Türkçede yeni bir sayfa açan öykücülüğü ile Refik Halid Karay
Özel İçerik

Refik Halid Karay

Her şey Refik Halid Karay, 1919’da, Memleket Hikayeleri’ni yazdığında başladı. Mizah öyküleri yazarak başlattığı yazarı, edebiyatımız için de yeni bir başlangıç içeriyordu. Çünkü bugüne dek hikayeler, hep İstanbul çevresinde dönüp durmuştu. Oysa şimdi Karay, sınırları aşmış, sürgüne gittiği Anadolu’nun başka başka kesimlerinden insanları öykülerinde yaşatıyordu…

Karay’ı, şair arkadaşı Halit Fahri Ozansoy da onu, “Türkçenin en iyi yazarı” olarak tanımlıyordu. 1965’teki ölümünün ardından ise, düştüğü şu notu 1967’de, Edebiyatçılar Geçiyor adını verdiği eserinde paylaşacaktı: “Türk edebiyatı, onun ölümü ile eşsiz bir sanatçısını kaybetti. Refik Halid’in ölümü, edebiyat tarihimizde Fecr-i Ati’nin en parlak bir ışığının sönmesidir”.

İşte böyle bir öykücüydü Karay. Bugün ise, doğum günü. Onu, en güzel öykücülüğü ile anabilirdik doğrusu…

Türkçede yeni bir safa açan öykücülüğü ve Refik Halid Karay

TÜRKÇEYİ EN MUNTAZAM KULLANAN YAZAR

Karay, Türkçeyi en muntazam kullanan yazarlardan biriydi. Edebiyat Tarihçisi Nihat Sami Banarlı’nın 1971’deki Resimli Türk Edebiyatı Tarihiadlı eserinde de paylaştığı, bu konu ile ilgili tespiti şuydu: “Refik Halid, güzel Türkçesini, Kırım Hanları neslinden olan annesinden, ev ve mahallelerindeki İstanbul ve aile lisanından öğrenmiştir”. Annesi Ruhsar Hanım, Karay’a, çocukluğunda hep eski zamanlardaki yaşamları ve gelenekleri anlatır; bunu da muntazam bir İstanbul Türkçesi ile yaparmış. İşte böylece ağaç yaş iken eğilmiş ve Karay, enfes bir Türkçe ile konuşmuş, yazmıştı…

Türkçeyi en iyi kullandığı eserleri ise, Memleket Hikayeleri ve Gurbet Hikayeleri’ydi.

Türkçede yeni bir safa açan öykücülüğü ve Refik Halid Karay

REFİK HALİT KARAY ÖYKÜCÜLÜĞÜ

Karay, öykülerinde genellikle mekanı tasvir ederek başlıyordu. Birazdan anlatacağı olay sırasında, oradaymış gibi hissetmek önemliydi. Hangi kahramanın mekanın neresinde konumlandığını okur kafasında canlandırabilmeliydi. Öyküde kurgu her şeydi. Karay’ın öykülerinin en ilgi çeken yanı, aslında beklenmedik sonlarıydı.

Öykülerini “Maupassant” diye de adlandırılan, olay öyküsü türünde yazıyordu. Yani kahramanların olaylar karşısındaki tepkisi ya da psikolojik dünyasına değinmeden, sadece dış görünüşüyle veriyordu. Sadece “Yatık Emine” adını verdiği öyküsünde, bu kez kahramanlarının hissiyatlarından, olaylar karşısındaki tutumundan da söz ediyordu.

Türkçede yeni bir safa açan öykücülüğü ve Refik Halid Karay

SÜRGÜN ZAMANLARININ GETİRDİKLERİ

Karay, öykü yazmaya mizah öyküleriyle başlamıştı. Ayrıca eleştiri konusunda da oldukça keskin bir duruşu vardı. Ünü erken başlamıştı. Galatasaray Lisesi’ndeki eğitimini yarıda bırakmış, “Kirpi” takma adını kullanarak yazdığı öyküleriyle iyiden iyiye ünlenmişti. Eleştirileri ise, ömrünün büyük bir bölümünü kaplayacak sürgün zamanlarını getirdi. Bu sürgün zamanları da ona yeni bakış açıları, yeni cümleler getirecekti…

Sinop, Ankara, Çorum ve Bilecik gibi pek çok ilde sürgündü. Burada kendine hemen yeni bir düzen kurmuştu. Çocukluğundan beri en belirgin yeteneklerinden biri olan gözlemlemeyi hemen başlatmıştı. İçinde bulunduğu duruma sürgün demek anlamsızdı; o, bu durumu Anadolu halkının yaşamını yakından gözlemlemek için bir fırsat olarak değerlendiriyordu. Memleket Hikayeleri’ni işte bu yıllarda yazdı.

Türkçede yeni bir safa açan öykücülüğü ve Refik Halid Karay

MEMLEKET HİKAYELERİ

Karay, Memleket Hikayeleri’ni 1919’da yazdı. Oldukça ilgi görmüştü. Türk öykücülüğü için yeni bir sayfa olarak değerlendiriliyordu. İstanbul sınırlarının dışına çıkıp Anadolu’yu böylesine iyi bir gözlemle kaleme alışı dikkatlerden kaçmadı. Özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in övgüsünü kazanmıştı. İkisi de, Karay’ı, “İstanbul Türkçesini en iyi kullanan yazar” ilan etmişti…

Ayrıca bu eseri ile adı, sonradan gelişecek olan Köy Edebiyatı’nın da öncüleri arasında anıldı.

Bu arada Ziya Gökalp, hükümete yakınlığını kullanmış, birkaç kez onu sürgünden affettirmişti. Bu sırada Mustafa Kemal önderliğinde başlayan Milli Mücadele başlamıştı ve Karay, bunun ümit vaat etmeyen bir çaba olduğunu yazarak İstanbul Hükümeti’ni destekledi. Ancak mücadele sonuç verdi ve bu kez Karay, yurt dışına sürülecekti. Karay, 1938’e kadar, Halep ve Beyrut’taydı. Burada da boş durmamış, gazetecilik yapmaya devam etmişti. Ne zamanki Genel Af Kanunu ile vatanına döndü, işte o zaman her şeyi bir kenara bırakıp sadece yazmaya odaklandı. İşte bu sürgünden de Gurbet Hikayeleri doğmuştu…

Türkçede yeni bir safa açan öykücülüğü ve Refik Halid Karay

ROMANLARI VE DİĞER TÜRLER

Karay, öyküleri üzerine pek çok roman da yazdı. Gerçekten de kalemi kuvvetliydi, ancak yine de Memleket Hikayeleri öykü kitabı kadar, hatta “Kirpi” zamanlarındaki hicivleri kadar kabul görmedi. Hatta henüz hayattayken, 1949’da, Hıfzı Tevfik Gönensoy, “Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eserde bu konuya şöyle değiniyordu: “Refik Halid, romanlar, tiyatro eserleri yazmayı da tecrübe etmiş̧ ise de bu yazılarında ne hadiseleri tahlil eden mizahi yazıları, ne de hikâyeleri derecesinde muvaffak olmuş̧ sayılmaz”.

Romancılığını da iki bölüme ayırmak mümkündü. Yurtdışına sürgüne gitmeden önce ve sonra! 1920’de yazdığı “İstanbul’un İç Yüzü” adlı romanı, sürgün öncesiydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden I. Dünya Savaşı günlerine kadar yaşayan İstanbul’u anlatıyordu. Roman tekniğinin dışına çıkmış, adeta birbirinden kopardığı parçaları birleştiriyordu.

Ancak bu özeni sürgün dönüşünden sonra yazdığı romanlarda sürdürmedi. Çünkü bu kez daha çok okunma kaygısı güdüyordu ve bu kez olaylar Avrupa dışı ülkelerde geçiyordu…

Sürgün adını verdiği eseri ise, Karay’ın otobiyografisi olarak sayılmaktaydı…

*

Instagram: biyografivekitap