Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel
Özel İçerik

Türkçenin Can Babası olarak anıldı çoğu yerde. O bazen bu isimden rahatsız olsa da hoşuna da gitmiyor değildi. Can Baba ismiyle “Türkçenin en lirik şairi olduğu ve müthiş aşk şiiri yazdığı biraz unutuldu.” Hasan Ali Yücel’in oğluydu Can Baba, ilk şiirini de babası bastırmıştı. Babasının Milletvekili olmasını sevmedi hiçbir zaman. O boş protokole karşıydı hep. Ama gün gelecek o eleştirdiği boş saydığı Milletvekilliği ceketini kendi giyecekti. Siyasetle arası oldu olası iyi olmadı. Hep eleştirdi, eleştiri şiirleri de yazdı. Hatta yazıları yüzünden 15 yıl hüküm giydi. Neyse ki af çıktı da hepsini yatmadı. Can Babamız birazda küfürbazdı hanı, lafı gediğine küfürle oturturdu çoğu zaman. Bunu eleştirenlere de “ E canım ne yapayım küfürsüz başka nasıl anlatılır bu olay der” İnsanın yüzüne hafif bir tebessüm bırakmasına sebep olurdu. Bir de “Bu ülkede bir küfür etme özgürlüğümüz var” deyip bu özgürlüğü elden bırakmamak gerektiğine inanırdı. Hayatını şiire boyayan Can Yücel’in bugün doğum günü.

İyi ki doğdun Can Baba…

Özgür Yici'nin, Türk şiirinin önemli isimlerinden Can Yücel ile ölmeden önce yaptığı son röportaja şöyle bir göz atalım, analım onu. Yücel, bu röportajı, Datça'da, eşiyle yaşadığı köy evinde vermişti. İşte son röportajdan önemli satır başları...

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

ŞİİR HAYATTAN ÇIKAR

-Datça'ya kaçışın sebebi nedir?
Önce Marmaris'e gelmiş, buraya da uğramış ve beğenmiştim. Sonra Marmaris'ten de ayrıldık ve İstanbul'a yerleştik. İlk olarak aşağı yukarı 10 sene önce geldim. Biraz param vardı ve buralar o zamanlar ucuzdu. Parayı denkleştirdik ve bir ev aldık. Tamir ettirdik. İstanbul da sıktı zaten. Havası bozuldu, tadı bozuk.

-İnsanlar "şu işe girdim, şöyle yaptım" diye otobiyografilerini yazıyorlar. Oysa siz bir otobiyografi yazmadınız. "Ben bunu hissettim, şu şekilde duyumsadım" dediğiniz şeylere vücut verdiniz. Şiirleriniz için ruhunuzun otobiyografik fasikülleri diyebilir miyiz?
Her yazı parçasının öyle olduğunu kimse söyleyemez. Yaşadığım şeyleri yazdığım doğru. Ama doğrudan doğruya, mutlaka onları yazmak diye bir şey yok. Farklı konularda da, o an için hissettiğin, inandığın başka bir durum hakkında da yazabilirsin. Ama genel olarak şiirlerimin yaşadıklarımdan çıktığı yadsınamaz. Şiir hayattan çıkar. Ama günübirliğine çıkan bir olay vardır, bir durum vardır. Sizi etkiler. O zaman öyle hisseder öyle yazarsınız. Şiirin temelini tabii ki yaşadıklarımız oluşturur.

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

-Ettiğiniz bir lâf için hiç pişman oldunuz mu?
Ben genel olarak pişmanlık duymam. Hatta buna bir de lâf taktım; "Ben pişmaniye yemem" diyorum. Ama yine de biz yazar çizer takımı aşağı yukarı hukuku bilmek zorundayız. Başımızın belaya girmemesi için gerekli bu. "Bu lâfın ucu nereye çıkar" diye düşünmek zorundayız. Sözlerimizin nereye gideceğini iyi hesaplamamız, kanunları iyi bilmemiz gerekir. E, zaten bunca senedir öğrendik bu boku. Fakat yine bütün tedbirleri almana rağmen dil açık verebiliyor. Hatta bir davamda hakimin birine dedim ki "Hakim bey, ben kendimi yarı yarıya sizin gibi hukukçu zannediyordum. Bu sözden de beni şubeye çekeceğiniz hiç aklıma gelmiyordu. Ama siz benden daha iyi bir hukukçuymuşsunuz. Buldunuz ya bunda bir suç unsuru." Eğer canın suç bulmak istiyorsa arayınca bulursun. Arayınca diyorum ama.

-Peki söylemediğinizden pişman olduğunuz, şu lâfı şurada yapıştırmalıydım dediğiniz durumlar gerçekleşti mi?
O işi yıllardır öğrendim. Yerini buldum mu lâfı yapıştırıyorum. O konuda bir eksikliğim yok. Ama aslında onun dışında dilimin ucuna gelip de söylemediklerim var. Hatta şimdi bu tükürük bezleri ağzımı kuruttuğundan dolayı iyice sıkıntı çekiyorum. Karşıma yüzüne tükürülmesi gereken herifler çıktığı zaman tüküremiyorum. Böyle eksikliklerim var.

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

İSTANBULLU İNCE İNCE KÜFÜRLÜ KONUŞUR

-Sizin ve şiirinizin asıl besin kaynağı neydi? Sol mu sizi besledi, bir marangozun çalışması, bir balıkçı teknesi?
Genel olarak sadece babam değil bütün ev "harbi" konuşurdu. Zaten İstanbul lehçesini nedense pek kibar bir lehçe diye tanırlar. Halbuki değil. İstanbullu ince ince küfürlü konuşur. En kibarları saraylılardır. Onlar bile icabında küfür eder. Biz evde rahat konuşurduk, babamın arkadaşları gelirdi onlar da öyle konuşurdu. Benim dostlarım, şairler de, ressamlar da öyle. Hepsi küfür eder, düşündüklerini harbi harbi söyler. E, onlarla konuşa konuşa ben de kaptım bir şeyler tabii. Türkiye'de insanlara tanınan özgürlüklerden kala kala bir küfür etme özgürlüğü kaldı. Onu da elden kaptırdın mı geriye bir şey kalmaz. Onun için sıkı durmak lâzım. "Küfür etme özgürlüğüne sahip çıkmak lâzım." Ele vermemek lâzım.

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

-Babalar soyadlarının devamını görmek için erkek torun isterler. Siz babanız eski milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'e bir torunun ömrüyle kısıtlı kalmayan bir soyadı devamı şansı verdiniz. Şiirleriniz bir erkek torun mu?
Bu çizgide ne yapmışsak memnunum. Babamı severdim, sayardım. Onun için ne yaptıysam değer yani. Daha sonraki aile fertlerimiz de iyi çıktı. Ressamı çıktı, balıkçısı çıktı, doktoru çıktı. Torunlarsa bela. Belki bütün büyükbabalara, büyükanalara konuşulduğu gibi aralarında "Bizim Ali Bey var, Deli Ali Bey. Şunu demiş, bunu demiş" tarzı konuşuyorlardır. Geçen gün bir tanesi, "Cumhuriyetin 75'inci yılı oldu. Bu süper cumhuriyeti ne zaman bitireceksiniz" demiş, gülmekten öldüm.

-Peki kendinizi başarıyla anlattığına inandığınız bir şiiri tamamlayınca ne hissediyorsunuz?
Memnun oluyoruz tabii. Bir şey başarmanın gururu ve sevinci ekleniyor. Bir de üslûplu bir şiirim olduğu için "Şu şiirim şu dile mi kaçmış, falanca şairden biraz etkilenilmiş gibi algılanır mı" diye ben de kendi kendimi oturup eleştiriyorum. Bir şiiri yazdıktan sonra da bir sürü çaba harcıyoruz. Eğlenceli ama. Şiir eğlenceli, keyifli bir şey.

-Çocukken en büyük düşünüz neydi?
Çocuklar "şu meslekten veya bu meslekten olacağım" diye düşünür, hayaller kurar. Ama bu bende olmadı. Yalnız ailem öğüt verdi, babam öğüt verdi. Babamın üretkenliğini ben de hissetmiş olabilirim. Kendimi böyle geliştirmiş, belki bundan etkilenmiş olabilirim. Eski Yunanca ve Lâtince okudum. Sonuçta politika molitika falan üçkağıda dönmüş. Şimdi ondan da olmadığıma memnunum. Eğer bir partiye falan girseydim, kimbilir kaç kere kovulmuştum. Her seferinde yeniden kovarlardı.

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

HER ZAMAN HATIRLAMALI ÖLÜMÜ

-Son şiirlerinizden "Requiem"de, yarım yaşandığına bin pişman olunan, yarım kalan bir hayattan bahsediliyor. Ölümün ihmal edildiğinden dem vuruluyor. Bu yarımlığın sebebi ne? 
Yarım kalan şu ki; insan yaşarken yaşamın kurallarından biri olan ölümü unutuyor. Mesela Fazıl Hüsnü'nün bir şiiri vardır: "Kimse getirmiyor aklına ölümü" diye. Bence ölüme de temas etmeli. İnsan yaşarken her zaman hatırlamalı ölümü. Bu bir bilinç meselesi. Aynı zamanda insanın hayatına aslen keyif katıcı bir şey. "Ölmek için yaşıyoruz" demek daha keyifli. Çünkü ölümü unutmaman, yaşama, yaşadığın ana daha fazla sahip çıkışını getiriyor peşi sıra. Bundan ötürü, ölümle beraber yaşamanın verimli bir hayat tarzı olduğuna inanıyor ve öyle yaşamamanın yarım yaşamak olduğunu iddia ediyorum. İnsan ölümle bitişik yaşarsa, bu ölüm korkusu daha fazla yaşama sahip çıkmaya yol açar. Daha "tam" yaşamayı sağlar. Düşünmemeyi eksiklik hissediyorum. Sonunda hiç ölüm yokmuş gibi yaşıyor insan.

-Son dönem şiirleriniz, edebiyatın yanısıra bir doktorun yaptığı bir deneyin aşamalarını teybe okuyor gibi. Daha değişik daha karamsar bir dil kullanılıyor.
Hastalıkla doğrudan doğruya ilişkisi var. Hastalık başka bir şey. "Hastalığın sonucu ölüm olsa bile, seyri bambaşka bir şey." Acısı, ateşi var, sana bakanların haklı olarak sana verdikleri duygusal acı var, iğneler var, ameliyatlar var. Var da var. Hastanede bir sürü hastayla beraber yaşıyorsun. Çok da uzun sürerse hastalık bir hayat tarzına dönüşüyor. Başıma gelen neyse onu daha iyi anlamak için çaba gösteriyorum: "Urartulu bir ur." Her şey konu oluyor da hastalık niye konu olmasın!

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

-Hastalığı irdelemek…
Hastalığın girdisini, çıktısını, siyahlığını, aydınlığını irdelemek gerekir. Mesela 16'ncı yüzyıl Fransız yazarı Montaigne'nin "Denemeler" adındaki eserini okursanız... Oh-hooo. Kitabın yarısı hastalık ve ölüm hakkında. Adam neşeli bir herif aslında, ama safra kesesinde taş varmış. Ameliyatlar da o yüzyılda kolay değil. Doktorlar da söylüyor zaten, bu taş ağrıları, safra kesesi ağrıları "çok bok" ağrılar. Sinirlere dokunuyor, sistemi bozuyor. O dönemlerde ağrı kesici ilaçlar da gelişmemiş. Adam ağrı içinde "o kaplıca senin, bu kaplıca benim" dolaşıyor. O, hastalıkla yaşamayı öğrenmiş. Ama bu da demektir ki; eğer canım yanıyorsa aşağı yukarı yaşıyorum.

-Peki eşiniz Güler hanım? Yıllar önce "Güler beni bırakıp gittiğinde, bütün ışıkları yakıyorum, yarım değil bir kalıp peynir alıyor, 35'lik değil, yetmişlik rakı sipariş ediyorum. Gören düğün var sanır." diye bir şiir yazmıştınız. Nedir bu hafif çaplı üçkağıtçılık?
Güler iyi. O dönemler ben fazla kafa çekiyordum, o da kızıp gidiyordu. Adet haline getirmişti. Senelik izin gibi bir hale dönmüştü onun gidişleri.

Son röportajı ile yer gök arasında bir Can Yücel

PARA KAYGISI HEP OLDU

-Halen duyduğunuz bir kaygı var mı?
Para kaygısı hep oldu. Babamdan zaten hiç bir şey kalmadı. Ben şiirlerimle idare ettim hep. Şimdi vaziyetim biraz daha iyi. Kitaplarım satıyor, ev kirası vermiyoruz. Yani karnımızı doyurmak açısından bir sıkıntımız yok. Şu günlerde paraca sıkıntı çekmiyorum.

-Mahkemeler ikinci adresiniz gibi…
Biz hep damgalı adam olduk. Ben hayatım boyunca muhalif yaşadım. Devlet ve herkes beni menfi diye belledi. Onun için "kan grubum rh negatif." Onun için düzenle birbirimize kan alıp veremiyoruz. Neyse ki çocuklar rahat büyüdü. Hasta masta olmadılar. Bu ana - baba için normalde büyük derttir ama biz kolay atlattık. Ağır hapisler yedim, iki sene askerlik yaptım. Mahkemeler yordu beni. İşsiz kaldık. İşsiz kalmanın da kendine göre derdi var. Hiç tanımayacağın adamları tanıyor, yapmayacağın işleri yapıyorsun. Sonuçta yine de kendi içimde, ruhumla barışık ve keyifli yaşadım.

*

Sonay Karaman

Instagram: biyografivekitap