Tarık Tufan: Acı veren bir geçmişe dönmek elbette tehlikelidir
Özel İçerik

Tarık Tufan

Çok uzun zamandır “gitmek” üzerine düşünüp, bu konuda yazması gerektiğine karar vermiş Tufan. Kenara aldığı notlarla başlayan yolculuğu da nihayet bir romana dönüşmüş ve "Düşerken" böylece ulaşmış bize. Kaleminde bir gerçeklik var onun. Öyle ki romanda duygu yüklü tüm cümleler, tam da hislerimizin karşılığı gibi. Radyo istasyonunda mikrofon başında başlayan anlatma yolculuğu, şimdilerde senaryo ve roman yazarak devam ediyor. Kendisini anlatmanın en yalın şeklini bulmuş. İşte Tarık Tufan ve onun yazarlık serüveni…

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

KENDİMİ ANLATMANIN EN İYİ ŞEKLİ GALİBA BU


- Bu artık klasiğim oldu. Kendinizi anlatmanız gerekse nasıl tanımlarsınız? Tarık Tufan kimdir?

Yazıyorum. Anlatıyorum. Çok uzun süredir böyle. Uzun yıllar evvel gece yarılarında sabahın ilk saatlerine kadar bir radyo istasyonunda yalnız başıma mikrofonun başına oturup anlatıyordum. Radyo bitti, televizyonda anlatmaya başladım. Gün geldi, televizyon da bitti. Şimdi de senaryo ve roman yazarak anlatmaya devam ediyorum. Kendimi anlatmamın en yalın şekli galiba bu!

- Peki yazarlık serüveni hayatınızda nasıl ve ne zaman başladı?

Üniversite öğrencisiyken bir yandan da radyoda gece programları yapıyordum. Gece yarılarında, durmadan saatlerce anlatıyordum. Aklımı, kalbimi meşgul eden meseleleri kimi zaman delirmişçesine bir coşkuyla, kimi zaman da karanlık bir ruh haliyle konuşuyordum. Çok gençtim ve hayata karşı öfkeliydim. Geceleri uykusuz geçiriyorum. Böyle sürüp giderken bir gece durup uzun uzun düşündüm. Bu kadar söz nereye gidiyor, bunca cümle nerede diye kendi kendime sordum. O andan itibaren yazmaya başladım.

- Romancı, radyocu, televizyon programcısı, senarist… çok yönlüsünüz. Şu an kitabınız dışında başka projeleriniz var mı? Mesela bir senaryo?

Aslında radyo ve televizyon geride kaldı. En azından şimdilik böyle. Sadece yazıyorum. Hayatımda sadece romanlar ve senaryolar var. “Düşerken” romanı henüz yeni çıktı sayılır. Bir süre dinlenip yeni romana başlamayı düşünüyorum. Daha doğrusu istiyorum. Bakalım nasıl bir hikâye gelir. Bu arada üzerinde çalıştığım bir senaryo var. Henüz başındayım.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

ROMAN YAZMAK BÖYLE BÜYÜLÜ ANLARA İMKAN SAĞLAYAN BİR UĞRAŞI


- Romanlarınızda karakterlerinizi nasıl oluşturuyorsunuz? Onlar mı bir anda sizi buluyor, yoksa aradığınız yerler mi var?

Bunu zaman zaman ben de kendi kendime soruyorum. Açıklanması çok kolay olmayan tuhaf şeylerle karşılaşıyorum. Romanda yazdığım bir karakterle karşılaşmak gibi mesela. Sadece karakterler değil, kendimi yazdığım olayların içinde, yanında yöresinde bulduğum da oluyor. Şaşırtıcı, sarsıcı, çarpıcı deneyimler bunlar. Yazmak sıradan bir eylem değil. Herkes yazamaz anlamında söylemiyorum bunu. Tabii ki kalemi eline alır ve yazar. Ama yazmaya karar verdiğiniz anda böylesi tuhaf karşılaşmalara razı gelmişsiniz demektir. Buna boyun eğmek gerekiyor. Yazdıklarınız, yazgınızın bir parçası. Romandaki karakterleri nihayetinde hayatın içindeki gerçeklikler üzerinden kuruyorsunuz. Bazen onlarla bir yerlerde karşılaşıp yazıyorsunuz bazen de yazdıktan sonra karşılaşıp tanışıyorsunuz. Her ikisini de yaşadım. Roman yazmak böyle büyülü anlara imkân sağlayan bir uğraşı. Sürprizlere açık ve kalbimizin hızlı çarpmasına sebep oluyor.

- “Düşerken”in karakterleri, hikayesi nasıl oluştu peki?

Bir romanın hikâyesini, karakterlerini kurmak, karmaşık ve uzun bir süreç. “Gitmek” duygusu çok uzun zamandır üzerine düşündüğüm ve yazmayı istediğim bir şeydi. Bununla ilgili birkaç cümle yazıp bir kenara koymuştum. Sonra, yaşanılan dönüşümler sonrasında sakinleri epeyce değişen eski bir semtte yan yana gelen iki farklı karakter gelişmeye başladı kafamda. İshak, mahallenin eskilerinden, Jülide mahalleye sonradan yerleşenlerden. Mekan olarak çok yakınlar, altlı üstlü oturuyorlar; ama çok uzaklar. Yazmaya başladıkça hikâye ve karakterler de derinleşmeye başladı. Roman yazmanın en heyecan verici taraflardan biri de her an yeni fikirlere açık olması. Yol üzerinde damarlarında akan kanı hızlandıran karşılaşmalar mümkün oluyor. Romanın aksını bile değiştirebilecek kadar güçlü çağrışımlar olabiliyor bazen.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

ÇOĞU ZAMAN KAYNAĞI BELİRSİZ BİR HUZURSUZLUK BU


- “İnsanın en ölümcül yarası içinde anbean büyüyen gitme hevesidir!” diye başlıyor “Düşerken”. Sanki insanın ruhunu tasvir eden bir yanı var romanın. Çok mu hevesli gerçekten sizce insan gitmeye? Ne zaman gitmek istiyor?

Bazı anlarda hayatın içinde bir yerlerde nefes darlığı çekiyoruz. Duygularımızı taşımakta güçlük çekiyoruz. Huzursuz bir kalp gitgide ağırlaşıyor içimizde. Çoğu zaman kaynağı belirsiz bir huzursuzluk bu. Hayat etrafında dönüp dururken uyumsuz olduğunu hissedersin. Ayak uyduramadığını, anlamakta güçlük çektiğini, yalnızlaştığını fark edersin. Nereden kaynaklandığını tanımlayamayınca gitmek bir çare gibi içinde büyümeye başlar. Çoğu zaman aldatıcı bir duygu bu. Çünkü asıl sorun içimizde bir yerlerde kanamaya devam eden yarayla ilgili. Gittiğimiz her yere kendimizi de götürüyoruz. Yarayı da birlikte götürüyoruz. Acıyı, huzursuzluğu yanımızda taşıyoruz.

- Siz en son ne zaman hissettiniz bu güçlü duyguyu?

Bunu itiraf etmesi çok kolay değil, söylemesi güç geliyor; ama sanırım kendimi bildim bileli bu duygunun içinde kavga ediyorum.

- “Düşerken” ne kadar size-geçmişinize ait?

Kurmaca bir metinden söz ediyoruz nihayetinde. Gerçeklik duygusu ne kadar yüksek olursa olsun, kurmaca bir hikâye. Yazdığım karakterlerin, olay örgüsünün içinde kendimden, kendi hayatımdan izler olabilir. Bir kısmı bilinçaltından işliyor, bir kısmını da bilinçli olarak karakterlerin dünyasına yerleştiriyorum. Ne kadarının benim gerçekliğimle örtüştüğü bana kalırsa hiç mühim değil. Ben bir hikâye anlattım ve okur iç dünyasında karşılık bulduğu kadar kıymet veriyor. Düşerken benden çıktı artık. Bundan sonrası okurun…

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

NASIL VE NEDEN GİTTİĞİN, NASIL VE NEDEN KALDIĞIN ÖNEMLİ

- Romanlarınızdan yansıyan mahalle tasviri “Düşerken”de de var. Bunun özel bir nedeni var mı?

Mahalleyi bir olgu olarak, bir yaşama hissi olarak, mekân olarak, duygu olarak, çağrışımlarıyla birlikte seviyorum. Eski ve güzel bir mahallede doğup büyüdüm. Çok kolay bir çocukluk olduğunu söyleyemem; ama mahalleyi hep sevdim. Yaralarımdan kan sızarken yine dönüp mahalleme sığınıyordum. Bu yüzden de yazdığım romanlarda, senaryolarda hikâyede yeri varsa bu tür bir mahalleyi koymayı, uzun uzun anlatmayı seviyorum.

- Peki belki çok klişe olacak ama sizce gitmek mi zor, kalmak mı?

Aynı klişeyle cevap vereyim madem. İkisi de zor. Gitmek daha zor gibi görünür; ama bazen kalmak, gitmekten daha zor. Nasıl ve neden gittiğin, nasıl ve neden kaldığın önemli. İkisi de birbirinden zor olabilir.

- “’Nereye?’ diye düşünmeden gitmek isteyenlerin varabilecekleri tek yer geçmişleridir” diyorsunuz “Düşerken”de. “Nereye?” diye düşünmeden olmuyor mu?

Romanlarda, filmlerde olur. Çok sıra dışı karakterler gerçek hayatta da bunu yapabilirler. Bir yandan marazi bir halden söz ediyoruz.  “Nereye?” diye düşünmeden yola çıkmak gerçekten zor ve çok az kişinin cesaret edeceği bir şey. Başka türlü insanlar onlar. Zihinlerini çözmek de kolay değil. Aramızdalar. İyi veya kötü diyemem ama çok akıllıca sayılmaz.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

ACI VEREN BİR GEÇMİŞE DÖNMEK ELBETTE TEHLİKELİDİR


- Geçmişe dönmek tehlikeli mi sizce?

Sizi nasıl bir geçmişin beklediğiyle ilgili. Öyle geçmişler var ki, insanın bir hafızaya sahip olmasını lanete çevirebilir. Hafızanız sizi acıtan bir hançer gibi kafanıza saplanmıştır sanki. Oradan sökmeye çalıştıkça daha çok acıtır, kan sıçratır üzerinize. Hatırlamak bir beladır. Hatırlamanın kendisi, geçmişin zorluğu nispetinde derin bir yaradır. Öte yandan içinden çıkıp kurtulabilmenin mümkün olmadığı bir döngüdür bu. Acı veren bir geçmişe dönmek elbette tehlikelidir; ama böyle bir geçmişten ne kadar uzaklaşmak isterseniz bir yazgı gereği o kadar içine saplanırsınız. Başka türlüsü mümkün değil galiba.

- Aşk için illa aynı dünyadan mı olmalı insan?

Elbette hayır. Hatta bilakis ayrı dünyalardan olmanın başka türlü kışkırtıcı etkisi olabilir. Birbirine benzememek, merak etmek, tanımak için keşfetmek insanın duygularını farklı yönde tetikleyebilir.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

ONLARI BULUŞTURAN ŞEY ANLAMAK


- Tanıtım yazısında, “Başka dünyalardan bir kadınla bir erkeğin zamansız karşılaşmasını, giderek karmaşıklaşan yol hikayesini anlatıyor” diyor. Karşılaştığımız insanlar doğru zamanda gelmiyor diye mi yaşanıyor en acıklı hikayeler?

Yeşilçam’ın en büyük filmlerinden biri olan Vesikalı Yarim’in en dramatik, en can yakıcı repliklerinden biri de “Çok eskiden rastlaşacaktık” cümlesidir. Türkan Şoray’ın titreyen dudakları, İzzet Günay’ın dumanlı gözleri duygunun ne kadar ağır olduğunun en büyük deliliydi. Doğru zamanda karşılaşmamak büyük acı. Doğru zamanda karşılaşmamak derin sancı. Doğru zamanda karşılaşmamak merhemi olmayan yaran.

- İshak ve Jülide, ikisinin de derin acıları var. Onları acıları mı buluşturdu, ya da ayırdı?

Onları buluşturan şey anlamak; birbirini anlamak. Birbirini anlamalarına sebep olan en önemli şey elbette acıları ayak izlerinden, nefes alışlarından tanıyabiliyor olmaları. İkisinin de geçmişlerinde sakladıkları ağır hatıraları var ve acıyı nerede olursa olsun tanıyorlar. Üzeri örtülü de olsa fark ediyorlar. Evet, bir araya gelmelerine sebep olan tek şey budur.

- Onlarınki bir yalnızlığı ya da acıyı paylaşmak mı, yoksa derin bir aşk mı?

Bunun bende bir cevabı var; ama söylemek istemem. Düşerken’in okuyucu açısından en güzel yanlarından biri bence bu duygular arasındaki geçişler. Öyle olmasını umuyorum en azından. İshak’la Jülide arasında bir aşk var mı? Yaşadıkları şey bir dayanışma mı yoksa güçlü bir aşk mı? Bunlar çok açık değil. Okuyucu muhtemelen farklı fikirlere sahip olacak. Belki romanın içinde bir yerlerde fikri değişecek.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

HER OKURUN ROMANLA KURDUĞU İLİŞKİ TEK VE BİRİCİK


- Bu romanı hangi düşünce ile okumalı? Yüzleşme? Hesaplaşma? Kaçış? Arayış? Belki de yolculuk? Siz yazarken hangi hislerdeydiniz en çok?

Söyledikleriniz gayet yerinde. Bütün bu kavramlar, romanın bir yerinde daha belirgin hale geliyor. Bütününe bakacak olursak yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı başa koyabiliriz. Doğal olarak bunlar kaçışı ve arayışı beraberinde getiriyor. Ama her okurun romanla kurduğu ilişki tek ve biricik! Hangi düşünceyle okuyacaklarını ben de merak ediyorum.

- “Düşerken”, kendimize bir ayna tutmamızı sağlıyor adeta. Peki başka neler hissettirmeli? Romanınız kimlere dokunmalı?

Okurun karşısına bir ayna olarak çıkıyorsa bundan mutlu olurum. Yazdığım herhangi bir cümlede okurun kendisine dair bir şey bulması, kendi varoluşuyla yüzleşmesi beni hem heyecanlandırıyor hem de sevindiriyor. Öte yandan bunu düşününce tuhaf bir korku da hissediyorum. Ağır bir sorumluluk bu. Neler hissettireceğini, kimlere dokunacağını kestirmek asla mümkün değil.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

- Yazar olmak Tarık Tufan’a neler kattı hayatında? Dününde bugününde neler vardı? Yarınında onu neler bekliyor?

Cevaplaması kolay sorular değil bunlar. Yazdıkça huzur bulurum, teselli bulurum, içimde sükûnet bulurum sandım. Olmadı. Tam tersine huzursuzluğum arttı. Öte yandan yazmak kalbime güç katıyor. Varoluşumla derin bir kavgaya girişmeme sebep oluyor. Bu kavga kalbimi güçlendiren bir şey. Hayatta olduğumu hissettiren bir acı. Yazdıkça dönüşüyorum. Nereye gideceğim bilmiyorum. Ne dünü düşünüyorum ne de yarını. Kendimi zuhurata bakıyorum. Kelimeler beni bir yere götürüyor; ama şimdilik nereye diye sormuyorum.

: Teşekkür ederim.

Tarık Tufan: Ben teşekkür ederim.

Tarık Tufan, Düşerken romanı röportajı

Düşerken

Tarık Tufan

Profil Kitap

S.: 304

Kitabı satın almak için tıklayınız: idefix

*

Instagram: biyografivekitap