Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım Ekrem İmamoğlu kitabını konuştuk
Özel İçerik

Mine Kılıç

Mine Hanım, Benim Sevgili Başkanım Ekrem İmamoğlu kitabını, Ekrem Bey’in Beylikdüzü Belediye Başkanı seçildiği dönemden sonra yazmıştı. Tabii Ekrem Bey, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olunca ona merak daha da arttı. Mine Hanım ile uzun uzun sohbet ettik. Daha sonra sohbetimize Ekrem Bey’in eşi Dilek Hanım da katıldı. Mine Hanım’ın kitabı yazım süreci, Ekrem Bey hakkında düşünceleri ve feminist kimliği ile yaptıkları hakkında konuştuk. Dilek Hanım da kitap hakkında görüşlerini paylaşırken biraz da okumak üzerine sohbet ettik…

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

BEN, ONDAN LİDER OLARAK ÇOK ETKİLENDİM


- Mine Hanımcım kitabın yazım sürecini konuşarak başlayalım istiyorum. Aslında böylece sizi tanıyalım…

Ben siyası iletişim danışmanlığı yapıyorum aynı zamanda. Bir feminist olarak ben kadınların atama ve seçim ile gelen her yerde daha fazla olmasını istiyorum. Çünkü Türkiye’de sayı çok az. 2009 yılında Beşiktaş Belediye Başkan Adayı Sibel Çarmıklı ile çalışmıştım. Ak Parti’den aday olmuştu. O süreçte bir deneyim edindim ve o deneyimin üzerine 2014 yılında Ekrem İmamoğlu ile çalıştık. Kampanya sürecinde medya danışmanlığını yaptım. Aslında medya danışmanlığı yaparken aday adaylığında tanıştık kendisi ile.

-Bu tanışma size kitap yazdıracak o süreci mi getirdi?

Ben ondan lider olarak çok etkilendim. Çünkü İlçe Başkanlığı döneminde çok önemli hizmetler yapmıştı ilçeye. Yani bir gölge belediye başkanı gibi çalışmıştı. Pek çok iş yapılmıştı, dayanışma evleri açılmıştı CHP’nin az oy aldığı yerlerde, 6 civarında sanırım. Orada halk ile buluşmuşlardı. Kimseyi CHP’ye üye yapmaya zorlamadan insanlara pek çok hizmet verilmiş orada, düğünler yapılmış, nişanlar, sünnetler, cenaze, taziye evi olarak kullanılmış. Dar gelirli insanlara çeşitli yardımlar yapılmış; giysi yardımları, hukuki yardımlar yapılmış. Gençlere ulaşılmış.  Onun dışında Ekrem Bey, İlçe Başkanı olduktan sonra modern bir yapıya sokmuş İlçe Başkanlığını; kurumsal bir yapıya daha doğrusu. İzbe bir yerden ilçe başkanlığı binası çok güzel bir yere taşınmış 500m² ve 500 kişilik de salonu olan bir yer burası. Mesela girer girmez holding gibi sizi karşılıyor. İnsan kendine değer verildiğini hissediyor oraya girdiği zaman. Yönetimde yüzde 50 oranında kadınlar ile çalışmış; bu çok önemli bir gösterge! Çok kolay değil.

-Bunu feminist yaklaşımla açalım mı biraz?

Siyaset çok erkek baskın, erkek egemen bir alan! Orada erkekler kadınları istemezler. Pek de değil, hiç istemezler. Ama Ekrem Bey öyle davranmamış, kadınlar ile yola çıkmış ve kadınları sadece seçim kazanmaya yarayan insanlar olarak değil, yol arkadaşları olarak konumlandırmış. Bu çok önemli bir şey, çünkü  Türkiye’de bu iş böyle yapılmıyor. Kadınlar seçim kazanmak için kullanılıyor.

-Nasıl kullanılıyor?

Çünkü evlere kadınlar girebilir, kapıyı çalan erkeklere siz içeri almazsınız; ama kadınları güvenle içeri alırsınız. Evlere girmenin ve gönüllere girmenin yolu kadınlardan geçiyor aslında ve bunu bildiği için samimi bir şekilde onlarla yürümüş. Bu benim için çok değerliydi, çok önemliydi. Onunla birlikçe çalışmamın en önemli nedenlerinden biri kadına bakış açısıydı, kadınlara, gençlere, engellilere, dezavantajlı gruplara olan eşitlikçi, ötekileştirmeyen bakış açısıydı. Her insana yakın olmasıydı. Herkese el uzatmasıydı. Herkesle iletişim kurmasıydı. Bunu yaparken samimi olmasıydı. Siyasetçilerde bu samimiyeti çok fazla göremezsiniz.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

BİZ BUNU YAZALIM, BİR REHBER OLALIM


- Ekrem Bey’in en önemli yanı da buydu yani?

Samimiyet çok değerli ve önemli bir şey. Siz de, hepimiz samimiyet ararız karşımızdaki insanlarda. Bir art niyet sezdiğimiz anda bunu hissederiz; uzaklaşırız o insanlardan. Gerçekten samimiyetine de inandım. Hep kendi gibiydi, bana pek çok insan daha sonraki yıllarda sormuştur; Göründüğü gibi mi? O, göründüğü gibi biri, evet. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum ben de. Samimiyetsizliğini hiçbir zaman görmedim, yalan söylediğini hiçbir zaman görmedim. Başladığı şeyi bitirmeye çalışan bir insan. Bu seçim süreci çok başarılı geçti. Pek çok gönüllü var binlerce gönüllüye ulaştık. O gönüllüler seçim gecesi bütün sandıklara sahip çıktı. Düşün oyları biz de tek tek o imzalı tutanaklara aldık. Sabaha kadar onları yazdık. Ve biz seçim sonucunu biliyorduk zaten saatler önce. Çok başarılı bir seçim kampanyası yürüttü; ama ondan öncesinde dediğim gibi gönüllere girdi Beylikdüzü’nde.

- Neler yaptı?

Mesela sabahları halka, spor yapmaya çıkanlara elma falan dağıtıyorlar, su veriyorlar, gidiyorlar insanlara çay simit ikram ediyorlar, kahve sohbetleri, kafe sohbetleri daha doğrusu, gençler ile bir araya geliyorlar. Mahalle başkanlıkları kuruluyor. Mahalle başkanları her eve giriyor ve müthiş bir çalışma disiplini örneği gösteriyorlar bence. Bu da bir liderlik göstergesi bence, çünkü böyle yapıları kurarsınız; ama liderinize inanmıyorsanız onlar havada kalır ve başarıya ulaşamazsınız. Onun kararlılığı hepsini etkilemiştir süreç boyunca.

- Ve ardından kitap mı geldi?

Bunları gördüm. Aile yaşantısı olarak da çok düzgün bir insan; eşi, çocukları, çok bağlıdır ailesine. Yani bunu her zaman gördüm. Böyle bir yapısı vardı ve 2014 seçimlerindeki zaferden önce dedim ki “Ekrem Bey bunu yazmalıyız, sizin burada kurduğunuz bu sistemi yazmalıyız ki, herhangi bir partiden siyasette yükselmek isteyen, yerel seçimleri kazanmak isteyen her insan uygulasın. Uygularsa zaten kazanır seçimi. Biz bunu yazalım, bir rehber olalım.” O da “Tamam” dedi ve seçimden hemen sonra biz birlikte bu kitabı oluşturmaya başladık. Günlerce onunla konuştum, listeler yaptık kiminle görüşebiliriz diye. Onlarla görüştüm. Daha sonra hem o süreci hem de Ekrem Bey’in biyografisini anlatan bir kitap çıktı ortaya.

- Ne kadar sürede yazdınız?

2 sene sürdü. 2016 yılında basıldı.

- Araştırma sürecinde Kıbrıs’a, Trabzon’a falan da gittiniz, değil mi?

Tabii gittim. Çünkü Trabzon’da doğmuş, büyümüş. Trabzon Lisesi’nden mezun. Kıbrıs’ta üniversite hayatı geçmiş 2 sene. Daha sonra Türkiye’ye dönmüş; ama orada bir takımın kaleciliğini de yapmış. Çok sosyal. Oradan öğrendiği de çok şey var. Kitapta bunları da yazdım.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

BENİ TANIYINCA SEVECEKLER

- Kitap ilk basıldığında çok satmadı, değil mi? özellikle 2019’da satmaya başladı. Nedeni sadece İstanbul seçimleri mi?

2016 da kitap basıldı; fakat 2019’a kadar çok satmadı. Çünkü; Ekrem Bey Beylikdüzü’nün Belediye Başkanı. Aslında tanıtmaya da çalıştık; fakat çok satmadı; 2-3 baskı falan yapmıştık. 2019 da aday olması ile beraber 10 baskıyı bitirdik şimdi 11. baskıya doğru ilerliyoruz. Tabii daha çok merak edildi. İnsanlar onu çok sevdi, ki seçim başında tanınmıyordu; fakat kısa sürede herkesin tanıdığı ve sevdiği bir insana dönüşmeyi bildi. Ben baştan itibaren onun kazanacağını düşünüyordum. Herkese de bunu söylüyordum. Çok fazla inanmıyordu insanlar nedense. Ama tanıdıkça sevdiler. O da öyle diyordu “Beni tanıyınca sevecekler.”

- Kitabın İstanbul seçimleri ile yazıldığını düşünen bir kesim de oldu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Hani araştırmıyorlar; ama niyet de önemli yani. Bir de şundan dolayı olabilir. Hani, iyi niyet olabilir; ama böyle bir sürü kitap çıktığı için, bir olay oluyor, bir hafta sonra bir bakıyorsunuz kitabı çıkıyor. Niyetiniz de çok iyi değilse bunu da onlar arasında sayabilirsiniz. Yani o nedenle olabilir ve dediğim gibi niyetle ilgili. Çünkü bu 2016’da zaten vardı. Zaten birinci ve ikinci baskılarımız hala bazı kitapçılarda var tek tük; ama niyetten dolayı olduğunu düşünüyorum.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

(Dilek İmamoğlu ile)

- Ekrem Bey’in, İstanbul için bir şans olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Ekrem Bey’in Türkiye için bir şans olduğunu, Türkiye için yeni bir lider olduğunu düşünüyorum. Kadınları, gençleri, bütün dezavantajlı grupları anladığını ve bunda samimi olduğunu görüyorum. Ayrıca hayvanları da, onları da çok önemsiyor. Çünkü Beylikdüzü’nde muhteşem bir barınak oluşturdular. Binlerce hayvan kurtuldu öyle söyleyeyim. Bin civarında hayvan kalıyordu orada. Bu şekilde. Yani Türkiye’nin geleceğine de imza atacağına, daha başka yerlerde olacağına inanıyorum. Öncelikle İstanbul’a başarı öyküsü yazmak istediğini düşünüyorum. İstanbul’da bir başarı öyküsü yazmadan daha ileriye gitmek isteyeceğini düşünmüyorum çünkü bunu yapabileceğini biliyorum. İstanbul demek zaten Türkiye demek, Türkiye’nin kalbi burası. Nüfusun yüzde yirmisi burada yaşıyor ve giderek de artıyor. Şu anda on altı milyonun gönlüne girdi. Bence seksen milyonun gönlüne de girecektir.

- Peki, bu ilk kitabınız mı? Biraz da yazarlık yönünüzü tanıyalım…

Yok, benim başka kitabım da var. “Annem Tek Başına Maça Gitti” diye bir kitabım var. Denemelerimden oluşuyor. “Adana’ya Kar Yağmış” diye bir kitap o kitap da 25 tane yazar var Adana’lı. Adana’lıyız. Oradaki yirmi beş yazardan biriyim. Bir öykü yazdım orada Adana ile ilgili. O kitabım var, onun dışında editörlüklerim var; yani başkalarının kitaplarını düzeltmişliklerim var.

- Editörlük de yapıyorsunuz, ne güzel!

Editörlük de yapıyorum. Liderlikle ilgili kitaplar var. Bir yazar arkadaşımın, Yeşim Toduk’un kitapları var, onlarda editörlük yaptım.

- Peki yazarlık konusunda kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yakın zamanda var mı bir proje?

Tabi insan kendini değerlendiremez başkası sizi değerlendirir. Ben insan öykülerini seviyorum; insan ve yönetimi birleştiren öyküleri seviyorum daha doğrusu. Yakında bir kitap daha çıkacak onun kim olduğunu söylemeyeyim, bir holdingin CEO’su, ona destek oluyorum. Yani gölge yazar olarak orada yer alıyorum. Kendisi yazıyor, ben de ona destek oluyorum.  Öyle bir şey o da yine yönetim ile ilgili bir kitap olacak. Değerlerle, insanın değerleriyle, kişisel değerler, o değerleri işe nasıl yansıttığıyla ilgili bir kitap olacak.

- Bundan sonra bu konu da yapmak istedikleriniz neler?

Bu alanda ilerlemek istiyorum. Çünkü hayatım boyunca insan öykülerini sevmişimdir. Yani merak ederim. İnsanın geçmişini, sorarım yani. Ne olmuş? Tamamen meraktan, gazetecilikten ileri gelen bir şey. Mutlaka sorarım, bir insanla konuşurken de dinlerim, dinlemeyi severim insanları, çoğu insan dinlemez. Bana böyle bir şey bahşedilmiş, ben dinlerim insanları, anlamaya çalışırım yani neler yaşadıklarını öğrenmeye çalışırım ve hep derim “Bunları yazmam lazım!” diye. Böyle bir dürtü vardır bende.  O nedenle devam edeceğim bu tür daha çok biyografi ve yönetimi birleştiren kitaplar yazmaya…

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

ÇÜNKÜ ASIL SORUN, ERKEKLİK SORUNU

- Peki yazarlık bir yana bir de feminist yanınız var ve bir de bu alanda yaptıklarınız; onları da anlatır mısınız?

Evet, -herhalde yirmi yıl olmuştur- kadın adayları destekleme derneğine üye oldum. Hürriyet’te çalışıyordum o dönemde ve beni hemen yönetime aldılar, biraz tepeden indirdiler. Çok da olgun bir feminist değildim o dönemlerde. Eğitim alan bir feministtim; fakat Hürriyet’te olmamdan dolayı kadınlara dönük çok güzel projeler yapma fırsatım oldu, şirketleri de bir araya getirerek… Binlerce kadına internet, bilgisayar eğitimleri verdik verdik. 2006’ydı sanırım; o dönemde internet yeni yeni Türkiye’de gelişiyordu ve kadınlar çok uzak kalıyorlardı. Yani uçurum vardı kadınlar ile erkekler arasında. Biz binlerce kadına bilgisayarları ulaştırdık, eğitimlerini verdik. Ben o projede olmaktan dolayı gurur duyuyorum. Onun dışında siyaset okulu eğitimlerimiz oldu. Siyasete girmeye çalışan kadınlara dönük eğitimler. O eğitimlerden çıkıp milletvekili olan, muhtar olan ya da belediyelerde meclis üyesi ya da belediye başkanı olan kadınlar oldu. Tabii şu anda mecliste yüzde 15 civarında kadın olması, ki yüzde 4’lerden yüzde on beşlere geldi, çok kötü hala.

- Peki bu konuda ne düşünüyorsunuz?

En az yüzde 30 olmalı, en az. Yüzde 30 psikolojik bir sınır, eğer bir grubun içinde cinsiyet yüzde 30’un altındaysa istediklerini yaptıramaz, sesini bile çıkaramaz. Maalesef! Çünkü ona destek verecek kimse olmaz. Tek başına konuştuğunda da kimse senin sesini duymaz. En az yüzde 30 olmalı. Elbette yüzde 50 olmalı, hedef budur. Bu nedenle siyasi partiler yasası ve seçim yasasının da değişmesi için biz çaba gösterdik uzun yıllar. Orada da istedik ki bu listeler oluşturulurken bir kadın bir erkek olsun, fermuar sistemi deniyor buna. O şekilde olsun ki yarı yarıya kadın erkek olsun. Biz elimizden geleni yaptık, kampanyalar yaptık ve ödüller aldı o kampanyalar. Ödülleri aldık; ama koltukları alamadık. Sandalyelere oturamadık; fakat çabalıyoruz.

- Daha başka neler var?

Onun dışında "Sosyal Dayanışma Ağı Derneği" diye hak temelli projeler yapan bir derneğimiz var. Orada yine her türlü projede hak üzerine, yani toplumsal cinsiyet eşitliği olması üzerine bunu eklemliyoruz. Her türlü projenin içine toplumsal cinsiyet eşitliğini de biliyorsunuzdur. Toplumun herkese yüklediği birtakım görevler var, o görevler kadınları pek çok şeyden geri bırakıyor.  Bu da ilkokuldan itibaren hatta okuldan önce ailede bu eğitimlerin, bu bilincin, bu farkındalığın verilmemesinden dolayı oluyor ve sonra bu bütün hayatımıza yansıyor. Okuldaki kitaplara yansıyor, okulda kız ve erkek çocuklara davranışlara yansıyor, daha sonra meslek seçimine yansıyor, daha sonra devletin yapısına her şeye yansıyor. Bu çok temel bir sorun ve bu sorunun çözülmesi için biz çalışmalar yapıyoruz.

- Feminist kimliğinizi etkin kullanır mısınız?

Ben çalıştığım yerlerde feminist bakış açımı her zaman yansıtmışımdır. Gazeteciyken işte haber dilinde olmaması için çalışmışımdır. Şu anda İBB Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyesiyim. Maalesef 10 tane asil üyede tek kadın benim.  Buna rağmen sesimi çok çıkarabiliyorum, çünkü o insanların çoğunu tanıyorum. Onlar benimle aynı bakış açısına sahip erkekler. Mesela 30 senedir Atletizm Kadın Takımı yok, Güreş Takımı yok. Onun gibi daha 19 dalımız var; çoğunda kadınlar göz ardı edilmiş, bilerek göz ardı edilmiş bence. Şimdi orada eşitliği sağlamaya çalışıyoruz; ama ben bulunduğum her yerde bunun mücadelesini yapan biriyim korkmadan. Umurumda değil yani bana ne tepki gösterecekleri, dışlamaları falan hiç umurumda değil. Ben bildiğimi söylerim, bu şekilde devam ediyorum.

- Peki feministlik kavramının ülkemizde yanlış anlaşıldığını düşünüyor musunuz?

Feminizm, kadın erkek eşitliğini savunan bir ideoloji aslında; fakat tabii erkekler her yerde çok oldukları için, medyada da çok oldukları için, hiçbir zaman kadınla erkeğin eğit olmasını istemedikleri için hiçbir zaman oturdukları koltukları kadınlara vermemek istemedikleri için saptırdılar ve böyle bir algı çalışması yaptılar. Feminizm erkek düşmanlığı falan gibi; fakat Türkiye’de olan şey kadın düşmanlığı! Her gün üç beş kadın öldürülüyor.

- Bu sıradanlaşıyor mu sizce?

Evet! Yasalar var; ama uygulanmıyor. Türkiye’de kadın düşmanlığı yokmuş da feministler gelmiş, erkek düşmanlığı olmuş gibi. Öyle bir durum yok. Feministlerin öyle bir derdi de yok. Biz sadece eşitlik istiyoruz ve bunun için çabalıyoruz; ama onlar işte yüzde 50’yi bize vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama biz de elimizden geleni yapıyoruz. Bu mücadele böyle bitmeyecek, eninde sonunda bu hayatı bizimle ortak paylaşmaya razı olacaklar.

- Aslında bizimle aynı fikirde olan erkeklere mi ihtiyacımız var peki?

Evet onlara da ihtiyacımız var; ama aynı fikirden olanların en az yarısı kadın olsa daha iyi olur. Çünkü sonuçta erkekler onlar, ne bizim yaşadıklarımızı yaşamışlar, ne o gözle bakabilirler. Ancak onlara da öğretme süreci oluyor sürekli.

- Peki kadınlar bu konuda bilinçli mi dersiniz?

Kadınların da hepsinin bilinçli olduğu söylenemez aslında; ama hani kadınlara öğretmek daha öncelikli. Ama erkeklere de öyle! Çünkü asıl sorun erkeklik sorunu. Herkesin yaşantısına yansıyan diline yansıyan bu değil mi? Biliyoruz, görüyoruz onu ve insanların bunun da farkında olması için biraz çaba gösteriyoruz.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

(Soldan sağa: Dilek Hanım'ın İletişim Danışmanı Sibel Yıldızbaş, Humanist Yay. Genel Yay. Yön. Şahin Erdoğan, Humanist Yay. Kurucusu Menekşe Polatcan Serbest, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, Yazar Şirin Mine Kılıç)

“EKREM SOLCULUĞU BİZDEN ÖĞRENDİ”

- Giderek konusu Feminizm olan bir röportaja döndü. Kitaba geri dönelim. Peki Ekrem Bey’i böyle çok güzel tanımladınız. Yakından onu gözlemleme şansı bulmuş biri olarak biraz önce siz 16 milyonun Ekrem İmamoğlu’nu neden sevdiğini anlatmış oldunuz. Peki, hiç mi kötü bir yanı yok?

Var tabii, olmaz olur mu? O da insan. Kötü değil de orada şey derler; insan kaynakları alanında çalışıyorum ben. Geliştirmesi denen yönler denir onlara. Bence kendini çok fazla harap ediyor. O olabilir, çünkü çok büyük ilgi var her şeye de yetişmeye çalışıyor. Çok çalışan bir insan. Bu süreçte aslında Dilek Hanım da söyledi, ailesine çok fazla zaman ayıramaması. Kendisi de kitaba söyledi: “Biz yıllarca bir tatile gidemedik.” diye. Doğru, adamcağız bir tatile gitti kıyamet! Sel oldu. Yani onu bir robot gibi görüyorlar. O da bir insan sonuçta elbette tatil yapacak. Gelip de orada rögar kapağını açacak hali yok. Bir sürü insan var onunla birlikte çalışan. Zaten bir ekip kuruyor. O ekip o işi yürütecek. O da hemen gelmişti. Ama dediğim gibi kötü yön değil; ailesini olumsuz etkileyebilen yönü. Çok çalışıp çocuklarla eşinin daha fazla ilgilenmesi. O, bu konuda hep vicdan azabı çektiğini söylemiştir zaten. Ve çocuklar da zaten büyüdükçe onu algılayıp anlayış gösterebiliyorlardı. Ama bu sanırım, evet işkolik olması!

- Peki, kitabın yazım aşamasında Kıbrıs’a gittiniz Trabzon’a gittiniz, nasıldı bu süreç? Neler yaşadınız öğrenebilir miyiz?

Mesela muhafazakâr bir ailede büyüyor, baba tarafı sağ, anne tarafı sol eğilimli; ama o muhafazakâr ailede ve işte Kur’an Kursuna gidiyor, beş vakit namaz kılıyor, öyle bir insan. Ve üniversitede Kıbrıs’a gidince böyle biraz afallıyor oradaki yaşam biraz hızlı ve orada bir Türk Ocağı Limasol takımına kaleci olarak giriyor; futbola düşkün. Ve takım da bayağı solcu bir yer. Eski yöneticilerden birisi, “Ekrem, solculuğu bizden öğrendi” demişti.

- Peki Ekrem Bey yorum yaptı mı buna? Bu konuda bir fikir belirtti mi?

Yok, sonuçta onlar öyle düşünüyor. Onlardan etkilendiği kesin de, Kıbrıs da Ekrem Bey’e bayılıyordu.  Fotoğrafları vardı birlikte. Öyle enteresan bir insan ki, hiç ihmal etmemiş. Onlara gitmiş, ziyaret etmiş. Hep böyle insan kazanmış. Hayatı boyunca insan kazanmış, yani bunu da ileride bunlar bana lazım olur falan diye yapmamış.

Mesela çocukluğunda sanırım babasının dükkânının karşısında çocuk esirgeme kurumu var. Oradaki çocuklarla aynı sınıftalar. Bir Öğretmenler Günü’nde öğretmenine kolonya hediye etmiş. Öğretmeni de ona kızmış. Çok utanmış; çünkü öbür çocukların kolonya alacak parası bile yok ve bu travma olmuş onda. Eşi ile gidip çocuklara yardım ettiklerini biliyorum. Gizli yapmış tabii. Farkındalığı hep çok yüksek. Eşi de öyle! Dilek Hanım da mesela bir gün boyunca tekerlekli sandalye ile yolda tek başına bir gün geçirmiş…

-  Başka böyle paylaşmak istediğiniz şeyler var mı?

Bana ilginç gelen bir an paylaşayım. Ekrem Bey seçilmişti, ertesi gün Cumhuriyet’ten bir gazeteci gelmişti. Kızı çok düşkündü ona, üç yaşındaydı. Röportaj bitene kadar kızı doğal bir şekilde kucağındaydı. Bir politikacıdan beklenmez ya hani böyle şeyler. Ben onu hep şeye benzetirim, bir dönem Avrupa’da meclislere kucağında çocukları ile giden kadınlar var ya. Onlar anneliklerini evde bırakmak istemiyorlar; çocuğu emzirmesi lazım. Ekrem Bey’in kızının da o anda şefkate ihtiyacı vardı. Yani bu insani şeyin doya doya yaşanması bence çok değerli bir şey. Keşke hepsi öyle olsa…

- Doğal olan bir şeye şaşırıyor olmamız ne ilginç değil mi?

Siyaset hep böyle kirli olarak düşünülen bir alan ya, ondan sanırım. Ama Ekrem Bey temiz siyaset yaptığı için o temiz alana ailesini de sokuyor.

: Teşekkür ederim.

Şirin Mine Kılıç: Teşekkür ederim.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

DİLEK İMAMOĞLU: ÖZELLİKLE KENDİMLE İLGİLİ BÖLÜMÜ ÇOK BEĞENDİM : )


- “Benim Sevgili Başkanım, Ekrem İmamoğlu” kitabı hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Şirin Mine Kılıç “Benim Sevgili Başkanım, Ekrem İmamoğlu” kitabında başarıyla atlattığımız 2014 Beylikdüzü Seçim Dönemi’ni çok güzel aktarıyor. Özenle hazırlanmış bu kitabı çok beğenerek okudum, özellikle de kendimle ilgili bölümü çok beğendim : )

- Beğenmenizin özel bir sebebi var mı?

Çünkü siyasete girmesini istemediğimi ama böyle olduğunu çok net anlattım, içimden ne geçiyorsa, dobra-dobra söyledim. Yazar da bunu çok güzel kaleme aldı.

- Tam bir eş gibi konuşmuşsunuz : )

Beraber hayatı paylaştığınız kişinin biraz da benlik duygusuyla, ailesini düşünerek söylenmiş sözleri gibi durabilir. Ama öbür taraftan baktığımızda bu memleket için, bu ülke için birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Ekrem İmamoğlu da onlardan birisi olduğundan biz de ailece bu yola girdik.

- En büyük destekçisi de siz olmuşsunuz…

Başkalarının ya da eşimin başarısının arkasına sığınabilecek ya da ondan teselli, güç alabilecek bir kadın asla değilim. Öyle bir yapım yok. Ortada bir başarı varsa bu başarıda elbette herkesin katkısı vardır. Başarıda yanındaki eşi, çocukları, annesi, babası, arkadaşları, sosyal çevresi, herkesin bir şekilde katkısı oluyor.

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

(Dilek İmamoğlu ve İletişim Danışmanı Sibel Yıldızbaş)

KİTABA TUTKUYLA BAĞLIYIM

- En çok kimleri okuyorsunuz? Nasıl bir okursunuz?

Ben daha çok felsefi kitaplar okumayı seviyorum. Roman tutkum da var. Son zamanlarda Azra Kohen’in bütün kitaplarını okudum. Şimdilerde varoluşçuluk üzerine kitaplar okuyorum. Örneğin “Tanrılar Okulu” bunlardan bir tanesi. Okuduğum son kitaplar arasında  “M.S. 2150” kitabını da atlamak istemem. Doktora tezimle ilgili liderlik kitaplarını da araştırmamla bağlantılı olarak mutlaka okuyorum.

- Bir kitap sizi kendine nasıl çekiyor? Nasıl bunu okumalıyım diyorsunuz?

Kitabının arkasına baktığımda, orada beni kendi içine çekebilecek tek bir sözcük varsa, kitabı hemen alıyorum ve okuyorum. Yazar ayırt etmiyorum.

- Duygusal bir okur musunuz?

Kitaba tutkuyla bağlıyım. Kitabı okurken onu yaşıyorum ve kitap bittikten sonra onun etkisinden uzun bir süre kurtulamıyorum. Hayatımın her alanına okuduğum kitabı koymaya çalışıyorum.

- “Benim Sevgili Başkanım, Ekrem İmamoğlu” kitabına tekrar dönelim. Kitap aslında Beylikdüzü Başkanlığı döneminde yazıldı; ama İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan sonra çok duyulmaya başladı. Hatta, “Bu kadar hızlı kitap mı yazılıyor?” gibi yorumlar aldı. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kitap, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı seçim sürecince yaşadıklarımızı aktarıyor. Beylikdüzü’nün o seçim kampanyasına nasıl hazırlandığımızı, gece-gündüz nasıl çalıştığımızı anlatıyor. İstanbul seçimlerinin güncel büyük bir başarı olmasından dolayı ilk bakışta öyle sanılabiliyor. Diğer taraftan biz Beylikdüzü’nde zaten başarmıştık. Önce Beylikdüzü başarısını kucakladık, sonra İstanbul seçimlerini kazandık.

- Ekrem Başkan hakkında yazılmış başka kitaplar da oldu daha sonra. Yeni yazılanlar da var hatta…

Necati Özkan’ın yeni kitabı “Kahramanın Yolculuğu” da İstanbul seçim sürecini anlatıyor. Okuyucular öncesi ve sonrasını iki kitabı da, karşılaştırınca çok iyi göreceklerdir.

- Ekrem Başkan hakkında çıkan her şeyi okuyor musunuz? Bir okur olarak bu kitapları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okuyorum tabii. Mine Hanım’a da Necati Bey’e de teşekkür ediyorum.  İkisinin de kalemlerine sağlık. Yaşananları kitaplarında çok güzel aktardılar.

: Teşekkür ederim.

Dilek İmamoğlu: Teşekkür ederim.

*

Ş. Mine Kılıç ile Benim Sevgili Başkanım kitabını konuştuk

Benim Sevgili Başkanım Ekrem İmamoğlu

Ş. Mine Kılıç

Humanist Yay.

S.: 224

Kitabı satın almak için tıklayınız: idefix

*

Instagram: biyografivekitap