Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk
Özel İçerik

seray şahiner

Seray Şahiner, “Hanımların Dikkatine” ile Yunus Nadi, “Kul” ile de Orhan Kemal Roman Ödülü’ aldı. Kendine has üslubundan sebep oluşmuş bir Seray Şahiner Edebiyatı tanımı bile mevcut artık. Okuruyla paylaştığı son kitabı ise, Hepyek oldu. Bakalım bu öykü kitabı yazım süreci nasıl oluşmuş? Kimlerden, nelerden bahsetmiş Şahiner?

İşte sohbetimiz…

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

BURADA KÂĞIDA AKTARILACAK BİR KISIM VAR

- Seray Şahiner kimdir? Kendini nasıl tanımlar?

Coşkuyu, heyecanı, debdebeyi ciddiye alıyorum. Hayatta olma duygusunun altını çizen şeyler bunlar. Darbuka öğreniyorum, ritim duygusunu çok önemsiyorum. Yazıda da müzik tekniklerini kullanmayı seviyorum. Sokağa bakmak, sokağın içinden geçmek benim için önemli. Şehri, evimin bir parçasıymış gibi kullanıyorum. Kaldırım koltuğum, duvar minderim, vitrin camları çekinmeden makyajım akmış mı diye bakabildiğim aynammış gibi geliyor. Bunu da Benjamin’in “Caddeler toplumun konutudur” sözünü okuduktan sonra benimsedim. Yazıdan yaşama aktarabileceğimiz pek çok hayat olduğuna inanıyorum.

- Yazarlığa, yazmaya nasıl başladınız?

Annem, bana hamileyken benim için bir günlük tutmaya başlamış; “Sevgili kızım, bugün şunlar oldu” diye… Ben doğduktan sonra da sürdürmüş. 3-4 yaşıma geldiğimde, bana anlattırıp benim ağzımdan yazmaya başladı. Ben okuma yazma öğrenince de bana devretti… Masaya oturmak, bir huy olarak 6 yaşında hayatıma girmiş oldu. Sıradan bir güne, “Burada kâğıda aktarılacak hangi kısım var?” diye bakmamı sağlayan bir dikkat gelişmeye başladı. Sonra bütün hayata da öyle baktım.

- Peki nasıl yazıyorsunuz? Bir yazma rutininiz var mı?

Benim için, yazının birinci adımı yazıdan kaçmak. Konuya karar verdikten sonra, “Ya yeterince iyi yazamazsam!” korkusu geliyor. O sebeple, yazmayı erteleyip duruyorum. Bir kahve daha içeyim de başlayayım, bir kahve daha… Dünyanın en uzun yolu, koltuk ile yazı masası arasındaki yol. O kaçma dönemleri beni konuya hazırlıyor aslında. Meseleyle ilgili araştırma yapıyorum o esnada. Masaya oturduktan sonra dış dünya ile bağlantım kalmıyor. Aylarca evden hiç çıkmadığım, sipariş verdiğim bakkal dışında kimseyle konuşmadığım oluyor. Kendime evde sokaklar yaratıyorum.

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

KÂĞITTAKİLER VE SOKAKTAKİLER, BİZ BİRBİRİMİZİ KOLLAYARAK YÜRÜYORUZ

- “Hanımların Dikkatine” ile Yunus Nadi, “Kul” ile de Orhan Kemal Roman Ödülü’nü aldınız. Ödüllü bir yazar olmak nasıl bir hismiş?

Hayatta en korktuğum şeylerden biri, kendi yeniliğimi eskitmek. O sebeple her kitapta, yine kendi avazımdan başka bir ses arıyorum. Ödüller, beni denemeye ve aramaya devam etmem konusunda yüreklendiriyor.

- Peki ödül aldıktan sonra neler değişti yazım hayatınızda?

Yazarken çok özgürüm; ama kitap matbaaya gideceği gün şöyle düşünüyorum: “Galiba bu bir sosyal intihar denemesi” yahut “Çok sıradan şeyler yazdım” Bu tereddütle matbaa sürecini geçirdiğim kitapların ödül alması, beni daha sonraki metinlerimde daha özgür kılıyor.

- Artık “Seray Şahiner Edebiyatı” diye bahsediliyor sizden. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Dünyanın en sıradan durumlarını, o sıradanlığa halel getirmemeye gayret ederek yazıyorum. Özgünlüğü aradığım yer, sıradanlık. Kahramanlarım sık karşılaşılan; ama ya görmezden gelinen ya olumsuz manada parmakla gösterilen karakterler. Oysa italik ya da düz fontla yazılmak istemezler. Hikâyelerinin olduğu gibi anlatılmasını isterler. Herkes gibi olmak, herkes gibi tarif edilmek isteyenleri yazıyorum. Yazarken karakterle “o olmak” düzeyinde bir empati kurduğumdan, biraz da savunarak yazdığımı kabul ediyorum. Kâğıttakiler ve sokaktakiler, biz birbirimizi kollayarak yürüyoruz.

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

ZAMANIN SÜZGECİNE İNANIYORUM

- Gelelim yeni öykü kitabınız “Hepyek”e. Önce adıyla başlayalım isterim. Neden Hepyek?’

Kaybetmeyi göze alsa da oyuna devam etmekten vazgeçmeyenleri yazdım. Onun simgesi hepyek. Bu kitaptaki bütün karakterlerimin hikâyesi, zor bir durumlarında başlıyor. O zorlukla baş etmek, anı, günü kurtarmak için kurdukları küçük oyunları odağa aldım.

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

- 12 öykü var kitapta. Bu öyküler nasıl bir araya geldi? Biraz yazım sürecinizden konuşalım mı?

Hepyek, oyun kurma ve iletişim araçlarını odağa aldığım bir kitap. Her öyküde bir iletişim aracını konu ettim. Kuşaklar arası iletişim olan masallarla başlıyor, sonra iç iletişimimiz olan rüyalar; sonra hoparlörler, lisan, telefon, televizyon, gazeteler; kitle iletişim araçları… Aşama aşama büyüterek İletişim teknolojisini en üst noktaya kadar getirip, benim için en üstün iletişim şekli olan muhabbetle bitirdim. Biraz; Marshall McLuhan’ın “Araç mesajdır” kuramı çerçevesinde hareket ettim. Bir mesajı hangi iletişim aracından aldığımız onun içeriğini yorumlama biçimimizi de etkiliyor. Üniversitede gazetecilik bölümünde okudum, yüksek lisansım sinema üzerine. Aslında uzun zamandır kafa yorduğum konulardı bunlar. Hepyek’te yazımına 10 yıl önce başladığım öykü de var. Zaman içinde demlendirip, dokuz on kez tekrar yazmışımdır. Zamanın süzgecine inanıyorum.

- İsim siz olunca, edebiyatınızda konu ne kadar üzücü olursa olsun onu mizah ile perçinlemek var. Bu hikâyelerde de yine aynı Seray Şahiner’i bulacak mı sizce okur?

Bu hikâyelerin bilge kişisi; başına gelen zor durumları “İlerde gülerek anlatıcaz bunları” diye yorumlayarak yanındakine teselli vermeye çalışanlar. Hepyek’te her öyküde, o öyküye has ayrı bir anlatı dili aradım. Bu, aynı zamanda her öykü için ayrı bir mizah dili aramama yol açtı.

- Edebiyatta mizahı kullanmanın sizin için anlamı nedir?

Aslında mizahı kullanmamın sebebi, okuyanı güldürme isteği değil, derdin altını çizmek. Mizahın; duruma bakış açısında getirdiği mesafelenme, karşılaştığınız şeyi daha iyi anlamayı sağlıyor.

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

BİR AVAZDA SAYDIKLARIM…


- İlk öykü “Feliçita” çok ilgimi çekti. Çünkü ara ara masallara gönderme yapan cümleler veriyor, hikâyenize devam ediyorsunuz. Diğerlerinde ise yok. Neden?

Kitaptaki her öykünün ayrı bir iletişim aracını odağa almasından kaynaklanan bir durum. Feliçita’da kuşaklar arası iletişim olan masalları kullandım. Bu öyküde, çocuk esirgeme kurumundan çıkmış 17 ve 19 yaşında iki gencin hikâyesini anlattım. Bütün masalları ezbere biliyorlar; ama hiçbir masal onlara kendi ailelerinin bir önceki kuşağı tarafından okunmamış. Hafta sonları kuruma gelen ziyaretçilerin okuduğu masallar... Bu iki genç, hayatı masallarla yorumlayarak dünya ile bir özlük bağı kurmak istiyorlar aslında.

- Yine bir başka öykü “Personel Yemeği”nde de İngilizce cümlelere yer vermişsiniz…

Personel Yemeği öyküsünün karakteri Emirhan, en büyük hayali garsonluk mertebesine yükselmek olan bir komi: 16 yaşında. Anadolu Lisesi hazırlıktan terk! Şef garsonun onu sürekli ezmesi karşısında, içten içe tek büyüklenmesi; ayaklarını dinlendirmek üzere klozet kapağını kapatıp oturduğu tuvalette mütemadiyen çalan “My heart will go on” şarkısının sözlerini anlayabilen tek çalışan olması.

- “Bulyon” hikâyesiyle de Sait Faik’e bir selam gönderiyorsunuz…

Sait Faik, Dört Zait öyküsünde, sokakta gördüğü insanlar içinde kime saat sorabileceğini, kimden kibrit isteyebileceğini velhasıl kimden zarar gelmeyeceğini anlama üzerine bir ruh halini anlatıyor. Ona mahcup bir selam göndererek yazdığım Bulyon öyküsünde; hayat bilgisi olan, sokakta gördükleri içinde kime soru sorarsa cevap alacağını bilmekle övünen bir karakteri yazdım. Şehri gezerken “o soruyu sorabileceği kişi”yi arıyor. Fakat sormak istediği soru: “Pardon bir fotoğrafımı çeker misiniz?” Yaşamak ona yetmiyor, sosyal medyada yayınlamak üzere anlar kurgulayarak, hayattan keyif aldığını dışarıya göstermeye çalışıyor. Selfie çekmiyor, zira “Selfie beni yalnız gösteriyor” diyor. Sait Faik kahramanlarının arasına karıştığı kalabalıkla hareket etmek isteyen; ama dışardaki kalabalığa yalnız olmadığını göstermek için yaşadığı hayatın dışında kalmış bir kadın.

- Yine buradan bağlamla sizin için özel yazarlar kimler diye de eklemek istedim?

Başlıcalarından birinin Sait Faik olduğu zaten belli! Aziz Nesin, Vedat Türkali, Murathan Mungan, Sevgi Soysal, Füruzan, Tomris Uyar, Orhan Kemal, Hulki Aktunç, bir avazda saydıklarım.

Seray Şahiner ile yeni öykü kitabı Hepyek’i konuştuk

ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ EN BÜYÜK HAYALİM, DAHA İYİ YAZMAKTI. HALA DA ÖYLE!


- Seray Şahiner yazmasaydı kendini nasıl ifade eder, nasıl özgürleşirdi?

Daha çok darbuka çalardım, daha çok dans ederdim, daha çok resim yapardım. Hayatta yeni hikâyeler yaratacağımız, yeni hikâyelerle tanışacağımız çok alan var. Yazarken de bütün bu alanlardan beslenmekten yanayım.

- Edebiyatta geldiğiniz noktada kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha yoldayım. Çocukluğumdan beri en büyük hayalim, “daha iyi yazmak”tı. Hâlâ da öyle.

- Biraz daha edebiyat yaşamınızdan bahsedelim mi? Kadın hikyeleri yazdınız. Kadınla ilgili konularla yakından ilgilisiniz. Böyle bir yazar olmak size ne gibi sorumluluklar yükledi?

Yaşarken dert ettikleriniz yazarkenki meselenizi de belirliyor. Yazının getirdiği sorumluluktan ziyade, zaten insan olarak yanında durmakla yükümlü hissettiğim bir mesele bu. Taraf tutmak, kimi zaman ifşa etmek; bir sorumluluk!

- Kadına yönelik taciz, şiddet dinmeyen yaralardan… Konumuz kadınlarken ve siz de bu konu ile bu kadar ilgiliyken bir şeyler söylemek ister misiniz?

Sokakta, edebiyatta, sahnede… Daha çok olmamız gerekiyor. Bunun sıradan karşılanacağı kadar çok. Sistem, o saatte sokakta ne işi vardı, kadın olduğu halde sahnede gibi söylemlerle üstümüzde tahakküm kurmaya, üstelik bunu sıradan göstermeye çalışıyor. Buna karşı çıkmanın bir yolu, daha çok ses vermek.

: Teşekkür ederim.

Seray Şahiner: Teşekkür ederim.

*

NOT: Fotoğraflar, Sedat Tuna tarafından çekilmiştir.

*

Instagram: biyografivekitap