaklık eden muhteşem bir altyapıyla, tarihi romancılığımızın temel taşı olduğu düşüncesindeyim. Eskimeyen, biricik yeni olan tarihi roman, romancılığımız için hem günceldir hem mazidir; en büyük ilhamını, hızını, zenginliğini maziden alan, “Kökü mazideki âti”dir. Tarihi romanı canlı kılan yüklü bir heyecan, yaşayan bir hatıra vardır, etkisi büyüktür. Öyle ki konjonktüre göre kitleleri etkileyecek, sürükleyecek motivasyondur da. İdeolojileri kitlelere mal edenler, bunların teorisyenliğini yapanlar bilim, fikir adamlarından ve kuramcılardan ziyade bu fikirleri eserlerinde işleyen şairler ve romancılar olmuştur. Hatta teorisyenleri gölgede bırakmışlardır. Bu da sanatın, romanın bir başka gücüdür. Bu ve benzeri nedenler, “Neden tarihi roman” sorunuzun cevabıdır, diyebilirim.

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

TARİH, BİR İNSANIN FİKİR VE İNANÇ DÜNYASININ TEMEL TAŞIDIR


- Tarihi roman, tarihi daha sürükleyici öğrenmemizi sağlıyor diyebilir miyiz sizce?

Toplum geneline baktığımız zaman insanımız tarihi, kitabi bilgilerden ziyade romanlardan, dizilerden, şiirlerden, efsanelerden, hikâyelerden öğrenmeyi yeğliyor. Bu dikkate alınarak bütün tarihi filmler, diziler, romanlar, hikâyeler, şiirler konuyla ilgili uzmanlar tarafından incelemeye tabii tutulmalı ondan sonra yayımlanmasına/gösterime girmesine izin verilmeli. Tarihi çarpıtmadan, gerçeğine/aslına sadık kalınarak yazılması fevkalâde önem arz ediyor. Millet, tarih bilincidir; tarih, bir insanın fikir ve inanç dünyasının temel taşıdır. Tarihsizlik köksüzlüktür; bir insanda genler ne ise, toplumda da tarih odur. Tarihine vâkıf olmayan; tarih hafızasını sürekli tazeleyemeyenler yaşama, gelişme ve geleceğe uzanma güçlerini kaybetmeye, buhranlara kapılmaya, güdülmeye, parçalanmaya, yutulmaya, silinip yok olmaya, mahkûmdurlar. “Geçmişini bilmeyen; geleceğini de bilemez” derler ya, tarihini bilmeyen karanlıkta el yordamıyla önünü bulmaya çalışır. Tıpkı Mesnevî-i Mânevî’deki fil hikâyesi gibi…

- Peki bu noktada ne yapmalı? Neler önerirsiniz tarihi öğrenme konusunda?

Tarih hatıra defteridir, tutulmuş bir günlüktür. Ecdadın bıraktığı her iz; geçmişi, bugünü ve geleceği ışıtan yol, tecrübe; bir deniz feneri, bir kutup yıldızıdır. Ancak iyi okunan ve yorumlanan tarih; yanlış tekerrüre yanıltmacalara, iftiralara, sözde soykırımlara, diasporalara karşı bir dalgakırandır. Tarihine ve mukaddesatına önem veren; nadide eserler vücuda getiren milletler ebede doğru çınarlaşır, yıkılmazlar. Kökleri yerin arzına; dalları arşa uzanır. Yıkılsalar bile tıpkı Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin daha güçlü olarak doğduğu gibi küllerinden yeniden doğarlar. İşte bu ve bunun gibi önemden dolayı tarihi, tarih kitaplarından olsun, tarihi romanlardan olsun öğrenmek elzemdir. Toplumun çoğunluğu, tarihi, filmlerden, dizilerden, romanlardan öğrenmeyi istiyorsa eğer yazanlar bunun bilincinde olmalıdır.

- Siz bu konuda romanlarınızda nelere dikkat ediyorsunuz?

Bu düşünceyle romanlarımda kurgu içine didaktik pasajları sıkıştırmaya çalışıyorum. Tarihi farkındalıkları dile getireyim, bu farkındalıklar kitabımda vücut bulsun, istiyorum. Ancak amacım sadece tarihin ya da yalnızca fikir ve kültürün tek bir damar olarak yapıtta atması ya da sırf tarihi roman yazmak değildir amacım. Sanata zarar vermeden, tarihe ve tarihi gerçeklere zeval vermeden edebiyat ve sanatın katmanlarından istifade ederek bu akışı sürdürmeye çalışıyorum.

(Röportajın devamını yarın okuyabilirsiniz.)

: Teşekkür ederim Melahat Hanımcım…

Melahat Ürkmez: Bu kapsamlı sorularla şahsıma açıklama fırsatı verdiğiniz için size ve Ensonhaber’e teşekkür ederim…

Melahat Ürkmez ile yeni romanı Hadimi’yi konuştuk

Hadimi

Melahat Ürkmez

Destek Yay.

S.: 392

Kitabı satın almak için tıklayınız: D&R

*

Instagram: biyografivekitap