Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk
Özel İçerik

Yiğit Caner Ertoşi

Yiğit Caner Ertoşi, Altın Kalem Ödüllü bir yazar. Aslında kitapları üzerine konuşacaktık; ama sonra ilginç bir şey oldu. Arayıp, Damla ben fazlasını, kendimi, yaşadıklarımı anlatmak, yükümü hafifletmek istiyorum dedi. Ertoşi’nin hafızası 3 yaşında kilitlendiği tuvaletten başlıyor akmaya. Babasıyla yaşananlar, annesine yıllar sonra kavuşması… Yazarlıktan, kitaplarından da bahsettik; ama bu uzun söyleşi Yiğit Caner Ertoşi’nin çocukluğundan yansıyanlar…

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

ÇIPLAK BİR BEDEN İLE YAZDIĞIM ZAMAN ÖZGÜRLÜĞÜMÜN ELİMDEN ALINMIŞ OLDUĞU HİSSİNE BÜRÜNÜRÜM

- Yiğit Caner Ertoşi kimdir? Kendini nasıl anlatır?

Kendimi yazarak anlatırım. Punkçu bir filozof olan Marilyn Manson’un dediği gibi ben de “Cennetin gözünde değerli olan her şeyi yaktım.” 1990 yılında Van’ın Başkale ilçesinde Haziran ayının 15’inde dünyaya geldim. İkizler burcu olmam benim için çok büyük bir şansken çevrem için imtihan oldu. Bu benim şanlı ve de şanssız tarafım sanırım. Amerika San Francisco Dominican Üniversitesi’nde hazırlık okudum. Beykent Üniversitesi’nde İç Mimarlık, akabinde Montesorri Felsefesi ve 3. göz İlmi olmak üzere psikanaliz üzerine sertifikalar aldım. Fort State University Philosophy (Felsefe) eğitimini tamamladım.

Dünya genelinde 3 milyon, Türkiye’de ise 300 bin nüfusu olan bir aileye mensubum.  Bunu özellikle belirtmek isterim, çünkü insanlarımızda oluşan ön yargıyı yıkmak adına kitaplarımın kapağında her zaman aşiretimizin “Ertoşi” adını kullanırım. Bunun önyargıdan ziyade akranlarıma öncülük eden bir örnek olması adına özenle her yerde paylaşıyorum.  Yöresel kadere inanmam; ama yörenin kaderini değiştirebilen kaderlerin kalabalığına inancım tamdır.  Ben, yani ben dediğim nefsim, ötekilerden farklı beslenir.

- Farkı nedir?

Zevkler ile işi yoktur mesela, hazlardan doyumunu sağlar.  Günlük yaşantımın içerisinde bile zevk aldığım bir şeye rastlayamaz kimse. Uykumda bile hazlar ile döşenmiş rüyalar görürüm.  Sadece yazarım ve bunu geçimimi sağlamak için yapmam, sadece doyuma ulaşmak adına yazarım.  Maddi beklenti olmadan sadece başarıya güdümlü yazan ender yazarlardanım sanırım.  Ve sadece yazabilmem için Allah’ın bana refah bir hayat standardı sağladığına inanıyorum.

- Neden böyle dediniz?

Allah’ın, faturalar ile ilgilenerek kalemimin körelmesine müsaade etmediğini biliyorum. İninde gizlidir in-san… Ben de inimde gizlenerek yazıyorum.

- Peki nasıl bir yazma alanınız var?

Çok büyük bir çalışma alanım olmasına rağmen evimde, 5 metrekarelik kilerimin içine girip orada yazıyorum.  Dört tarafının kapalı, duvarla çevrili olması, dikkatimi dağıtacak bir nesne bulunmaması, bir de dar olması yazmak için biçilmiş kaftan kılıyor bana bu alanı.

- Yazma konusunda en garip yönünüz nedir?

Bazen takım elbise ile giriyorum o odaya, bazen de çıplak…

- Çıplak mı?

Evet! Şöyle açıklayayım; çıplak bir beden ile yazdığım zaman özgürlüğümün elimden alınmış olduğu hissine bürünürüm ve kalemim daha ürkek daha savunmasız, keza güvensiz bir mürekkep ile dolar. Bu da satırlarıma yansır. Yazacağım konu başlığına göre mutlaka kıyafetim alakalı bir kombin içerir ve yine dolma kalemlerimden birisini özenle yazılacak metin için seçerim.

- Dolma kalem ile mi yazıyorsunuz?

Bilgisayarda yazmayı sevmiyorum, kâğıda yazıyorum ve dediğim gibi dolma kalem kullanıyorum.

- Yazma rutininiz nedir?

Müzik dinlerim; ama Türkçe müzik dinlemem. Genelde Etnich House yahut Deep House türlerinde müzikler çalar kulaklığımda. Kitap yazacağım zaman ise kesinlikte 24 saat uykusuz kalırım, akabinde yazmaya başlarım.

- Peki bunu neden yapıyorsunuz?

Sebebi, beyni yorgun bıraktığın zaman bedenin endişe mekanizmasının devreye girip ekstra güç takviyesi vermesi.  3. güne geçtiğimde fantazya dünyamın uçlarında yazarım, bir nevi bilinçli bir bilge deli makamına vardığımı hissettiriyor bana.  Hep böyle yazarım bu değişmez bir ritüeldir benim için.

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

BEN ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ HAYATIMI YAZSAM ROMAN OLUR DİYENLERDENİM

- Yazacağınız konuları neye göre belirlersiniz?

Aşk meşk işleri yaşanacak kadar güzel; ama yazacak kadar kıymetli değil bana göre. Bundan sebep sadece gerçekler üzerine hatta “gerçeğin ardında gizlenen gerçekler” üzerine olgusal öz farkındalıklar yazarım. Şerefli olabilmek için şerefsizim diyebilecek kadar gerçek bir yazarım. Okuyor diye Tanrım, bundan sebep itinayla saf satırlar yazarım.

- Sizi yazmaya iten neydi?

Ben çocukluğumdan beri hayatımı yazsam roman olur diyenlerdenim. Yani sonradan yazar olanlardanım.  Eğitim öğretim hayatım yazmadığım defterlerin boş sayfaları ile dolu, haylaz yıllarım…  Her insanın hayatı yazılmaya değer kendine has ender bir güncedir. Saygı duyarım. Ama benimki masal olmayacak kadar erdemli bir efsaneydi. Cezaevine girdiğimde yazdım ilk kitabım “Anne İtiraf Ediyorum – Utançlarım Çırılçıplak” isimli biyografi kitabımı.

- Biyografim demişken, biraz ona değinelim aslında. Zor bir çocukluk, zor bir hayat yaşamışsınız. Bunları seçtiğiniz yazar kimliğinin yanında paylaşmak istiyorsunuz. Hadi konuşmaya başlayalım…

Çok zor bir adamlık geçirdim, şimdilerde ise çocukluk geçiren ruhumu yaşıyorum.  Geçmişime bakınca ben hariç kime sorsanız, “Yiğit ne yaşadı ki, hayat hep ona güzeldi.” diyecektir eminim. Buna sebebiyet veren şey ise paranın örtüsü, lüks yaşantım oldu.  Herkes bu lüksü konuştu, kimse duygularımın, keza sevgisiz yanımın en fakir haline sadaka niteliğinde bir özveride bulunmadı.  Lüks yaşamımdan sebep acımasız kalabalıklarım oldu. Dostlarım, hep param ile satın aldığım düşmanlarım oldu. Annesiz, babasızdı çocukluğum, hep sıfatlarım başkaydı.  Akrabalarım kendine ait olmayan kendilerinin seçtikleri taraflarımda hak sahipliği edindiği bir çocukluktu benimkisi…

- Kim vardı peki, sizi kim büyüttü?

Babamın boşluğunu amcam doldurdu. Sonra amcamın boşalan yerine babamın kuzeni geçerken, annemin yerine geçen babaannemin yerine geçecek bir babaanne olmayışı elimden torunluk hakkımı da aldı.  Dediğim gibi çocukluğum, gençliğim saltanat içinde her dediğine sahip olarak geçti. Fakat 30 yaşına geldim, çocukluğuma dair izlerim benden hala geçmedi. Geçmesi imkânsız bu izler üstelik benim bile değiller…

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

3 YAŞINDA TUVALETE KİLİTLENDİĞİMİ HATIRLIYORUM

- Çocukluğunuz nasıl geçti?

Her gün annemi dileyerek geçen gecelerde biri görürse güçsüz gözükürüm diye altına gizlendiğim yorganımın içinde kendi avucumun içiyle kendi yüzümü severek geçti çocukluğum. Kendimce babaannemin bana verdiği ceza yahut uygulayacağı kuralın haddine sahip olmadığını düşündüğüm vakitlerde “Sen benim annem değilsin!” diyerek geçti. Arkadaşlarımın annelerine anne diyerek geçti. Anlatırken annemin yokluğunu ajitasyon yaptığımı düşündüklerini düşündüğüm için kendimi ezik hissederek geçti ve daha nice günler bundan daha kötü günler ile geçti. Annesiz geçti demek yeterli gelecekti aslında,  belki de sadece bu kafi gelecekti.  Bu cümleyi okuyan gözlerin sahipleri annelere çocukluğumun nasıl geçtiğini anlatmaya yeterli kestirmeden giden tüm kayıplara açıklık olan kelime. Ama eksik kalacaktı…

- Bunlar acı şeyler evet; ama şu eksik kalacak kısımda daha zor yanlar da var, değil mi?

3 yaşında tuvalete kilitlendiğimi hatırlıyorum. Üzerine ışık kapatılmış bir lambanın karanlığında küvetin içinde uyuya kalan çocukluğumun mimarı anneannemdi.  Çocukluğumda emeği geçen herkes gibi onun da ismi geçmeli, evet. Hakkaniyet bunu gerektirir. Okulda şikâyetlerin adresi gösterilen ele avuca sığmaz bir çocuktum. Psikolog ve psikiyatristler ile çevriliydim. İntiharlar ile devam eden gençliğime dayanan çocuk böyle geçirdi o günleri.

- Annenizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Başımdan geçen her olumsuz şeyin nedenini bağladığım gerekçemdi annem. Hep kayıplarıma söylendiğim avuntu cümlemdi aynı zamanda: “Annem olsaydı böyle olmazdı!” Öz babamın yanında, “Sana baba diyebilir miyim?” dediğim amcama 30 yıl baba diyerek geçti.  Babamın yerine başka bir adamın oğlum diye severken babamın duruma el koymasını bekleyerek geçti.  Ama o bırakın durumu, elini başımın üzerine bile koymadı.

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

ASLINDA UNUTAMADIĞIM YANI KÜVETTE YATMAM İÇİN VERDİĞİ KEÇELİ BATTANİYE

- Babanıza hiç baba demediniz. Peki oradaki sorun neydi?

Babama hiç baba demedim, evet. Çünkü baba denmeyecek kadar büyük bir günahın kibrindeydi; Tanrısal bir hiçlik vardı kendisinde. Kendisi benim yaşantımın hiçbir alanında zerre kadar özveriye, emeğe sahip değildir; aksine tüm kayıplarımın kahramanıdır. Annesiz geçen yıllarımın mimarıdır. Yine kendisi cehaletimin bileyicisidir ve hatalarımın başrolünde yer alır. Annemi uyuşturucuya alıştıran pejmürde bir ruhun beden bulan yaşamıdır. Yaptıklarından dolayı bir güne bir gün pişmanlık duymayan, hatasının mahcubiyetini bir tek saniye dahi yaşamayan şeytan ile el sıkışmış biriyken, gel gör ki ağzında Allah, Peygamber, hak, din, iman nağraları eksik düşmeyen bir insan. Oğlu ile uyuşturucu madde içerek utanmadan tekrarını yaşayan bir günah lekesi benim babam…

- Ve onu babalıktan da reddettiniz, değil mi?

Evet, 18 yaşıma geldiğim gün kendisini mahkeme kararı ile babalık hakkımdan muaf ettim. Kimseye hakkı olmayan hakkın unvanını vermeyin derim buradan bizi okuyacak olan kıymetli okurlara. Ve de kimseyi amcanız, babanız, anneniz, halanız, dayınız diye kirli gerçeklerini gizlemeyin, lütfen. Bazen akrabalarım diyor ki; “Yiğit, ne olursa olsun senin babandır sen yine de öyle deme.” Böyle bir şeyi diyenlere sormak isterim hanginizin karınızla çocuklarınızla bağımlılık içeren deneyimleriniz var? Sizlerin çocukları sigara dahi kullansa kahrolacağınız, hatta belki başlamadan bıraksın diye şiddete bile başvurduğunuz gerçeğiniz varken bana nasıl böyle bir adama torpil geçmem gerektiğini söylersiniz? Böylesine bir adamın başka hayatlara bulaşmasından hiç mi çekinmezsiniz? Diyeceğim şu ki, bir gün anneme anne diyebilmek için her gün babama baktım, yüzüne baktım ve baba demedim.

- Çocukluğunuza dair hatırladığınız en derin travmanız nedir?

En ağırı… 4 yaşındaydım ve biyolojik babam olan şahıs, içtiği uyuşturucu maddeyi yerinde bulamayınca bana “Sen mi aldın?” diye sordu. Defalarca hayır desem de inanmadı ve beni kaybettiği o madde için dövdü. Bir diğeri ise az önce bahsini ettiğim anneannemin beni 3 yaşındayken babama olan öfkesinden dolayı kilitlediği karanlıkta bırakıldığım tuvalette geçen günlerim. Aslında unutamadığım yanı küvette yatmam için verdiği keçeli battaniye. En sevdiğim şarkı bundan sebep Kolera - Soğuk Küvet sanırım.  Aç bırakılırdım o küvette bazen klozet kapağının üzerinde, bazen de sofralarında eşlik ederdim onlara…

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

(Annesi ile)

“GELİR MİSİN, BENİMLE YAŞAR MISIN?” DEDİ, “ÖLÜRÜM BİLE SENİNLE…” DEDİM

- Ya anneniz? Ona yıllar sonra kavuştunuz. Anlatsanız ya biraz, nasıl oldu? Neler hissettiniz?

Annem yıllar sonra yazar olduğumu öğreniyor. Annemle görüşmemize engel olanlardan birisi olan anneannemin ölümünün hemen ardından benim yanıma geldi. İlk buluşma anımızı hiç unutmam! Terlemişti, teri dudağıma değince anladım annem olduğunu, çünkü zerre kadar iğrenmemiştim ve süte benzer bir tat değdi sanki dilime. Saatlerce yerde oturduk, sarıldık, ağladık. Hayat ile savaşım son bulmuştu, o günden sonra bir daha trafikte bile sinirlenmedim, küfretmedim kimseye dargınlıklarım kalmadı, hayatta hayal kurmadım kendi başıma bir daha.  Mutlu olmak için başka şeyler aramadım ya da umutlanmak adına düşler kurmadım. Varacağım en son noktamın üzerine konan ünlem olmuştu o.  Sarılıp uyuduğum ilk geceyi unutamam, kaç kez uyandım bir daha baktım yanımda mı diye… Gider diye çok korktum… Bazen ise rüya mı diye uyandım, görünce rahatladım tekrar yattım.

- Sonra?

Sonra: “Gelir misin, benime yaşar mısın?” dedi, “Ölürüm bile seninle…” dedim ve Fethiye’ye geldik, yerleştik, düzenimizi kurduk, çok mutluyuz… Sanırım başardım diyebilecek tek başarım bu benim için.

Peki, şimdi ne hissediyorsunuz?

Şimdi olmuşluk, tamamlanmışlık gibi bir his yaşıyorum. Levhaların sonuna geldim, şehrin merkezinde güvende hissediyorum. Kanunun, adaletin işlediği bir şehrin güvencesinde hissediyorum. Öncesinde her gün ölmek istediğim, geçmiş gerçeğim varken, bugün gelecek için öleceğimin endişesi var. Annemden sebep kalan vaktimin yetersiz gelmesi 30 yılımın telafisinin olmayışındaki gerçek beni çok üzüyor. Ve en çok da onun acısını yaşamanın düşüncesi beni kahrediyor.

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

KENDİ SAHNEMİN SEYİRCİSİ KENDİM OLUNCA İLK AYDINLANMAMI YAŞADIM

- Az önce bahsettiğiniz biyografi kitabında her şeyi anlattınız mı?

3 yaşında bir yıl boyunca tuvalette yaşamaya başladığım dönemden başlayarak cezaevinde geçen günlerime kadar yazdım, evet. Metris Cezaevinde dışarı çıktığımda okumak adına kendime yazdığım kapalı mektuplarım ile başladı efsanem. Biriken mektupların ise birleşmeye olan nitelik bütünlüğü kitap olmasını sağladı. Ve bu kitabımla, “En iyi biyografi roman: Altın Kalem” ödülüne layık görüldüm.

- Cezaevi neleri fark etmenizi sağladı?

Cezaevi dönemim tüm kayıplarımı yaşadığım evremin başlangıç imtihanı oldu diyebilirim. Sihirbazın bir tavşanı şapkasında kaybetmesi hep şaşırtıcı gelirken, benim kayıplarım, - üstelik sihirbaz gibi geri getiremeyecek kadar kaybettiklerimin sahnesi - çevrem dediğim eş, dost, akraba gibi izleyicilerimin hiç mi hiç dikkatini çekmedi.  Kendi sahnemin seyircisi yine kendim olunca ilk aydınlanmamı yaşadım.

- Sonra peki?

İzlenmeye değer bir numaran olmayınca sahnesi boş bir adam oluyor insan.  Kimsenin kayıpları para etmiyor ve yine kimse kayıp bir adam ile ilgilenmiyor.  Ben de neleri nasıl kaybettiğimle yüzleşmeye karar verdim. Hayatımı tüm çıplaklığıyla, özellikle utançlarımın yaşandığı kısmından ele alarak ifşalarım ile dolu sayfaları yazarak arınabileceğimi düşündüm ve yola çıktım. Kendimi kendim ile temizleyebilirdim, bunu da tüm dünyanın okumasına davetkâr bir yol olan kitap ile yapabilirdim.  Ancak böyle bir cesaret beni yöneten efendimin elini üzerimden çekmesini sağlayabilecek bir başkaldırışın ciddiyetini resmedebilirdi.

- Otobiyografik kitabınızla Altın Kalem Ödülü’nü aldınız. Bunu da konuşalım…

Evet, biyografi dalında 3500 kitap içinden sadece iki kişi aldık.  Bingöl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çapak ile aynı ödüle layık görülmem hayatımın en gurur verici anlarından biriydi. Haberini aldığım içerik mailini okuduğum zaman inanmamıştım hatta arkadaşlarımdan birinin yazarlığıma alaycı bir kinayesi diye düşündüm. İnanmak için çok sağduyulu olmama rağmen inanmadım. Telefon ile arayıp teyit aldım, yine de inanmadım. Bir yanlışlık vardır mutlaka diye düşündüm bundan sebep ödülü almaya gitmedim. Oraya gidince yanlışlığın farkına varacaklar bu da benim özgüvenimi kırmaya yeterli gelecek bir son olur diye düşündüm sanırım.  Benim yerime en sevdiğim halam Dr. Hazan Caner gitti.

- Sizin için önemli biri sanırım…

Kendisi yazarlık serüvenimin ilk destekçisi, hatta emekçisi diyebilirim. Bana inanan tek tanıdığım insandı, bu yolda emeklediğim dönemlerde. Altın Kalem Ödülü’nden sonra birçok ödül daha aldım; bunların içinde kıymetli diyebileceğim emeğe dayalı verilen iki ödülüm daha var.

- Nedir onlar?

Türkiye Yazarlar Birliği varoluş üzerine  “Sıra Dışı Kalem Ödülü” ötekisi ise, “Mevlana Hakikat ve Tasavvuf Ödülü” oldu.  2020’de düzenlenecek Altın Kalem Ödülleri’nde ise 3 yıl aradan sonra Altın Kitap Ödülü’ne aday gösterilmem öncekine gitmediğim ödül töreninin pişmanlığını telafi edebileceğim bir umut oldu.  Kazanırsam bu kez kendim gidip o heyecanı bizzat deneyimlemek istiyorum.

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

İNSANLAR, KİTAP OKUMANIN GETİRİSİNE GERÇEKTEN VAKIF OLSA, KİTAPLARI, SİGARA PAKETİNİ GEZDİRDİKLERİ GİBİ CEPLERİNDE GEZDİRİRDİ DİYE DÜŞÜNÜYORUM

- Biraz da diğer kitaplarınızdan bahsedelim, nasıl çıktı ortaya?

Kitapların her biri ardı sıra kısa süre aralıklar ile vakti şaşmadan meydana geldi. Hiçbir zaman sıradaki kitapta ne yazsam diye endişe etmedim ve hiçbir kitabımın kategori bakımından ötekilerle alakalı içerik barındırmadı. Her biri birbirinden çok başka sayfalar barındıran kitaplardı.

Bir kitabım tarih üzerine, dünyanın ilk fantastik araştırma kitabı olarak kategorize edilen “Ölülerle Röportaj”. Hemen ardından çıkan kitabım ise, yine dünyada bir ilk olma özelliğine sahip, iki okuyucu mecburiyeti gerektiren, iki set halindeki “Kutup & Ayısı”. Bu kitap, empati üzerine yönergeler, öz farkındalık-insan gelişimi üzerine içerikler barındırıyor.

- Ya diğerleri?

Bir sonraki çocuk kitabıydı, sonrakiler ise 3. göz ilmi, meditasyon gibi kendinden öncekilerden uzak bir yapıt oldu. Kitaplarımın her biri dünyada tek olma özelliğine sahip, inovasyon değeri taşıyan eserler.  Binlerce yıl değişmeyen klasik kategoriler ile sınırlandırılmış mazisi olan kitapların bugününde, bir şeyleri olandan başka yapmayı keşfetmek ve bunu kitaplar kadar sınırlı bir alanda geliştirebilmek anlatılmaz bir haz benim için.

- Bu kitaplar ile ilgili bir keşkeniz var mı?

Evet, kitaplarımın diğer kitaplar ile ortak tasası okur oranımızın yerlerde gezinecek kadar az olması.  Kitap okumak entelektüel bir hobi ya da boş vakitlerinizin boşluğunu dolduracak kadar kıymetsiz bir seçim değil. Aksine kitap okumadan geçirdiğin tüm vaktin, boşa akan zaman dilimindir. İnsanlar, kitap okumanın getirisine gerçekten vakıf olsa, kitapları, sigara paketini gezdirdikleri gibi ceplerinde gezdirirlerdi diye düşünüyorum.

Yiğit Caner Ertoşi ile kitapları ve yazarlık üzerine konuştuk

ANNEM İLE SADECE SEVGİ ÜZERİNE YAŞIYORUZ GÜNLERİMİZİ

- Şimdilerde neler yapıyorsunuz?

Öncelikle her gün yaptığım değişmez tekrar ritüelim düşünmek. Ben bir düşünürüm, varoluş üzerine düşünerek günde minimum 3 saat geçiriyorum. Her gün mutlaka kitap okuyorum ve her gün kitap yazıyorum, bunun yanında sosyal medya hesaplarımda paylaşılması için aforizmalar üretiyorum.  Aforizmalarım, olmazsa olmazım. Şimdi aforizmalarımdan birini paylaşmak isterim hatta: “Beni yaşatmaya, senin bile gücün yetmez Tanrım…” Kelimelerin içinde nefes alamayınca da, resim yapıyorum, soyut dışavurumları yağlı boya kullanarak tuvale resmediyorum.

- Peki neler yapacaksınız?

ErtoshiMedya.com adında tanınmış kalemlerin bulunduğu bir medya şirketim var, bir de bitmeyen ilham ile kaleme aldığım kitaplarımı yazmaya devam etmekte kararlıyım. Fethiye’de yerel halk ile yaptığım projeler var. Buranın insanıyla diyalog halinde ilişkilerimi çoğaltmak istiyorum. 3 sene sonraki Belediye Başkanlığına adaylığımı koyacağım için şimdiden başladım, gerekli adımların öncüleri adımlarım. Siyasi bir görüşe sahip değilim, aksine hiçbir partiye oy vermedim bugüne dek. Fethiye için ise durum aynı… Siyasi bir amaç gütmeden bağımsız olarak aday olmamın nedeni algıların yıkıldığı bir belediyenin başında hizmet etmek istemem. İnsanları parti logoları ile ayırmadan, tüm insanları bir araya getirecek Türk Kürt kardeşlerimiz demek yerine insan olan kardeşlerimiz diyebileceğimiz bir seçime hazırlanıyorum. Annem ile kaliteli vakit geçiriyoruz. Sadece sevgi üzerine yaşıyoruz günlerimizi. Deli kadın geçenlerde gitmiş ikimize mezarlıktan yer almış yan yana. Annemin bu tarafı çok güzel, gerçeğinde ölüme hâkim bir anne diyebilirim.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? İnsanlara iletmek istediğiniz ya da bilinmesini istediğiniz şeyler?

Çok şey var; ama merkezindekileri dile getirmeye vaktimiz ancak yeter. İzniniz olursa evet, birkaç şey söylemek isterim…

- Tabii…

Her insan, şunu sormalı kendine… Yüzbinlerce lira değerinde mal varlığınız yahut mal yapma planınız vardır elbet.  Peki, her şeye sahip olma isteklerinizin reçetesi size mi ait? Ben geçen gün sosyal medya hesabım üzerinden minik şirin bir ağaç ev resmi paylaştım ve içeriğine şöyle yazdım:

“Milyonlarca lira değerinde servetimiz var, lüks evlerde yaşıyoruz; ama şöyle orman içinde bir hayalimiz olmayacak kadar demek ki fakiriz…”

Hayal ettiyseniz eğer, onu gerçekleştirin, fikirleri kullanıp evrene salmayın. Hayal kirliliğinden sonu gelecek tüm insanlığın. Gün gelecek hiç kimse hayal sahibi olamayacak, hiç bir hayal cazip gelmeyecek insanlara.  Hayalsiz insanlar topluluğu umutsuzluğa mahkûm edilecek sonunda… İnsanoğlu geleceğe dair hayal inşa edemeyince geçmişine hapsolmuş bir şekilde eski günleri hayal ederek umudunu hayatta tutmaya çalışacak.  Buna bugünlerde çoktan başlamadık mı? 90’ların, 80’lerin tadını aramıyor mu yürekler?  Beteri de var, çok daha beteri emin olun. Ve genç arkadaşlarıma söylemek isterim, bana göre hayatın şifresi şu: Yaşamınızda hiçbir şeye nedensiz dokunmayın, sadece dokunmak adına da dokunmayın. Hiçbir kadını/adamı sevmeden dokunmayın mesela, bu bir çiçek için bile değişmez aynıdır. Hayat veremeyeceğiniz bir bitkiyi almayın elinize. Sizde kalıcılığına tam bir istikrar sağlayınca dokunaklı bir dokunuş olsun yürekten kalbe.  Çünkü nedensiz edindiğimiz tecrübelerimiz ve deneyim dediğimiz yıkımlarımızın enkazında kalan tek gerçek duygularımız. Duygularımız olmadan yaşamın tadını almak imkânsız.  Ben özlem duygusunu yitirmiş bir bireyim ve inanın bu duyguyu tekrar geri kazanmak adına engelli bir yaşama mahkûm edileceğimi bilsem bile hiçbir organımı buna karşılık takas etmeyi bir an bile düşünmem. Ayağım olmasaydı zor şartlarım olurdu belki; ama ayağa kalkacağım bir günü özlem ile bekleyebilecek kadar şanslı yanımda mutlak değecek bir detay olacak.  Son olarak içinden bunlar geçti; size de canı gönülden teşekkür ederim güzel sohbetiniz ve iyi bir dinleyici olabildiğiniz için…

: Ben teşekkür ederim.

Yiğit Caner Ertoşi: Teşekkürler…

*

Instagram: biyografivekitap