Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor
Özel İçerik

Nazan Arısoy

Bu aslında biraz gecikmeli bir paylaşım. Her şeyin bir zamanı olduğu çok doğru… Bana güzel dostluklar kazandıran lansmanının ardından röportajımızı mail üzerinden hemen yapmıştık aslında. Ancak yaşanan küçük teknik aksaklıklar ve yoğunluklarla bugüne kadar geldik. Şimdi uzun; ama keyifli bir röportajı paylaşıyorum sizinle. Bugün de aşktan konuşalım o zaman…

HEM YAREN, HEM DE SIRDAŞIM

- Nazan Arısoy kimdir? Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?

İnsan yüreğine ayna olan kitaplar yazmaya gayretli, kusurlarımızı hatırlatıp şükretme ve tevekkül ile mutluluğa giden yola ışık tutmaya hevesli, bunu insani görev edinmiş âşık bir yoldaşım. Hem yaren, hem de sırdaşım.

- Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Yazdıklarınızı paylaşmaya, yazarlığa karar verme anınızı hatırlıyor musunuz? Paylaşır mısınız bizimle?

Ortaokul yıllarımdan itibaren hikâye yazarlığına başladım. Babam gazeteciydi ve kendisine ait yerel bir gazetesi vardı. Arkası yarınlı hikâyeler ile köşe yazarlığı sürecim babamın gazetesinde yazmakla başladı.

Hikâyelerimden ödüller almaya başlayınca, yazdıkça biriktirme kararı aldım ve bir gün ilk kitabım oluştu. “İlginç Adamlar ve Kadınları” Kişisel mesleğimle ilgili fazlaca dinlediğim insan öykülerinden çıkan, hayali kahramanlara yaşatılmış; ama gerçek hikâyelerden oluşuyor.

Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor

- İlk kitabınızdan bahsetmişken sonrakilere de şöyle bir değinelim mi?

Tesadüf Serisi olarak yazdığım “AhSEN” ve “Beni Seveceksin” kitaplarım ise, hayatta tesadüf diye bir şeyin aslında var olup olmadığı tartışmasına son vermek için, hatta tesadüf diye nitelendirilen yaşananların zamanı geldiğinde akışıyla sürdüğünü anlatan sıra dışı öykülerden oluşuyor. Tesadüf serisinde hiçbir kitap birbirinin devamı değildir. Tamamen farklı konu içerikleri vardır; ancak insanların tesadüf olarak nitelediği beklenmedik olaylar zinciri sonrası yaşanan olayların anlatılmasıdır.

“Yağmur’dan Sonra Deniz” kitabım, “Aşk, mutlaka her insanın mükâfat olarak yaşayacağı ödülüdür” inanışıyla yazıldı.  İki insanın aslında yaşamadığının farkına varmasının ardından ikinci kez hayata tutunma arzusu ve sonrasında gelişen olayların anlatıldığı bir kitaptır. Buram buram aşk kokan bir kitaptır.

- Ya biyografik romanlarınız?

Biyografik romanlarımdan “Piraye’de Nazım olmak”, Nâzım Hikmet’in büyük aşkı Piraye’sinin yüreğinden bakınca Nazım nasıl bir insandır, nasıl sever, sevdirir anlaşılsın diye yazıldı. “Frida Kahlo” hayatındaki tüm acıları ve gri, karanlık anıları canlı renklerle tablolarında anlatan muhteşem bir ressamdır. Gerçek bir başarı öyküsüdür. Hayatımızda sahip olduklarımıza değer vermemizi sağlayan, sahip olamadıklarımıza karşı kendimizi kontrol etmemize, yargılamamıza, kendimizde yaşayan doğrulara yönlenmemize yardımcı olan bir kitaptır.

“Tomrisçe”, Tomris Uyar ve onun edebi aşklarıyla dolu adının baskılandığı hayatının içinde aslında ne kadar da önemli bir yüreğe sahip olduğuna ve farklı bir bakış açısıyla hayatı yaşadığına şahitlik eden bir kitaptır. “Cemal Süreya Aşk Günü Doğdu”, Cemal Süreya’nın sır, aşk, şefkat açlığı, yaralı yüreğini maskeleyen kişilik çatışmalarına şahitlik eden bir kitaptır. Günümüzde yaşanan çarpık, yozlaşmış ilişkilere ayna tutan bir içerikte yazılmıştır.  “Bukowski Kadınları”, Charles Bukowski’nin doğru anlaşılamayan doğru yaşanmış hayatına ışık tutan bir kitaptır.

ZİHİNLE AŞKIN BİR ARADA YAŞAMASI PEK MÜMKÜN DEĞİL

- Yeni romanınız için buluştuk; Aşk’a Kadar Kapalıyız! Önce sormak istiyorum, neden aşk?

Aşk için yaratılmış insanın en büyük mükâfatı, beşeri aşktır. Bu kadar kutsal mükâfatı en temiz yalın ve doğru bir şekilde yaşamanın, kirletmemenin yollarını anlatmak için kendime misyon edindim.

- Adı da bir hayli ilginç; romanınızın adına nasıl karar verdiniz?

“Aşka kadar kapalıyız.” cümlesi ilk aklıma geldiğinde bu kitabı yazmaya karar verdim ben. Kitaptan sonra isim aramadım. İsmine kitap yazdım diyebilirim. Aşkın kötü yansımalarını gördükçe insanlar aşk olmasınlar istedim. Gerçekten yanmayacaklarsa yakmasınlar, - mış gibi yaşamasınlar istedim. Bu cümle tam da tanıma uydu.

- Yazma süreciniz nasıldı? Neler okudunuz? Nelerden etkilendiniz?

Tek beslendiğim alan çaresiz, sıkışmış, mutsuz hatta umutsuz yüreklerin suskunlukları oldu. Dinledim, anladım, yorumladım diyelim.

- Arka kapakta, “Bu kitapla AŞK olacaksın” diyorsunuz? Bu bir vaat mi?

Vaat değil, hedef diyelim. Aşkla ilgili tanımlarımızı değiştireceği için gerçek anlamda aşkın yaşanma şekline hâkim olacaklar. Bu sebeple âşık olmanın aslında hiç zor olmadığını, aranınca, beklenince gelmeyeceğini keşfedip aşka teslim olacaklar.

- Aynı zamanda Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yetişkin Eğitmenisiniz değil mi? Bu roman bizim mutlu bir ilişkiye ulaşma kılavuzumuz mu olacak?

Bugüne kadar yazdığım her kelime insanların yüreklerine dokunup duygusal mantıklarını tetiklemek içindi.

“Duygusal mantık ne demek? “ diyeceğinizi düşünerek şunu söyleyebilirim. Duygunun onayladığı makul gelen olaylar. Zihinle aşkın bir arada yaşaması pek mümkün değildir. Yürek onayına ihtiyacımız var.

- Kitabınız da ilk adımımız olabilir o halde?

Kitap, kişisel ayna olma görevini yerine getiriyor. Kendinize tutacağınız ayna sizin duygusal eksikliklerinizi fark ettirecek ve siz de var olan duyguların hakiki olanlarını hayata geçirmenize sebep olacaktır.

Mutlu olmanın tek bir yolu vardır. Her koşula rağmen gerçek hislerimize sahip çıkmak ve ne istediğimizi bilmektir. “Ne istiyorum ben?” sorusunu sorduracak bu kitap, cevaplarınızı keşfettirdikçe hayatınıza alacak ve mutlu olacaksınız.

- Bahsi geçmişken eğitmen kimliğinizin yazarlığınıza katkısını hissediyor musunuz?

Elbette dünyadaki tüm meslek grupları aslında birbirine zincirin halkaları gibi bağlıdır. Biri kopsa sistem sarsılır. Eğitmenlik aslında bana göre yazarlıkla eşdeğer. Yazarlık duygusal, mantıksal, görsel eğitim vermenin bir yoludur. Hem keyif verir, hem de öğretir. Yazarken eğitmenlikte edindiğim bilgi birikimime daima muhtaç hissediyorum kendimi. Cümle kalıplarını, baskılamadan eğitim modeline uygun şekilde yazıyorum. İlginç bir ilişkisi var diyebilirim.

- Bu romanda özellikle kişisel gelişim tadı da var. Kurgularken bunu özellikle düşünmüş müydünüz?

Evet, bu en çok dikkat ettiğim meseleydi aslında. Olayları kendi yorumlamamız başkadır; ama yorumların içerisinde kendimizinkini bulmak hatta bize en doğru gelen tanımla karşılaşmak daha başkadır. Her biri ayrı lezzet. Kitabın amacı, duygusal dünyada bir sarsıntı yaratıp, kuvvetsiz hislerden ve algılardan kurtarmak, güçlü olanlarla yola devam etmeyi sağlamaktı. Umarım amacına ulaşır.

Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor

AŞK, ÇOK GÜÇLÜ BİR DUYGUDUR VE EGO DA, ONUN EN BÜYÜK DÜŞMANIDIR

- Peki insanlar aşkta neden mutsuzlar?

İnsanların aşk tanımları karmaşık. Herkesin aslında varlığına inanmadığı bir aşk kahramanı var. Sadece diler. O hayal ettiği kahramanla karşılaşmayı diler insanlar. Kendilerine benzerlikleri bol olanları da o kahraman zannederler.

Zannetmek en büyük suçudur insanlığın aslında. Zihinlerinde canlı tuttukları o kahramanla örtüşmeyen özelliklerle yüzleşince de, aşk terk eder yürekleri.

Nedeni bilinmez; ama insanlar hep kusursuzun peşinde ve daima kriterleri var. Üstelik kendilerindeki kusurları hiç kabullenmeden kusursuzu arıyorlar. Aşkın sihirli anlarını da bu kusur arama faaliyetleri bozuyor ve aşk, mutsuzluk veren bir tanım olarak anılıyor. Bencil olmadan aşk yaşamayı bilmiyoruz. Aşk bedenimizin daima bize ait olmasını istiyoruz. Bizim olmazsa, bize göre yaşamazsa da aşkın kötü hisler tohumu olduğuna inanıyoruz. Bütün mesele zihnin beğenmediği her şeye aşkı kurban ediyoruz.

- Aşk bitince, aldığımız yaralarla başka canları yakmaya, neredeyse kötü bir insan olmaya başlıyoruz. Neden?

Bu soru beni gülümsetti inanın. Eskiden çocukluğumuzda bir yere başımızı ya da elimizi çarpsak büyüklerimiz gider o sehpayı, dolabı döverdi. Bana bunu hatırlattı bu soru. Kimse istemediği bir şeyi yaşamak istemez ve bizde barınan “Ben en iyisiyim, daha iyiyim, güçlüyüm” duygusu hırslara neden olur. “Bana bunu nasıl yaparlar? Neden bana bu yapıldı?” soruları döner durur zihinde. Öç almak, kısasa kısas yapmak insan kusurudur ve tarihler boyunca derin savaşlara sebep olmuştur.

Aşk, çok güçlü bir duygudur ve ego da onun en büyük düşmanıdır. Savaşın nedeni de budur. Savaşta insanlar düşman bildiklerini masum ya da suçlu diye ayırmazlar.

Aşk acı veren bir şey değildir sahip olunamayınca egoyu uyandıran, düşmana çeviren bir kuvvettir. Bu yüzden insanlar aşktan canı yanınca can yakmaya yönelirler. İnsan kusurlarını arttırırlar ve aşkın hakikatinden uzaklaşırlar. Bu tercih, yetişkin insan tercihi değildir. Olgunluğun olduğu yerde hırslar olmaz.

- Size bu romanı yazdıran da buydu, değil mi? Başka canları yakmaya eğilimler…

Kesinlikle öyle. Aynadaki görüntülerinin farkına varsınlar istedim. Başkalarının nasıl göründükleriyle değil, kendilerinin ne halde olduklarını ve oldukları hâl yüzünden aşksız kaldıklarını anlamalarını istedim.

- Bu durumda romanınız, insanlara yüzleşmeleri gereken duygular mı aktaracak?

Evet, hem de her cümlesinde.

Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor

HERKESİN BİR GELECEK DEFTERİ OLMALI


- Bölümlerden oluşan kitabın bir bölümüne “Aşk, kimliksizliktir.” başlığını vermişsiniz. Bu konudan konuşalım mı biraz?

Aşk içinde bana göre ve benceler yoktur. Ezber bozar. Bildiklerinizden, beklentilerinizden sıyrılmadığınızda yaşayamazsınız. Bu sebeple kimliksizleşmek şarttır. Cemal Süreya’nın Tomris’e dediği gibi “Onursuzunum ben senin, daha nen olayım?” Aşk budur işte.

- Bir diğer ilgimi çeken bölüm adı ise, şöyle bir cümle: “Aşkı bulmanın yolu, aşk olmayı dilemektir.” Nasıl yani aşk olmak? Tam olarak ne demek istiyorsunuz?

Aşk yaşamayı dileyen bir insanın aşka teslim olması şarttır. Kriterlerden zihnin taleplerinden uzaklaşmadığınız sürece âşık olmayı beklemenin de aşk aramanın da anlamı yoktur. Aşkın o sihirli heyecanını yaşamayı kabul ettiğinizde yaşarsınız. Hayatın kıymetli mucizeleri üzerinize sağanak yağar.

- Romanda karakteriniz Kerem, sarılmanın tanımını yapıyor. Siz nasıl tanımlarsınız sarılmayı?

Aslında Beria’nın cümleleriyle sarılma tanımımı yaptım. Yeniden söyleyelim.

“Dokunamadığımız ruhu bedenleştirip, bütünleşme arzusudur. Sarılmak sana ait kayıp parçanı bulduğunu hissettiren bir bütünleşmedir. Sarılmak sığınmaktır savunmasızca. Sarılmaya karar veren zırhlarından soyunmuştur. Yalınlıktır. Güvendeyim, güvendesin, sendeyim, bendesin demektir.

En anlamlısı ayrılık sarılmasıdır. Kalanlarımızla kucaklaşmaktır o ve ne acı ki, aşkın tükenişiyle yüzleşmektir. Son kavuşmasıdır bedenleşmiş ruhun. Sahip olduğumuz her şeyin eskisi gibi olmadığının ispatıdır. Ait olmak, ait hissetmek için de sarılır insan; ama uyurken sarılmak, birlikte ölmenin tadına bakmaktır.”

- Roman tamamen kurgu değil mi? Kendinizden bir şeyler kattınız mı? Aslında bunu sanırım bütün kitaplarınız için soruyorum.

Evet, bu roman tamamen kurgu. Kendimden katmadığım bir kitabın olma ihtimali yok. Her birinde yazılı cümlelere benden duygular damlatılmıştır. Tüm kitaplarımdaki kahramanların dili “ben olsaydım” duygusu ile oluşturuluyor.

- Gönderilmeyen mektuplar da aşkın bir parçası mı? Neden gönderilmiyorlar?

Korkudan gönderilemiyor. Cevaplarını bilmediğimiz, karşılığından emin olmadığımız duygularla yüzleşmemek adına saklıyoruz her birini. Yenilme, yanılma duygusunun yaşatacağı enkaz korkusu maalesef kesin olmayan olasılıklar yüzünden aşktan uzaklaştırıyor bizi. Aşk beklentisizliktir. Maşuk, maşukluğunu bilmeyi hak eder. Âşık zihinsel korkuları, kaygıları yüzünden maşuk olma hakkından vazgeçer. Cesaret yoksa aşk da yok.

- Gelecek Defteri’nden bahsediyorsunuz bir de. Bunu da konuşalım mı?

Geçmişin yükleriyle kuşatılırız. Bir gün hayat yolunun ortasında aniden bizi durduran bir olay yaşarız ve tüm yüklerimizi yere yığarız. İçinden tecrübe olacakları ve en güzel anıları alıp geleceğe doğru yola çıkarız. Yola çıkmadan önce de bir hazırlık sürecimiz vardır. Gelecek defteri tam da bu anda devreye girer aslında. Gelecekte ne olsun istersek, geleceklerimizi yazar biriktiririz. Alex’in gelecek defteri aşk bedeninle birleştiği gün hayata başladı. Herkesin bir gelecek defteri olmalı.

Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor

YERİNDE YAŞARIM HER ŞEYİ VE SONRA BİTER

- Hangi dönem, hangi konuda yazacağınıza neye göre karar veriyorsunuz?

Özellikle bu dönem şu yazılmalı algım yok. Bir cümle, bir görüntü ya da şarkı ne yazacağıma karar verdiriyor.

- Kahramanlarınızla aranızda bağ kurar mısınız yazarken? Yoksa yazmayı bıraktığınız anda kaybolurlar mı?

Seri olacak bir kitap konusu yazmalıyım gibi düşünmedim. Aksine hiçbir kitabımın konusu, kahramanları diğerini etkilemez. Kahramanla olduğu kitapta bağ kurarım. Yerinde yaşarım her şeyi ve sonra biter.

- Biyografik romanlarınızdan da bahsettik. Biyografi türünde yazmanın bir başka hissettiren özel bir yanı var mı?

Aslında yine amacım aynı: Ayna tutmak. Yaralamayı, acımasızca eleştirmeyi ve her şeyi kendimize göre anlamayı seviyoruz. Bunun yanlış olduğunu anlatmak için yazmak istiyorum biyografileri.

- Peki kimleri yazacağınıza nasıl karar veriyordunuz?

Sıradan hayatları olmayan ve başarı öyküleri kimselerininkine benzemeyen özel insanları seçiyorum. Kolay karar veremiyorum elbette; ama isabetli oluyor seçimlerim.

- Yine biyografi yazacak mısınız? Kimlerin biyografisini yazmak istiyorsunuz?

Virginia Woolf yazıyorum şimdi. Eylül-Ekim 2019 tarihleri arasında okuyucularıyla buluşacak. Birçok projem var. Sırayla geliyorlar.

- Bunlar dışında senaryo da yazıyorsunuz. Onu da sorayım, devam ediyor musunuz? Bu konuda projeler var mı?

Devam ediyorum. Sosyal sorumluluk hissi yaratan projelere imza atmayı seviyorum. Tarih, sağlık konularında doğru bilinen yanlışları ortaya çıkarmayı seviyorum. Elbette romantizm kokan keyifli öyküler de devam edecek.

Nazan Arısoy, romanı Aşk’a Kadar Kapalıyız’ı anlatıyor

ŞİMDİLİK EDEBİYATTA HALA BİR ZERREYİM

- Değinmek istediğim son bir konu daha var: Bu kaçıncı kitabınız, söyler misiniz?

Onuncu kitap okurlarımla buluştu.

- Çok roman yazmışsınız, değil mi? Başladığınız gün ile şimdi arasında yazarlık kariyerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdilik edebiyatta hala bir zerreyim. Damla olma yolunda ilerliyorum. Gittikçe daha hissederek yazıyorum. İçime siniyor diyebilirim.

- Peki, yazar olmasaydınız kendinizi ifade etmenin yolu ne olurdu?

Meslek olarak mimarlığı seçerdim; ancak duygularımı en doğru şekilde ifade etmek için Frida gibi resim, benim için ön planda olurdu.

- Nasıl yazıyorsunuz? Rutininiz nedir?

Belli planlı, özel programlanmış yazma dönemim ve mekânlarım yok. Zihinsel ve ruhsal olarak hazır hissettiğim her an da yazabilirim. Mekân fark etmeksizin yazarım. Bazen seyahatlerde öyle cümleler aklıma geliyor ki, ben bile şaşırıyorum. Seyahat ve müzik ya da görsel hafızama kazınan özel bir görüntü tetikleyicim oluyor. Aklıma gelenleri çabucak not ederim. Uygun olduğumda o cümleleri işlerim.

: Teşekkür ederim.

Nazan Arısoy: Teşekkür ederim.

*

Instagram: biyografivekitap