Vakanüvis altının garip hallerini yazdı
Özel İçerik

Vakanüvis

Bugün madencilikte, hayatımızda var olan metal, “metallo”dan geliyor. Metallo da Eski Yunancada “aramak, bir şeylerin peşine düşmek” anlamı taşıyordu. Tabiattaki serbest haline, bugüne kıyasla çok daha sık bir biçimde rastlanan altın, o sarı, parlak rengiyle çok dikkat çekiyordu. İnsanlar, farklı biçimi ve renkleriyle deniz kabuklarına “ilahi” anlamlar yükledikleri gibi, bu sarı ve parlak taşa, parçacıklarına ve hatta tozlarına da benzer manalar yüklemişlerdi.

Vakanüvis altının garip hallerini yazdı

“ALTIN” DENİLEN FETİŞ

Altının; oksitlenmemesi, sülfürlenmemesi, diğer metallerle kolayca alaşıma girmesi, takı olarak kullanıldığında vücutta alerji yapmaması, tabiatta az bulunması gibi özellikleri öğrenildikçe de değeri daha da artmıştı. Mesela, Eski Yunan’da “tanrıların oturduğu” Akropolis aslında bir hazine deposuydu. Ülkenin altın ve diğer kıymetli süsleri, eşyaları burada tutulurdu. Halk, “ibadet yapıyorum” diye elindeki kıymetli varlıkları buraya getirirdi. Benzer durum, elindekini avucundakini tapınaklara (aslında rahiplere) teslim eden Hititliler, Urartular, Sümerliler için de geçerliydi. Zaten Sümer dilinde, rahibin söylenişi ile muhasebeci ve tefecinin söylenişinde ses benzerliği görülüyordu. Eski toplulukların hemen hepsinde tapınaklardan faizle borç alma vardı. Bazen, borç isteyen kendisini rehin bırakır; rahipler gereken altını, parayı onun yakınlarına verir, rehinenin yakınları da o parayla işlerini halledip, sonra borcu ödeyerek “rehin”i kurtarırlardı.

Vakanüvis altının garip hallerini yazdı

Altının değer ve önemi tuhaflıklarla dolu. Mesela, demirin ya da bakırın hatta kömürün insanlık tarihindeki önemi, insanlığa katkısı ortadayken; altın, hiçbir zaman bunlara benzer bir işlevi olmamasına rağmen her zaman en kıymetli oldu. Bu haliyle altın, insanlar nazarında adeta körü körüne inanılan bir fetiş bile sayılabilir. Üstelik, bunun böyle olduğunu, daha doğrusu altın ve gümüşe atfedilen önemin anlamsızlığına vurgu yapanlar eski çağlarda da vardı. Samuel Noah Kramer, Sümerler isimli kitabında; bir tablette, altın ve gümüşün diğer madenlerle kıyas edildiğinden bahseder. “Sen ancak sarayda kendine yer bulabilirsin. Sulama zamanı gelince sen, bakır gibi insanlara çapa olamazsın.  Kış gelir, senden odunları kesecek balta yapılamaz. Senden hasat zamanı orak da olmaz.”

KALİFORNİYA’DA SADECE 5 YILDA 4 BİN 200 KİŞİ ALTIN YÜZÜNDEN ÖLDÜRÜLDÜ

Yunanlı şair Pindar, altın için, “Altını ne güveler, ne pas yok edebilir. Buna karşılık, insanın aklı, onun yüce mülkiyeti altında yok olup gitti.” demişti. Kimi Çinli düşünür de altının - haniyse anlamsız bir biçimde - insanlık tarihinde bu derece önemli oluşunu eleştirip, onun uğruna çıkan savaşlara, işlenen cinayetlere, yapılan soygunlara göndermede bulunarak, “Altın, tanrıların yer altından gönderdiği bir cezadır.” ifadesini kullanmışlardı. “Tanrılar” bölümü hariç, pek de yanlış bir söz değil. Tarih boyunca “altın için” yapılanlar, insanların ödedikleri ve ödettikleri bedeller anlatmakla bitmez. Nispeten yakın zamanlarda, Amerika’daki “Altına hücum” zamanlarından bir örnek yeterince fikir veriyor. Kayıtlara göre, sadece 1849-1854 yılları arasında, sadece Kaliforniya’da altın nedeniyle 4 bin 200 cinayet işlenmişti. O devrin şartlarını düşünerek kayda geçmemişleri de dikkate alınca, insanların altın karşısındaki deformasyonunu anlayabilmek daha da kolaylaşabiliyor.

Vakanüvis altının garip hallerini yazdı

“Karun kadar zengin” deyişine ilham veren Lidya Kralı Karun, bu ününü, mutlak manada büyük zenginlik anlamından çok, ilk altın parayı bastırmasına borçluydu. Mantık şuydu: “Piyasadaki paralar devlete, yani krala ait, o halde en zengin insan Karun’dur.” Karun, M.Ö. 550’lerde altın, daha sonra da gümüş sikkeleri bastırdı, bunlara değer standardı getirdi, sonra da piyasada dolaşıma soktu. Böylece altın, takı, mezar süsü vb fonksiyonlarından bambaşka bir fonksiyona, ekonomik fonksiyona geçti. Etkisi, o tarihten sonra da bir daha hiç değişmedi, tabii yeni şartlarda yol açtığı kötülükler de. M.Ö. 45’te Gon Yu isimli Çinli bir düşünür esefle, “Sikkeler ortaya çıkalı beri toplumda huzur kalmadı. İnsanlar açgözlü oldu. Kalpazanlık arttı. Yoksullar daha fazla sikke sahibi olabilmek için işledikleri toprağı bırakıp haydutluğa başladılar. Bütün kötülüklerin anası altın.” diye yazmıştı.

MÜSLÜMAN FARKI

İbrahim Okur’un, “Altın” isimli kitabında anlattığına göre, İslam tarih sahnesine geldikten sonra, Müslüman toplumlarda “altın-insan” ilişkisinde “nispeten” daha makul tablolara rastlandı. İbni Batuta, dönemin birçok ülkesinde yabancı bir tüccar öldüğünde kervanındaki malı, mülkü, altınları yağmaya uğrarken, Müslüman topluluklarda bunun görülmediğini anlatıyor. Batuta, “Ölen bir tüccarın hiçbir şeyine dokunmazlar, asıl mirasçı gelip alıncaya kadar onları güvenli birine emanet ederler.” diyor. Kanuni Sultan Süleyman da bir devlet yetkilisine gönderdiği fermanında, o bölgede altın işlemeciliğinin giderek artmasını, süs eşyalarına ilginin yoğunlaşmasını, topyekün altına önem verilmesini kınayarak, “Bana altın sırma, altın varak lazım değildir. Cümlemize israf haramdır. Yirmi gün sonra yoklayıp, bunların hala yapıldığını görürsem Vallahi seni katlederim.” diye yazmıştı. Aynı dönemde, Vatikan’da ise papalığın atları bile altın varaklı koşum takımlarıyla geziyordu. İtalyan şair Petrarca, “Bu gidişle Papa'nın atlarının nalları bile altından yapılır.” demişti. Gerçekten de Orta Çağda bir dönem altın bazlı lüks tüketim öyle artmıştı ki, zaruri ihtiyaçlar için altın tedarik edemeyen devlet yöneticileri, bu tür harcamaları yasaklayan fermanlar yayınlamak zorunda kalmışlardı. Ancak coğrafi keşifler Afrika’da, Güney Amerika’daki altın kaynaklarına ulaşmayı (daha doğrusu gaspetmeyi) kolaylaştırınca altın çılgınlığı aynen devam etmişti. Gidilen yerlerdeki yerliler, altına hiçbir zaman Batılı gözü dönmüşler gibi bakmıyordu. Hatta, altından daha kıymetli şeyler olabileceğine kafası basmayan siyaset kuramcısı Montesquieu, yerlilerin bu halini eleştirmişti: “Zencilerin akılsız olduğunun bir kanıtı, aydınlanmış ulusların el üstünde tuttuğu altına ilgi göstermemeleridir.”

Vakanüvis altının garip hallerini yazdı

ALTINI DOLARA EŞİTLEME ÜÇKAĞIDI

Altını dolarla denk kılma hokkabazlığı ise dünya milletlerini, bugüne kadar kurtulamadığı bir sarmala itecekti. Birinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan Cenevre Konferası’nda, ülkelerin merkez bankalarının bundan böyle kasalarında “altını temsilen dolar” tutabileceği kararı alındı. Bir başka deyişle ABD, daha doğrusu ABD’deki etkin güçler (Çoğu ABD Merkez Bankası FED’in etrafına çöreklenmişti), kelimenin tam anlamıyla “bir kağıt parçası”nı altına eş değer kılmışlardı. Söylemeye gerek bile yok, dolar matbaası onların elindeydi ve canları her istediğinde yeni dolar (altın) basabilirlerdi.

Nitekim öyle de yaptılar…