Sevinç Erbulak: Ben yazmaya devam edeceğimi hissediyorum
Özel İçerik

Sevinç Erbulak

Uzayan röportajımız arkası yarına dönüştü malumunuz. Uzatmadan ikinci ve son kısmını aktarıyorum size…

BENCE BİZ DEĞİŞİYORUZ, ZAMAN DEĞİL


- “Mutsuzluk, dağılıp sonunda un ufak olan bir şey; ama zamanla”diyorsunuz. Peki zaman gerçekten her şeye ilaç mı?

Evet, tabii böyle yazdım. Kendini mutsuz hissetmek, elle tutamadığın, seni boğan bir şey değil mi? Duman gibi düşün. E, dağılıyor. Çünkü zaman geçiyor yani. Her şeyin ilacı mı, her şeyin çaresi mi? Bunlar çok iddialı, bilmiyorum. Benim hayatımda, evet! Bende bulut dağılıyor, güneş çıkıyor, sonra yine bulut geliyor, arada bir yağmur yağıyor; ama zaman değiştiriyor ve dönüştürüyor. Her şeyden önce seni! Belki de mutsuzluğun dağılmıyor, bak bu da olabilir. Sen değiştiğin için artık o kadar mutsuz hissetmiyor olabilirsin.

- Belki de yerini güzel şeyler kaplıyor mutsuzluğumuzun…

Yerini mi kaplıyor bilmiyorum ama… Mesela okuduğum ve çok sevdiğim kitaplara tekrar dönme sebebim hep şu oluyor. Ama on yıl sonra filan dönüyorum ya da en az beş. O zamanki kendime bakıyorum. Ve nereden nereye geldiğimi görüyorum. Çünkü çizdiğim bir satırı değil de, artık onun bir altındaki, daha önce okurken göz ucu ile okuduğum bir satırı bu sefer fosforlu bir kalemle çizmek istiyorum. Bence biz değişiyoruz, zaman değil.

- Cevabınız da değişmiş aslında : )

Evet ya, cevabım kitabı yazdığım günden bugüne değişmiş. Yanlış yazmışım. (Gülüyor)

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

KAÇIYORDUM ESKİDEN


- Alçıya alınamayan bahsettiğiniz şu çatlaklar var ya; siz onlarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Bir yolu var mı?

Hayır, bence yok! Nasıl başa çıkıyorum? Off, çok ağrıyor diyorum. (Gülüyor). Kaçıyordum eskiden. Tamam ağrımıyor, bir şey yok diyordum. Bir şeyden kaçmak için çanta toplayıp seyahat ettiğini düşün. Bu çatlakları toplayıp seyahat etmekle aynı şey. Biri ya da bir şeyler seni çok üzdü diyelim, çantana eşyalarının yanına kaçma isteğini de koyduğun müddetçe yine o seni üzen şeyle gidiyorsun aslında.

- Peki şimdiki çözümünüz ne?

Bir yerin çatladığı zaman, en azından çevrende bir iki kişi bunu görür. “Damla neyin var? İyi görünmüyorsun”. Ben şimdi söylüyorum, hem de kendime. Çatlağıma bakıyorum, elliyorum; çok acıyor ama. Ondan kaçarak değil, onunla hareket ederek! İyileşme süresini kısaltıyorum muhtemelen.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

BEN BAYAĞI POTANSİYEL BİR ÇOCUKMUŞUM, ŞİMDİ FARK ETTİM


- Çocukken çok hayal kuruyor muydunuz?

Çok! Delice…

- Ütopik olanlar gerçekleşemiyor belki; ama ne kadarı gerçek oldu?

Olmadı ya… Çünkü ben uzayla ilgili çok hayal kuruyordum çocukken. Aslında oluyor da, ben şimdi yetişemiyorum ona. Şöyle diyordum: Öyle bir dünya istiyorum ki! Gözümü kapattığım anda olmak istediğim insanla, olmak istediğim yerde, oradan oraya seyahat… Düşünce gücüyle seyahat etmek istiyordum. Yapmak üzereler gibi şu an. (Gülüyor)

Bunu çok istiyordum. Çatlaklardan, kırıklardan kaçılmayan, onları gösteren bir aile yapısında büyüdüm. Hayalperestlik biraz onunla da ilgili olabilir. Acıyla tanışıklığım çocukluğuma kadar uzanır. Hastalıklara da dokunayım iyileşsin isterdim, hayal ederdim. Şimdi de şifacılar var işte bak. Ben bayağı potansiyel bir çocukmuşum, şimdi fark ettim : )

- “Acıyla tanışıklığım çocukluğuma kadar uzanır”. İlk kitabınızın cümlesiydi değil mi?

Evet, şu an kitapta bir cümle; ama doğru. Burada dediğim, çok acıklı çocukluğum olduğu değil; çok şahane bir çocukluğum oldu benim. Umarım herkesin şahane bir çocukluğu olmuştur. Çünkü bir tek orada şahane olunabiliyor. Çünkü masala, her şeye inanıyorsun.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

- Gerçeğe geçiş de çok zor oluyor değil mi?

Evet, evet, bizim gibi hayalperestler için çok zor oluyor. Ben tabii biraz gerçekçi oldum. Bakma, yazdıklarım kadar hayalperest değilim ben.

- Araya bir klişe sıkıştıralım mı? Oyuncu olmasaydınız ne olurdunuz?

Bak bir soruya daha cevabım değişti. Bunu bana 20 yaşımdan beri soruyorlar. Psikolog, öğretmen, felsefeci filan derdim. Şu an olabileceğim mesleği biliyorum; ama gerçekten çok geç. Ben arkeolog olmak isterdim. Mesleğime âşığım; ama kesinlikle arkeolog olmalıydım. Müthiş bir alan ve arkeologların nefis bir yaşamları olduğunu düşünüyorum.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

ÇÜNKÜ ÇOK ÇABUK “BURASI ARTIKARANMAYANLAR GEZEGENİ” DİYORUM BEN


- En çok kimlerin kalbine dokunacak peki kitabınız? Ya da siz kimlere dokunsun istersiniz?

Hiçbir fikrim yok aslında bununla ilgili. Hayalperestleri yakalasın tabii. Aslında gerçekçi gerçekçi dolaşanlara da çok dolansın isterim. “Saçmalama ya, böyle bir şey olur mu?” da benim için çok iyi bir refleks, iyi bir kanca. “Gerçekten var mı ya?” dedirtebilir ona…

- Bu kitabı nasıl okumalı insan?

Bu sadece bir kitap okumak için geçerli değil. Birini tanıdığımızda da şekilciliğimizden ötürü hemen bir defans uyguluyoruz ya, muhtemelen o gerçekçiler önce bir defans koyacaktır. Ama tıpkı o ilk sahnedeki gibi, oyuncu “Merhaba, burası bir otopark” deyince, seyircinin söze inanması gibi kitaplar da öyle büyücülerdir. Çünkü çok çabuk “Burası Artıkaranmayanlar Gezegeni!”diyorum ben.

Bunu ütopik bulmayan biriyle, bunu delice ütopik bulan birinin alacağı haz çok yakın olacaktır birbirine. Duam bu yönde yani…

- Bu kitap sanki sizin hislerinizden yola çıkmış da, sizi anlatıyor tamamen. Otobiyografik bir roman gibi…

Benim hislerimin tarihi tabii var; ama ben yazdığım için değiştirme şansım vardı. O yüzden otobiyografik değil. Yazar hangi türde yazarsa yazsın, kendi yazdıklarının dışında durup, kendi hislerinden bağımsız davranabilir mi yazma edimine?

- Ama ütopik bile olsa inanarak yazdığınız bir şey bu…

Tabii ki, hepsi bana dokundu onların. Şunu yaşadım. Bunlar bağımsız parçalar gibi önümdelerdi, bakıyordum.  Bir an sahnede de çok olan bir şey oldu. “Aaa!” deyip kaldım. Yanlış yerleştirmişim, sonra toparlayınca bir araya geldiler. Ondan sonra beni en zorlayan aşama oldu. Okunacağını bilme bilinciyle onlara böyle agraflar eklemek…

Dediğim gibi, birilerinin okuyacağını bilmekle, salt kendine yazmak arasındaki o fark…

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

BEN YAZMAYA DEVAM EDECEĞİMİ HİSSEDİYORUM


- Yazmaya devam edecek misiniz?

43 yaşımın sonrasındaki bu serüvende, ben yazmaya devam edeceğimi hissediyorum. Kendimi eğitmem gereken derin bir alan ve çok tanımıyorum yani. Buralarda yeniyim yani. Burası böyle sahne gibi 25 seneyi kendime de aktarabileceğim, anımsatabileceğim filan bir yer değil. Çok çömez yani hislerim ve hep istiyorum ki o, beni uyutmayan, beni yatağımdan kaldıran his yüzünden yazayım, çok mutlu ettiği için zıplatan şey yüzünden yazayım, “Yok, bunu yazmazsam bir şey yapacağım ben birine!” dedirten şey yüzünden yazayım; ama bir tek şeyi hiç aklıma getirmeyeyim: “Bunu biri okuyacak!”

- Ne düşündürüyor ki bu durum size?

Kendi kendime şöyle diyorum çünkü: “Okuyacak! Ne düşünecek peki? Ne hissedecek? Sevecek…” Oo, buralar beni, bir totemciyi bitirir. (Gülüyor).

- Keşke ben yazmış olsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Aa, bir tane yok ki, çok var. Küçük Kara Balık’ı, Samed Behrengi’den önce yazmak isterdim. Dorian Gray’in Portresi’ni Oscar Wilde’dan önce yazmak isterdim. Şairin Romanı’nı Murathan Mungan’dan önce yazmak isterdim. Oo, hepsi geliyor aklıma; Siddhartha’yı herman Hesse’den önce yazmak isterdim. Ama iyi ki onlar yazmışlar tabii ki! (Gülüyor)

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

HEPSİ BENİM İÇİN DOĞRU CEVAP


- Kitapta her bölümde bir şarkı var. Bu nasıl ilerlesin istediniz?

O nasıl işliyor bilmiyorum. Benim şöyle şartlandırılmış bir hedefim de yok. Müzeleri gezerken çalan parçaların isimlerini bazı müzeciler sorar, bazıları sormaz; bazıları bilir, bazıları bilmez. Duymaz, eser daha baskın çıkar. Kitapta da oda oda dolaşma anlayışı olduğu için istedim ve diledim ki, okurken insanlar dinlesin. Benim kafam karışır, açık söyleyeyim. Klasik müzik seçtim. Klasik müzik olmayanların da enstrümantal olanlarını seçtim.

- Nasıl dinlenecek peki?

Bu konuda soruyorum, geri bildirimlere çok meraklı olduğum için. “Ben açtım, dinleye dinleye okudum” diyen de var. “Denedim, kaydettim ama bölüm bitince dinledim” diyen de var. “Ben bu müziğe hiç bakmadım” diyen de var. Kitabın yeni bölümüne geçmeden, öbür bölümlerin müziklerini dinlemiş olan da var.

Harika! Hepsi benim için doğru cevap…

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

AMA HEPSİ DOĞRUDUR, HEPSİ ANIDIR


- Jeanette Winterson’ın “Sahte Anı Sendromu”ndan bahsediyorsunuz kitapta.

Çok heyecanlandım okuduğum zaman. Çünkü Jeanette Winterson bir tavsiye üzerine yeni keşfettiğim bir yazar. Bence olağanüstü bir yazar.

- Bunu seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Çünkü anılarla ilgileniyorum, önemsiyorum anılarımı. Onun cümleleriyle söyleyebilmeyi isterim, ama aşağı yukarı şöyle bir şey: “Anımsadığımız şeyleri aktarırken, tarihle hatırladığımız an arası da puslandıkça, hatırlamak istediğimiz gibi hatırlarız”.

Dolayısıyla aynı olayı, herkes başka bir yerinden anlatır; ama hepsi doğrudur, hepsi anıdır. Hepsi biz kendimizi nereden hatırlatmak istiyorsak, oradandır.

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

İYİ Kİ BU DÜNYADASIN MURAKAMİ


- Peki her bölümde bir Haruki Murakami var. Neden sadece o?

Murakami güzellemesi, ona, onun bu dünyadaki varlığına teşekkür etmek, “İyi ki bu dünyadasın!” demek. Aslında hiç başka biri daha yer alsın istemedim, biliyor musun? Çünkü öyle seviyorum onu. Öyle tek başına seviyorum. Gerçekten yazarım, bir numara bile diyemiyorum. Anlıyorum onu.

Bazen yazarlar bence şöyle bir şey yaşıyorlar. Murakami ile ilgili de böyle düşünüyorum, gülüyor arkadaşlarım. Murakami “Bunu kim anlar ya, bu anlaşılmayacak” diyor, ama ya yorgunluktan ya da “Anlaşılmasın ya, ben bunun böyle kalmasını istiyorum” dediği için bırakıyor diyelim o cümleyi orada. Ben onu görüyorum kitapta ve diyorum ki: “Anladım ben!” Ben onun, o okuruyum.

Bu alıntılardan Murakami’nin de haberi var mı?

Alıntılardan ötürü Murakami’ye ulaşıldı. Çünkü ben biraz sınırı aşmışım, kotası varmış. Demişler ki, “Bir oyuncu, ikinci kitabı. Tek bir kitaptan alıntılıyor.” “Tabii, tabii” demiş. İzin vermesi çok tatlı bir şey tabii. Ya da ajansı demiş, bilmiyorum fantezi olmasın; ama bence Murakami demiş. (Gülüyor).

Bu da size yeni bir hayal kurdurmuştur. Ne düşünüyorsunuz?

Ben şöyle düşünüyorum, ulaştık! Bu bir şey şimdi. Sonra diyorum ki: “Allahım bu kitap mesela, tek bir dile, İngilizceye çevrilirse… Bunun bir yazarı ne kadar mutlu edebileceğini şu anda tahmin edemiyorum ama, küçük tahminlerim var. Tek şunu düşünüyorum: Murakami okuyabilecek!

Sevinç Erbulak, Artıkaranmayanlar Gezegeni röportajı

ÇOK SEVECEĞİM BİR YAZAR DAHA OLDU


- En son ne zaman mektup yazdınız?

Çok yakın bir zamanda; kızıma yazdım, iki ya da üç gün önce. Bir itiştik, bir pişmanlık oldu, kendimi iyi hissetmedim, yazdım; gece başucuna bıraktım. O da bana sabah kalkınca yazıp benim başucuma bırakmış.

- Şu an hangi kitabı okuyorsunuz? Bize de tavsiye eder misiniz?

Çok ederim hem de… Nermin Yıldırım’ı okuyorum: “Unutma Beni Apartmanı”.Aslında en son Misafir’i yolladı hep kitap bana; ama ben ilk kitabını okuyorum şu an. Baştan başlamak istedim. Onun okurları çok daha iyi biliyormuş, kahramanlar başka hikâyelerde de devam ediyormuş. Bu çok, çok… Muhteşem bir fikir... Dünyası bana çok yakın, anladım. Çok seveceğim bir yazar daha oldu. Benim o hayal ettiğim şeyi yapıyorsa eğer, bu beni uçurur…

*

Sevinç Hanım'a, onu yalnız bırakmayan Hepkitap'tan canım Hande'ye ve bize toplantı salonunu açan Beşiktaş Mephisto'dan Funda Hanım'a çok teşekkürler...

Instagram: biyografivekitap