Vakanüvis yazdı: ABD'de kadın dövmek 1884'e kadar suç değildi
ensonhaber.com

Kadına yönelik şiddet hız kesmeden devam ediyor. Kifayetsiz sadistler hayatlar söndürüyor.

Devlet ve toplum, bu “yaratıklar”a karşı tam olarak ne yapabileceğini bilmiyor. Belki de tarih boyunca bilemedi, zira bu illet eski asırlardan bu yana var.

VAKANÜVİS

Aydın’da 92 yaşındaki komşusuna cinsel saldırıda bulunduktan sonra öldüren, Samsun’da çocuğunun gözü önünde eski eşini öldüresiye döven erkekler / “yaratıklar” ve daha niceleri...

Kadına yönelik şiddet bir türlü önlenemiyor. Üstelik sadece ülkemiz de değil, topyekün insanlık, bu sorun karşısında adeta çaresiz. Zira bu bela, tarih boyunca insan türünün hep yedeğinde olmuş.

KAFATASI KIRIKLARININ BİZE SÖYLEDİKLERİ

Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nden Aslıhan Güçlü'nün kaleme aldığı “Zorbalığın Tarihi: Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı makalesinde, değişik toplumların mumyalarındaki bir detayın, kadına şiddetin eskiliğini gösterdiği vurgulanıyor.

Güçlü, “Arkeologlar, kadına şiddet olaylarını 3 bin yıl öncesine götürmektedir. Bulunan erkek mumyaların kemiklerinde yüzde 9-20 oranlarında kırığa rastlanırken, kadın mumyalarında bu oran yüzde 30-50 arasında değişiyor. Bu kırıklar, savaştan çok bireysel kavgayla oluşan kafa kırıklarıdır.” diyor.

Yine, Ilısu Barajı içinde yapılan bir kazıda bulunan 120 iskeletten kadınlara ait olanlarda, erkeklere kıyasla çok fazla kafa kırığı görülmesi de antik çağlarda kadına reva görülen şiddettin bir başka delili.

Vakanüvis yazdı: ABD'de kadın dövmek 1884'e kadar suç değildi

HAMURABİ: “KADINLAR KÖLENİZDİR” / PERSLER: “KADIN KOCASINA TAPMALI”

Kadınlar asırlar boyunca saldırılabilecek, çalınabilecek ve leke sürülebilecek mülk olarak varsayıldılar. Yine, küfürlerle, atasözleriyle, sair edebiyat verimleriyle düşmanı kadınlaştırmak, kadın üzerinden benzetmelerle küçük düşürmek de hep var oldu. Doğu ya da Batı farketmedi.

Zaman nehrinde, belli aralıklarla indirilen Tevhidi kuralları inkâr edebilmek gayretiyle “ilk yazılı kanunları getirdiği” övgüyle iddia edilen Babil Kralı Hamurabi’nin MÖ 15’inci yüzyılda kayda geçirdiği anayasasında, kadına dair hiç de hoş olmayan hükümler vardı.

“Kadın uygunsuz bir davranışta bulunduysa” diyordu Hamurabi, “Kocası onu kölesi kılar. Bu kölelikte, evde  kocasının istediği her şeyi yapmasının yanında, kocanın yeniden evlenme hakkı da vardır.” Yine Babil kanunlarında kadının hakları ancak bir evcil hayvanın hakları kadardı.

Bir başka doğulu medeniyette, Persler’de de düşünür Zarathustra MÖ 7’nci asırda “Kadın, erkeğe tanrı gibi tapmak zorundadır. Her sabah dokuz kez düzenli olarak kocasının ayaklarının dibine diz çökmek ve kollarını kavuşturup ona ‘Efendim, ne yapmamı emredersiniz?’ diye sormak zorundadır.” diyordu.

Eski İran’ın birçok toplumunda anne ya da kız kardeş gibi soy yakınlıkları bir saygınlık ifade etmiyordu. Hatta toplumsal anlayış, erkeklerin kız kardeşleriyle evlenmelerini teşvik ediyordu.

Eski Mısır’da da Firavunlar, kız kardeşleriyle evlenirdi. Tapınaklar da “rahibe” olarak anılan ama aslında tapınağa gelir getirmesi için fuhuş yaptırılan kadınlarla doluydu.

Eski Hindistan’da ise kadın köle olarak kabul ediliyordu. Kocası ölen kadının, aynı gün kocasının cesedi ile yakılarak hayat hakkı elinden alınıyordu. Hindistan’daki bu uygulama halen bile kimi haberlere konu olabiliyor.

Araplar da antik çağlardan itibaren kadına önem vermeyen bir toplumsal yapıya sahipti. Arabistan bölgesinde kadınlar, para ile satın alınıp, bir zevk oyuncağına dönüştürülen varlıklardı.

Erkekler kendisinden usandıklarında yine para karşılığı kadın simsarlarına satılırdı. Simsarlar, kurdukları çadır genelevlerinde kadın kölelerini erkeklere pazarlardı. Arap toprakları İslamiyet’le tanıştığında Hz. Muhammed (SAV), bu gayriinsanî durumu ortadan kaldırmıştı.

“KADIN” PANDORA’NIN KUTUSU AÇILINCA KÖTÜLÜKLER ETRAFA SAÇILDI

Doğu böyleyken, Batı’da işler daha da kötü ilerledi. Çünkü Batı düşüncesi, Antik Yunan - Roma - Hıristiyanlık üçlemesiyle her alanda olduğu gibi kadın konusunda da etkilerini bugün de sürdüren, üstelik bunu dünya genelinde tek gerçekmiş gibi yayan bir yapıya sahipti. Bu yapı ise eski çağlardan tevarüs edilmiş yığınla defoyla malüldü.

Vakanüvis yazdı: ABD'de kadın dövmek 1884'e kadar suç değildi

“Yunan Mitolojisi” denilen ve bir dizi putperestlik, sapkınlık ve palavralarla dolu “birikim”, bütün zaaflarıyla Batı’ya hem de güya “modern” Batı’ya ilham verdi.

Eren Alkan, Humanitas 2019’da kaleme alıp Dergi Park’ta da yayınladığı “Antik Yunan Eserlerinde Şiddetin İzdüşümleri” isimli makalesinde; şiddetin ve sık sık da kadına yönelik şiddetin izlerinin, destanlardan şiirlere, tragedyalardan komedyalara, Platon’un ütopik devlet idealarından Herodotus’un tarihi belgelerine, heykellerden vazolara ve ölü gömme törenlerinden savaş sanatına kadar her yere yansıdığını ortaya koyuyor.

Alkan, Pandora vesilesiyle “kadınla kötülüğün nasıl birlikte anıldığını” ise şöyle anlatıyor:

“Antik Yunan mitolojisinde ilk kadının ismi Pandora’dır. Pandora; Tanrıların Babası, Tanrılar Tanrısı Zeus’un, Prometheus’u cezalandırmak için kullandığı bir ‘tuzak’tır. Süslü bir gelinlikle; taç, mücevher ve kuşaklar içinde düşüncesizce kendini kabul edecek adama gelen Pandora, ışıltılı bir cazibe taşır. Parıltılı gelin, beraberinde ağzı sıkıca kapalı bir kutu da getirmiştir. Kutunun içinden kapak açılır açılmaz, ölüm ve diğer kötülükler dünyaya yayılacaktır.”

Eski Yunan’daki Dionysos’a tapınma şenlikleri de aslında kadının suistimal edildiği bir cümbüş ortamıydı. Günümüzün “alkol ve kadına şiddet” birlikteliğinde olduğu gibi Antik Yunan’daki Dionysos şenliklerinde de içilen şaraplar ortamı daha da kötüleştirirdi.

Sarhoş olan erkekler kadınlara toplu cinsel saldırılarda bulunurlardı.  Bu ortamda fiziksel şiddet, haz ve kendinden geçme ile zaman zaman insan kurban etme ritüelleri iç içeydi.

HOMEROS’TAN KADINA ŞİDDETE GÜZELLEME

Batı edebiyatının temel taşları sayılan Homeros, Aiskhülos, Sofokles ve Euripides gibi ozan ve yazarların eserlerinde sergilenen şiddetin kadına yönelik olanlarına dair bolca örnek yer alıyor. Batı edebiyat ve düşüncesine hala tesir eden, bizde de “Batıperestler”in yere göğe koyamadığı Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı, “şiddet ve suçun, her zaman saf ve iyi olanın önünde” olduğunu gösteren örneklerle dolu.

Homeros, bir şiirinde, “erkek, güçlü ve haklı” olarak tasvir ettiği “Suç”un zulmüne uğrayanları, “çirkin ve çaresiz kadınlar” olarak “Yalvarılar” adıyla tasvir eder:

“Ulu Zeus’un kızlarıdır Yalvarılar / Topal, yüzleri buruşuk, gözleri şaşı / Koşarlar Suç’un arkasından dertli dertli / Ama güçlüdür, çevik ayaklıdır Suç / Yalvarılar’dan çok önde koşar.” Filozof Demokritos da, “Bir kadının düşünmeyi öğrenmesi çok kötü sonuçlar doğuracaktır.” diyordu.

Tanrı bolluğundan geçilmeyen ama bu tanrıların toplumun ahlaki derecesini yükseltmek şöyle dursun daha da dibe çektiği bir “dini hayat” ile destanlar, şiirler ve oyunlarla o devrin bir nevi “medya”sını oluşturan şairlerin, yazarların ürettikleri birleşince Antik Yunan kadınlar açısından yaşanılmaz bir bölgeye dönüşüyordu. Kadına zihinsel olarak böyle bakılınca, gerçek hayattaki tablo elbette çok kötü bir şekle bürünüyordu. Güya “demokraisinin beşiği” Atina’da, genel olarak da Antik Yunan’da kadınlar, siyasal hayat ve kurban ayinlerinden dışlanmış halde ve her biri ömrünün sonuna kadar bir vâsi eşliğinde yaşardı. Atina’da sadece “yurttaşlar” - elbette ki erkek - vardı. Geriye kalanlar “yurttaşlar”ın anneleri, eşleri ve kızları olarak tanımlanıyordu.

Vakanüvis yazdı: ABD'de kadın dövmek 1884'e kadar suç değildi

ROMA DA YUNAN’DAN NE GÖRDÜYSE AYNISINI YAPTI

Antik Yunan’ın ardılı Roma İmparatorluğu’nda da kadının durumu düzelmedi. “Roma medniyeti”ni oluşturan bilim, etik ve siyasal düşünce, kadınların sadece üreme ve evde kalıp, burada gerekenleri yapmaları noktasına yoğunlaşıyordu. Eski Roma yazıtlarında; erkeklerin, kendilerinden izinsiz oyunlara katıldıkları, kendilerini dinlemedikleri, izinsiz dışarı çıktıkları, zina yaptıkları için eşlerini ve kızlarını herhangi bir başka hukuki otoriteye gerek duymaksızın cezalandırma ve öldürme hakkına sahip oldukları yer alıyordu.

ORTA ÇAĞ: KADININ KARANLIK ÇAĞI

Orta Çağ'da erkeğin, kadına karşı zor kullanmasını sınırlayan bir kanun yoktu. Kilise Babaları ve Kitab-ı Mukaddes, kadınların bedenlerini tehlikeli ve bozguncu buldukları için, onları kontrol etme ve cezalandırma işini erkeklere vermişti. “Eril dil”, felsefeden bilime, atasözlerinden tiyatro oyunlarına, dini metinlerden ders kitaplarına kadar her yerde vardı. Ondördüncü yüzyılın ünlü fetvacılarından Floransalı Paolo da Certaldo’nun, “İster iyi olsun ister kötü, bir atın mahmuza ihtiyacı vardır; ister iyi olsun ister kötü, bir kadının da bir sahibe ve efendiye, bazen de bir sopaya ihtiyacı vardır.” sözü adeta atasözü gibi benimsenmişti.

ASIRLAR İLERLEDİ AMA AVRUPA’DA BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ

Yine Orta Çağ Avrupası’nda çok sayıda kadın “cadılık” suçlamasıyla çeşitli işkenceler sonucunda vahşice katledilecekti. Papalar ve krallar, adeta bir kadın soykırımı gerçekleştirmişlerdi. İngiltere’de kadınlara ceza vermek için özel bir meclis kurulmuş, bu meclis özel işkence şekilleri geliştirme alanında çalışmıştı. Bu dönemde Avrupa’da kimi kaynaklara göre 90 bin kimi kaynaklara göre de 100 bini aşkın kadın canlı canlı yakılmıştı.

Zavallı kadınlar çoğu zaman cadı olduğunu itiraf ederek hemen öldürülme yolunu seçiyordu. Aksi takdirde yapılan işkenceler dayanılacak gibi değildi. Bütün kıyafetleri çıkartılıp kemikleri tek tek kırılıyor, etleri lime lime parçalanıyor, bakire olup olmadıklarının anlaşılması için tecavüze uğruyorlardı. Avrupa’nın kara lekesi olarak bilinen bu vahşi uygulamalar ancak 17’nci yüzyılın sonlarına doğru nihayet bulacaktı.

Avrupa’da kadın, hemen her zaman aşağılanıyordu. “Batı Aydınlanması” koca bir yalandı. Kadın, edebiyatta bir sevgili, bir sanat perisi, yani yazarın düşleri için bir nesne işlevi görüyordu. Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Diderot’ya göre kadın,  “kötü bir mahlûk”tu. Bu dört isim de kadının sadece şehvet ve eğlence için yaratıldığını düşünüyordu.

Vakanüvis yazdı: ABD'de kadın dövmek 1884'e kadar suç değildi

ABD’DE KADIN DÖVMEK 1884’E KADAR SUÇ DEĞİLDİ

Avrupa’nın gölgesinde kurulan ABD’de de durum farklı değildi. Erkeğin eşini dövmesi, 1884 yılına kadar suç teşkil etmiyordu. Erkeğin eşini kontrol edebilmesi için psikolojik baskı baskı ve fiziksel şiddet dâhil her yola başvurması yasaldı. Batının yön verdiği olaylar bağlamında kadına şiddet her zaman var oldu.

Ruanda’daki 1994 soykırımında en az 250 bin kadına tecavüz edilmiş; 1990'lar boyunca da 20 binden fazla Müslüman kadın, Bosna'daki etnik temizlik kampanyasının parçası olarak tecavüze uğramıştı. 2003 gibi yakın bir tarihte bile BM tarafından, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki savaş boyunca binlerce kadın ve kız çocuğunun tecavüze uğradığı ifade edilmişti.

“Arap Baharı” denilen ve süreci halen sonuçlanmamış olan Orta Doğu’ya ilişkin son gelişmeler de Irak’tan Suriye’ye Libya’dan Yemen’e, çok sayıda ülkede kadının gerek savaş , çatışma şartlarından kaynaklanan gerekse de bireysel düzeyde oluşan şiddete maruz kalmasına yol açıyor.

Kadına şiddet alçaklığı hiç hız kesmedi

Sadistler eski çağlardan beri var

Kadına yönelik şiddet hız kesmeden devam ediyor. Kifayetsiz sadistler hayatlar söndürüyor. Devlet ve toplum, bu “yaratıklar”a karşı tam olarak ne yapabileceğini bilmiyor. Belki de tarih boyunca bilemedi, zira bu illet eski asırlardan bu yana var.

Vakanüvis

Aydın’da 92 yaşındaki komşusuna cinsel saldırıda bulunduktan sonra öldüren, Samsun’da çocuğunun gözü önünde eski eşini öldüresiye döven erkekler / “yaratıklar” ve daha niceleri. Kadına yönelik şiddet bir türlü önlenemiyor. Üstelik sadece ülkemiz de değil, topyekün insanlık, bu sorun karşısında adeta çaresiz. Zira bu bela, tarih boyunca insan türünün hep yedeğinde olmuş.

KAFATASI KIRIKLARININ BİZE SÖYLEDİKLERİ

Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nden Aslıhan Güçlü'nün kaleme aldığı “Zorbalığın Tarihi: Kadına Yönelik Şiddetbaşlıklı makalesinde, değişik toplumların mumyalarındaki bir detayın, kadına şiddetin eskiliğini gösterdiği vurgulanıyor. Güçlü, “Arkeologlar, kadına şiddet olaylarını 3 bin yıl öncesine götürmektedir. Bulunan erkek mumyaların kemiklerinde yüzde 9-20 oranlarında kırığa rastlanırken, kadınmumyalarında bu oran yüzde 30-50 arasında değişiyor. Bu kırıklar, savaştan çok bireysel kavgayla oluşan kafa kırıklarıdır” diyor. Yine, Ilısu Barajı içinde yapılan bir kazıda bulunan 120 iskeletten kadınlara ait olanlarda, erkeklere kıyasla çok fazla kafa kırığı görülmesi de antik çağlarda kadına reva görülen şiddettin bir başka delili.

HAMURABİ: “KADINLAR KÖLENİZDİR” / PERSLER: “KADIN KOCASINA TAPMALI”

Kadınlar asırlar boyunca saldırılabilecek, çalınabilecek ve leke sürülebilecek mülk olarak varsayıldılar. Yine, küfürlerle, atasözleriyle, sair edebiyat verimleriyle düşmanı kadınlaştırmak, kadın üzerinden benzetmelerle küçük düşürmek de hep var oldu. Doğu ya da Batı farketmedi. Zaman nehrinde, belli aralıklarla indirilen Tevhidi kuralları inkâr edebilmek gayretiyle “ilk yazılı kanunları getirdiği” övgüyle iddia edilen Babil Kralı Hamurabi’nin MÖ 15’inci yüzyılda kayda geçirdiği anayasasında kadına dair hiç de hoş olmayan hükümler vardı. “Kadın uygunsuz bir davranışta bulunduysa” diyordu Hamurabi, “Kocası onu kölesi kılar. Bu kölelikte, evde  kocasının istediği her şeyi yapmasının yanında, kocanın yeniden evlenme hakkı da vardır.” Yine Babil kanunlarında kadının hakları ancak bir evcil hayvanın hakları kadardı. Bir başka doğulu medeniyette, Persler’de de düşünür Zarathustra MÖ 7’nci asırda “Kadın, erkeğe tanrı gibi tapmak zorundadır. Her sabah dokuz kez düzenli olarak kocasının ayaklarının dibine diz çökmek ve kollarını kavuşturup ona ‘Efendim, ne yapmamı emredersiniz?’ diye sormak zorundadır” diyordu. Eski İran’ın birçok toplumunda anne ya da kız kardeş gibi soy yakınlıkları bir saygınlık ifade etmiyordu. Hatta toplumsal anlayış, erkeklerin kız kardeşleriyle evlenmelerini teşvik ediyordu.

Eski Mısır’da da Firavunlar kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Tapınaklar da “rahibe” olarak anılan ama aslında tapınağa gelir getirmesi için fuhuş yaptırılan kadınlarla doluydu. Eski Hindistan’da ise kadın köle olarak kabul ediliyordu. Kocası ölen kadının, aynı gün kocasının cesedi ile yakılarak hayat hakkı elinden alınıyordu. Hindistan’daki bu uygulama halen bile kimi haberlere konu olabiliyor.

Araplar daantik çağlardan itibaren kadına önem vermeyen bir toplumsal yapıya sahipti. Arabistan bölgesinde kadınlar, para ile satın alınıp, bir zevk oyuncağına dönüştürülen varlıklardı. Erkekler kendisinden usandıklarında yine para karşılığı kadın simsarlarına satılırdı. Simsarlar, kurdukları çadır genelevlerinde kadın kölelerini erkeklere pazarlardı. Arap toprakları İslamiyetle tanıştığında Hz. Muhammed (SAV), bu gayriinsanî durumu ortadan kaldırmıştı.

“KADIN” PANDORA’NIN KUTUSU AÇILINCA KÖTÜLÜKLER ETRAFA SAÇILDI

Doğu böyleyken, Batı’da işler daha da kötü ilerledi. Çünkü Batı düşüncesi, Antik Yunan - Roma - Hıristiyanlık üçlemesiyle her alanda olduğu gibi kadın konusunda da etkilerini bugün de sürdüren, üstelik bunu dünya genelinde tek gerçekmiş gibi yayan bir yapıya sahipti. Bu yapı ise eski çağlardan tevarüs edilmiş yığınla defoyla malüldü.

Yunan Mitolojisi denilen ve bir dizi putperestlik, sapkınlık ve palavralarla dolu birikim, bütün zaaflarıyla Batıya hem de güya “modern” Batı’ya ilham verdi. Eren Alkan, Humanitas 2019’da kaleme alıp Dergi Park’ta da yayınladığı “Antik Yunan Eserlerinde Şiddetin İzdüşümleri” isimli makalesinde; şiddetin ve sık sık da kadına yönelik şiddetin izlerinin, destanlardan şiirlere,tragedyalardan komedyalara, Platon’un ütopik devlet idealarından Herodotus’un tarihibelgelerine, heykellerden vazolara ve ölü gömme törenlerinden savaş sanatına kadar her yere yansıdığını ortaya koyuyor. Alkan, Pandora vesilesiyle “kadınla kötülüğün nasıl birlikte anıldığını” ise şöyle anlatıyor: “Antik Yunan mitolojisinde ilk kadının ismi Pandora’dır. Pandora; Tanrıların Babası, Tanrılar Tanrısı Zeus’un, Prometheus’u cezalandırmak için kullandığı bir tuzaktır. Süslü bir gelinlikle; taç, mücevher ve kuşaklar içinde düşüncesizce kendini kabul edecek adama gelen Pandora, ışıltılı bir cazibe taşır. Parıltılı gelin, beraberinde ağzı sıkıca kapalı bir kutu da getirmiştir. Kutunun içinden kapak açılır açılmaz, ölüm ve diğer kötülükler dünyaya yayılacaktır.”

Eski Yunan’daki Dionysos’a tapınma şenlikleri de aslında kadının suistimal edildiği bir cümbüş ortamıydı. Günümüzün “alkol ve kadına şiddet” birlikteliğinde olduğu gibi Antik Yunan’daki Dionysos şenliklerinde de içilen şaraplar ortamı daha da kötüleştirirdi. Sarhoş olan erkekler kadınlara toplu cinsel saldırılarda bulunurlardı.Bu ortamda fiziksel şiddet, haz ve kendinden geçme ile zaman zaman insan kurban etme ritüelleri iç içeydi.

HOMEROS’TAN KADINA ŞİDDETE GÜZELLEME

Batı edebiyatının temel taşları sayılan Homeros, Aiskhülos, Sofokles ve Euripides gibi ozan ve yazarların eserlerinde sergilenen şiddetin kadına yönelik olanlarına dair bolca örnek yer alıyor. Batı edebiyat ve düşüncesine hala tesir eden, bizde de “Batıperestler”in yere göğe koyamadığı Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı, “şiddet ve suçun, her zaman saf ve iyi olanın önünde” olduğunu gösteren örneklerle dolu. Homeros, bir şiirinde, “erkek, güçlü ve haklı” olarak tasvir ettiği “Suç”un zulmüne uğrayanları, “çirkin ve çaresiz kadınlar” olarak “Yalvarılar” adıyla tasvir eder: “Ulu Zeus’un kızlarıdır Yalvarılar / Topal, yüzleri buruşuk, gözleri şaşı / Koşarlar Suç’un arkasından dertli dertli / Ama güçlüdür, çevik ayaklıdır Suç / Yalvarılardan çok önde koşar.” Filozof Demokritos da, “Bir kadının düşünmeyi öğrenmesi çok kötü sonuçlar doğuracaktır” diyordu.

Tanrı bolluğundan geçilmeyen ama bu tanrıların toplumun ahlaki derecesini yükseltmek şöyle dursun daha da dibe çektiği bir “dini hayat” ile destanlar, şiirler ve oyunlarla o devrin bir nevi “medya”sını oluşturan şairlerin, yazarların ürettikleri birleşince Antik Yunan kadınlar açısından yaşanılmaz bir bölgeye dönüşüyordu. Kadına zihinsel olarak böyle bakılınca, gerçek hayattaki tablo elbette çok kötü bir şekle bürünüyordu. Güya demokraisinin beşiğiAtinada, genel olarak da Antik Yunan’da kadınlar, siyasal hayat ve kurban ayinlerinden dışlanmış halde ve her biri ömrünün sonuna kadar bir vâsi eşliğinde yaşardı. Atina’da sadece “yurttaşlar” - elbette ki erkek - vardı. Geriye kalanlar “yurttaşlar”ın anneleri, eşleri ve kızları olarak tanımlanıyordu.

ROMA DA YUNAN’DAN NE GÖRDÜYSE AYNISINI YAPTI

Antik Yunan’ın ardılı Roma İmparatorluğu’nda da kadının durumu düzelmedi. “Roma medniyeti”ni oluşturan bilim, etik ve siyasal düşünce, kadınların sadece üreme ve evde kalıp, burada gerekenleri yapmaları noktasına yoğunlaşıyordu. Eski Roma yazıtlarında; erkeklerin, kendilerinden izinsiz oyunlara katıldıkları, kendilerini dinlemedikleri, izinsiz dışarı çıktıkları, zina yaptıkları için eşlerini ve kızlarını herhangi bir başka hukuki otoriteye gerek duymaksızın cezalandırma ve öldürme hakkına sahip oldukları yer alıyordu.

ORTAÇAĞ: KADININ KARANLIK ÇAĞI

Ortaçağda erkeğin, kadına karşı zor kullanmasını sınırlayan bir kanun yoktu. Kilise Babaları ve Kitab-ı Mukaddes, kadınların bedenlerini tehlikeli ve bozguncu buldukları için, onları kontrol etme ve cezalandırma işini erkeklere vermişti. “Eril dil”, felsefeden bilime, atasözlerinden tiyatro oyunlarına, dini metinlerden ders kitaplarına kadar her yerde vardı. Ondördüncü yüzyılın ünlü fetvacılarından Floransalı Paolo da Certaldo’nun, “İster iyi olsun ister kötü, bir atın mahmuza ihtiyacı vardır; ister iyi olsun ister kötü, bir kadının da bir sahibe ve efendiye, bazen de bir sopaya ihtiyacı vardır” sözü adeta atasözü gibi benimsenmişti.

ASIRLAR İLERLEDİ AMA AVRUPA’DA BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ

Yine Ortaçağ Avrupası’nda çok sayıda kadın “cadılık suçlamasıyla çeşitli işkenceler sonucunda vahşice katledilecekti. Papalar ve krallar, adeta bir kadın soykırımı gerçekleştirmişlerdi. İngiltere’de kadınlara ceza vermek için özel bir meclis kurulmuş, bu meclis özel işkence şekilleri geliştirme alanında çalışmıştı. Bu dönemde Avrupa’da kimi kaynaklara göre 90 bin kimi kaynaklara göre de 100 bini aşkın kadın canlı canlı yakılmıştı. Zavallı kadınlar çoğu zaman cadı olduğunu itiraf ederek hemen öldürülme yolunu seçiyordu. Aksi takdirde yapılan işkenceler dayanılacak gibi değildi. Bütün kıyafetleri çıkartılıp kemikleri tek tek kırılıyor, etleri lime lime parçalanıyor, bakire olup olmadıklarının anlaşılması için tecavüze uğruyorlardı. Avrupa’nın kara lekesi olarak bilinen bu vahşi uygulamalar ancak 17’nci yüzyılın sonlarına doğru nihayet bulacaktı.

Avrupa’da kadın, hemen her zaman aşağılanıyordu. “Batı Aydınlanması” koca bir yalandı. Kadın, edebiyatta bir sevgili, bir sanat perisi, yani yazarın düşleri için bir nesne işlevi görüyordu. Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Diderot’ya göre kadın, kötü bir mahlûktu. Bu dört isim de kadının sadece şehvet ve eğlence için yaratıldığını düşünüyordu.

ABD’DE KADIN DÖVMEK 1884’E KADAR SUÇ DEĞİLDİ

Avrupa’nın gölgesinde kurulan ABD’de de durum farklı değildi. Erkeğin eşini dövmesi 1884 yılına kadar suç teşkil etmiyordu. Erkeğin eşini kontrol edebilmesi için psikolojik baskı baskı ve fiziksel şiddet dâhil her yola başvurması yasaldı. Batının yön verdiği olaylar bağlamında kadına şiddet her zaman var oldu. Ruandadaki 1994 soykırımında en az 250 bin kadına tecavüz edilmiş; 1990'lar boyunca da 20 binden fazla Müslüman kadın Bosna'daki etnik temizlik kampanyasının parçası olarak tecavüze uğramıştı. 2003 gibi yakın bir tarihte bile BM tarafından, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki savaş boyunca binlerce kadın ve kız çocuğunun tecavüze uğradığı ifade edilmişti. “Arap Baharı” denilen ve süreci halen sonuçlanmamış olan Ortadoğu’ya ilişkin son gelişmeler de Irak’tan Suriye’ye Libya’dan Yemen’e, çok sayıda ülkede kadının gerek savaş , çatışma şartlarından kaynaklanan gerekse de bireysel düzeyde oluşan şiddete maruz kalmasına yol açıyor.