Gezdim, gördüm, yazdım: Afyonkarahisar

Bu yıl ilki düzenlenen "AŞK (Ahmet Şemsettin Karahisari) Kültür ve Sanat Günleri" kapsamında davetli olduğum Afyonkarahisar’ın kültürü, sanatı ve tarihi hakkında her şey…

Giriş:
Özel İçerik

Yaklaşık bir ay öncesinden duyurmuştum size. Afyon, bir kültür sanat etkinliğinin daha ilkine imza atıyordu. Ben de davetlilerden biriydim. Bilgi dolu, kültür sanatı doya doya yaşadığım, bol koşturmalı bir hafta sonu geçirdim. Hemen belirteyim, Afyon’a ilk kez gidiyorum ve size anlatacağım o kadar çok şey var ki… Eksik kalan yerleri de sevgili Afyonlu okurlardan yorum kısmına bekliyorum. Sizin için anlatacağım yerlerin bol bol fotoğrafını da çektim. Fotoğrafın altına bilgilendirme olarak, bir hikâye gibi anlatacağım. Bir kahve alın da, başlayalım öyleyse. Yolumuz uzun…

(Hüzeyfe Okur - Ahşap Kaşık Yapımı)

AŞK KÜLTÜR VE SANAT GÜNLERİ

Önce hakkını vermek için AŞK Kültür ve Sanat Günleri’nden bahsetmeliyim elbet. O olmasa, ben de orada olmayacaktım nihayetinde. Afyonkarahisar Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bu yıl ilk kez düzenlediği bu etkinlikte her bir sanat ve zanaat dalı için ayrılmış çadırlar vardı. Akşamında da şiirler, şarkılar, konuşmalar… Konu hep AŞK, hep sanat; insanın ruhu ferahlıyor. Yok olmaya yüz tutmuş sanatlardan tahta kaşık yapımını, emekli olduktan sonra bu işe kendini adayan Hüzeyfe Okur Amcam gözyaşlarını tutamadan anlattı gönül verişini. İlk kez 8 yaşındayken kendi hakkına düşen bir kaşıkla yemek yediğinde aldığı mutluluktan sonra bu sanatın hakkını vermesi gerektiğine inanmış, emekli olduktan sonra da başlamış kaşıklarını yapmaya…

(Rıza Arman - Kaligrafi Sanatçısı)

Sonra mısır kabuklarından yapılan sepetler, suplalar, peçetelikler, nihaleler gördüm. Benim için çok şaşırtıcıydı. Kaligrafi sanatı ile ilgilenen Rıza Arman, adımı ve ensonhaber’i kaligrafik yazımını hediye etti. O kadar çok şeyle karşılaşmak mümkündü ki, her şey bir aradaydı. Canınız hediyelik almak isterse gümüşler bir tarafta, el yapımı bebekler, patikler bir tarafta, bir yanda camdan objeler, bir yanda el yapımı sabunlar, yağlar… Hepsi, hepsi el emeği… İl Kültür Turizm Müdürü Mehmet Tanir’e emekleri ve hep yanımızda olduğu için teşekkür ederim.

Tabii tüm bu güzellikleri birleştiren de şehrin atmosferi. Bu kısa bilgiden sonra şehir turumuza başlayalım mı? Bol bol kültür, bol bol tarih içerir…

FRİGYA VADİSİ’NDE TARİHE YOLCULUK

Tabii bol bol sucuklar, kaymaklar da yendi; ama yediğim içtiğim bu kez benim olsun ben size tarihle sarmalanmış bir köşeden bahsedeceğim ilk olarak. Bize bu gezide Afyon Müze Müdürü Mevlüt Üyümez rehberlik etti…

Afyon’un adı haşhaş bitkisinden geliyor. Kaymağıyla meşhur, evet; ama aslında her yerde haşhaşı da görmek mümkün… Haşhaş sözcüğü, Latincede “ophium” olarak geçiyor ve Türkler ona “afium” derken zamanla dönüşe dönüşe “Afyon” oluveriyor. İşin bir de Çinliler boyutu var. Onlar da “afyong” diyormuş. Yani bu iki koşuldan birinde Afyon’un adı Afyon olmuş. Anlamı da, kutsal su!

Tabii haşhaşın önemi daha pek çok yerde görülmüş. En önemlisi şu ki, burası dünyada ikinci büyüklükte morfin üreten fabrikaya da sahip. Haşhaştan üretilen morfin, sağlık alanında kullanılıyor. Ameliyatlarda kullanılan morfin, en çok kanser hastaları için önemli…

Afyon’un antik dönemdeki adına da göz atalım: Frigya Salotaris! Yani “Şifalı Frigya” demek. Termal tesisleri de ünlü olduğu için bu karşılık bir kere daha anlam kazanıyor. Bu arada Friglerin Türk olduğu iddiası da var. Rehberimiz Mevlüt Bey bu noktada diyor ki: “Anadolu’nun mozaik değil, gökkuşağı gibi olduğunu düşünüyoruz. Mozaikte renkler keskin; ama gökkuşağı öyle değil.”

Tam bunları anlatırken Mevlüt Bey’in hemen peşi sıra verdiği bilgide yeni bir şey daha öğreniveriyorum. Bir kişi öldüğünde cenazeye gelenler üzerine toprak atarmış. Ne kadar çok kişi gelir de o kadar çok toprak atılırsa bu o kadar değerlisin demekmiş. Bunun için ölünün ardından kullandığımız “Toprağın bol olsun!” temennisi işte buradan gelmiş...

(Antik Metropolis Ayazini Kilisesi)

Ölümle ilgili bir temenniyi anmışken hemen bir ölü gömme geleneğine geçelim. Burası Antik Metropolis Ayazini Kilesesi! “Ayasofya’nın küçük hali olduğunu düşünebiliriz.” diyor rehberimiz. Öğreniyorum ki, ölü gömme geleneği Afyonda farklı. Örneğin 5 kişilik bir aile yan yana mezar yeri var. Dolduğunda, ailenin diğer üyeleri için ilkine geliniyor, kemikler yana alınıyor ve yanına gömülüyor. Bu geleneğe hala devam edildiği yerler varmış. “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz!” felsefesinin hakkını vererek yaşıyorlarmış. Mevlüt Bey diyor ki: “Yeni mezar bulma ihtiyacı da olmuyor. Gelenek de devam ediyor. Aile hep bir arada oluyor böylece.”

(12 Havari Şapeli)

O zaman biraz da tarihten ölü gömme ritüellerine göz atalım. Burası 12 Havari Şapeli! Fotoğrafta gördüğünüz duvar, kapısından girişte sağ tarafta ve üzerindeki görsel 6 havariyi temsil ediyor. 6’sı da solda! Ortada da Hz. İsa var. Burası havarilerin bizdeki karşılığı ile çilehanesi diyebiliriz. İnzivaya çekilip ibadetlerini ediyorlar ve her gün için de duvara bir çentik atıyorlar.

(12 Havari Şapeli)

Burada "Yaşasın Yunanlıların Kralı Konstantin...Eylül 1914" yazıyor.

(12 Havari Şapeli)

Burası 2 bin yıllık olduğu düşünülen, 10 kişilik mezar odası! Çok Tanrılı din anlayışı hakim. Öldükten sonra, ruhlarının ruhlar alemine gittiğine inanıyorlar. Bunun için de kapının hemen üzerinde açılmış bir delik var ve adı da ruh deliği.

(12 Havari Şapeli)

Ruh, bedenden ayrıldığında işte buradan çıkıp varacağı yere gidiyor.

Mezar odasından ayrılırken dışarıda bulunan bugünün mezarlığında da kendimi ilginç hissettiğim bir şey ile karşılaştım. Onu da anlatmak istiyorum. Fotoğrafta gördüğünüz köpek yaklaşık bir yıldır buralardaymış. Ve sonra fark ettim ki, insanlar geldiğinde onların yanına gitse de, eninde sonunda işte bu mezarın başına geliyor. Mezarda yatan kişi 2018’de, yani geçen sene ölmüş. Nedense ben köpeğin sahibini beklediğini düşündüm, hissettim. Size de hissedeceğiniz tatlı bir detay olarak bırakmak istedim…

(Aslantaş Frig Mezarı)

Burası Aslantaş Frig Kaya Mezarı! Aslan, ormanın sahibi, güzü temsil ettiğinden tarihte figür olarak bolca kullanılmış biliyorsunuz. Tabii asıl önemli sebebi, aslanın Kibele’nin kutsal hayvanı olması.

(Aslantaş Frig Mezarı)

Fotoğrafta gördüğünüz ortadaki görsel hayat ağacı, iki yanda da arka ayak üzerine durmuş aslanlar resmedilmiş. Burada ölüler, aslan figürü ile Tanrı’nın affına sunuluyor. Burası kapısı. İçeride ölüler, değerli eşyaları ile birlikte kline denen sekiye konuyor.

(Yılantaş Frig Mezarı)

Bu da Yılantaş Frig Kaya Mezarı. Görünen aslan başı 1800’lerde bir depremde yıkılmış. Ortada gördüğünüz boşluk mezar odası. Aslantaş’ta olduğu gibi buraya da ölüler yanında değerli eşyaları ile gömülüyor…

(Gezi ekibi soldan sağa: Raşit Ağzıkara (TGRT), Ali Demirtaş (Star Hafta Sonu), Sait İnanç (TGRT), Safiye Gören (AA), Uğur Ugan (Basın Danışmanımız), (ensonhaber.com), Gülşah Karaman (Milliyet), Mevlüt Üyümez (Afyon Müzesi))

AFYON MÜZESİ’NDEN HİKÂYELERİM

Maalesef her şeyi görmek için sadece 2 günümüz vardı ve buna her şey dahil olamadı. Zaten olsaydı da kaç bölümde yazmak gerekirdi bilemiyorum. Afyon Müzesi’nde rehberimiz sevgili Nergis Koçak idi. Pek çok şey görsem de, özellikle Afyon’a özel olan hikâyelerle paylaşacağım sizinle…

(Medusa'nın ölüm sahnesi)

Bu fotoğrafta gördüğünüz bir lahit. Yani toprak üstünde ölü gömme şekillerinden biri ve üzerinde de Medusa’nın ölüm sahnesi resmedilmiş. Medusa aslında çok güzel bir kadın; ama Athena, onun bu güzelliğini öylesine kıskanıyor ki, onu lanetliyor. Güzelliğini alıyor. Perseus da, Medusa’yı başını alarak öldürüyor.

(Haşhaş motifi)

Burada dikkatleri çeken en önemli şey şu gördüğünüz çelenk figürünün altındaki haşhaş figür. Bu da demek oluyor ki, Afyon o zaman da varmış. Çünkü bu işaret bir tek burada var.

(Osteok kül kapları)

Diğer mezarlar da, Osteok adı verilen bu  kaplar. Kül kapları da deniyor. Ölüler, yakılıyor; külleri ve arta kalan kemikleri de buraya gömülüyor. Osteokların üzerine ölen kişinin adı, yaşadığı yer, yaşı gibi bilgiler yazılıyor.

M.Ö. 2. yüzyılda ölü yakma ritüeli aslında başta ihtiyaçtan doğmuş. Veba vs gibi hastalıklardan sebep yakılmalar başlamış. Bu gelenek daha sonra bir ölü gömme ritüeline dönüşmüş. Bu gelenek Roma’dan günümüze kadar gelmiş.

İlk görselde Afyon’un başlangıcına da değinmişken şu bilgileri vereyim. Daha önce Afyon’un başlangıcı Eski Tunç Dönemi’nde kabul ediliyormuş. Ancak geçen sene Hızlı tren hattının geçmesi için gerekli olan Afyon Eyüboğlu Höyük (susuz köyü) kazılarında bulunan seramiklerde yeni bulgularla Afyon tarihinin Kalkolitik Çağ ile başladığı bulunmuş.

(İdoller)

Bunlar idoller. Mermer ya da ahşaptan yapılan bu idolleri insanlar yanında taşıyor. Böylece kötü ruh ve nazardan korunduklarına inanıyorlar. Bu idoller, günümüze nazar boncuğu, muska gibi yansımış…

(İdoller)

Gördüğünüz gibi bunlar oldukça eski, döneminin anlayışı ile restore edilmiş eserler. Afyon daha büyük bir binada yeni müzesine geçmeyi de bekliyor.  Böylece depoda saklanan eserler de sergilenecek. Yeni müzenin yeri Tıp Fakültesi’nin karşısında olacakmış.

(Taş ağırşaklar)

Bunlar da ilgimi çekti. Bu taşlar, hayvan yününü eğirmek için kullanılan ağırşaklarda kullanılan taşlarmış. Hangi dönemde yaşanırsa yaşansın, doğada ne bulunursa kullanıyor insan. Ağırşakların takıldığı aletin ismi ya da kirman deniyor. Ağırşaklar da işte buna takılıyor.

Günlük yaşam ve kutsal törenlerde kullanılan kaplar…

İçinde yılan motifi kullanılan bu kap, o dönemde sağlık için kullanıldığını düşündürüyor. Bunun için adı da şifa tası! Yılandan sağlık anlamında o dönemde de faydalanılmış…

(Damga mühür)

Bunlar da M.Ö. 7. yüzyılda kullanılan mühürler. Bu mühürlerden anlaşılıyor ki, belgelere vs. ihtiyaç duyuluyormuş. Bu da devlet ortamının oluşmaya başladığını gösteriyor…

(Toprak altı ölü gömme)

Bir ölü gömme şekli daha. Bu sefer bizdeki gibi toprak altına gömülüyor. Ancak farklılıklarla tabii. Pişmiş toprakla yapılan bu küplere ölü, arkeolojideki kullanıldığı üzere hoker, bizim kullandığımız üzere de cenin pozisyonunda gömülüyor. Daha küçük tabutlara ihtiyaç duyulduğunu düşünmeden edemiyor insan.  pozisyonunda kullanılıyor.

(Hitit Siteli)

Bu gördüğünüz Hitit Siteli! Çok Tanrılı din inanışı var. Hititler bu konuda çok açıklar. Öyle ki gittiklerin yerin Tanrısını bile benimsemekten geri durmuyorlar. Bunun için onlara “Bin Tanrılı Ülke” deniyor hatta. En önemli Tanrılarından biri de Fırtına Tanrısı! İşte bu siteli de Fırtına Tanrı’sına adamışlar.

Türkçe karşılığı da şöyle: “Güneşim, ben Prens Tarpa, Fırtına Tanrı’sının yardımıyla … … Wali kentini ele geçirdim. Ben Prens Tarpa, bu siteli Fırtına Tanrı’sına adadım.”

(Kandiller)

Bu kandiller ise, aydınlanma için. İçine hayvansal yağ koyup ucuna bitkisel fitil takarak ateşi ile aydınlanıyorlarmış.

(Gözyaşı şişeleri)

Gelelim gözyaşı şişelerine, adı sebebiyle benim hep ilgimi çekmiştir. Ama bildiğiniz üzere onlar aslında birer mezar hediyesi. İçine, ölüye kemirgenler gelmesin diye kokulu yağlar konuyor ve hediye olarak bırakılıyor. Adına ise, sadece ölümü, yası anımsatsın diye gözyaşı şişesi deniyor…

(Adak Heykelcikler)

Bir başka hediye de bu adak heykelcikleri! Bunlar da tapınağa giderken, sunaklara koymak için hediye olarak götürülüyor. Böylece ibadet ediyorlar. Örneğin, Apollon’a götürüyorlar. Apollon’u kızdırırlarsa veba salacağını düşünüyolar. Ondan bağışlanmayı diliyorlar.

(Pan ve Daphnis hekyeli)

Kültür, din çok uzun yıllar devam ediyor. Örneğin, Roma 320’lerde Hıristiyanlığa geçiyor. Haç vs var; ama bir yandan da pagan toplumların izi var. Apollon, Zeus toplulukları gibi. Apollon, Zeus heykellerini yapmaları gibi. Bir süre sonra artık tamamen Hristiyanlığa adapte olduklarında ise, eski dinlere ait heykeller gömülüyor…

(Ana Tanrıça vitrini)

Burası Ana Tanrıça vitrini. Tanrı her dönemde merak konusu. Başta doğurganlığı sebebi ile kadın olduğunu düşünmüşler. Kadını, Tanrı olarak simgeleyen figürler yapmışlar, resmetmişler.  Erkek Tanrı da var tabii! Yani kültür hala devam ediyor. Frigler bir yere gitmiyor. Roma, onun üzerine kuruluyor...

Burası oldukça özel bir camekan. Çünkü mermerden yapılmış bu heykeller, Çavdarlı yol yapımında yapılan kazı sırasında bir kerede çıkarılıyor. Ve bir kerede bu kadar çok eserin çıkarıldığı bir başka kazı yok. Belirtmek isterim ki, fotoğrafta eserlerin hepsi yok.

(Frig Kralı Midas)

Bu heykel, Roma Dönemi’nde Frig Kralı Midas’a ait. M.S. 2. ya da 3. yüzyıl. Kültür hala devam ediyor…

Burada çok özel bir hikâye paylaşmak istiyorum. Marsias, kartal kanadından yapılmış çift kavalı ile Anadolu müziği, Apollon da gümüşten lir ile ilahi müziği temsil ediyor. Müzik konusunda kendi içlerinde bir yarıştalar ve bu yarış, dünyanın ilk müzik yarışmasını doğuruyor. Hakem de Kral Midas oluyor. Dinledikten sonra Midas, Marsias’ın müziğini seçiyor. Bu yarışma, Afyon Dinar bölgesinde gerçekleşiyor. Bundan sebep burada her sene Marsias Festivali yapılıyor…

Hikâyenin devamı var ama! Apollon durumu öyle kolay kabullenmiyor. Öyle sinirleniyor ki, Midas’a “Sen müzikten anlamıyorsun. Senin kulağın eşek kulağı!” deyip, gerçekten de kulaklarını eşek kulağına çeviriyor. Bundan sonra Midas, kulaklarını kapatmak için sürekli Frig şapkası takıyor. Çok  ünlü bir şapka bu! Midas, Apollan’a kulağını düzeltmesi için yalvarıyor. Ancak Apollon: “Benim daha iyi müzik yaptığımı kabul ettiğini söylersen kulaklarını düzeltirim.” diyor. Midas, öyle adaletli bir kral ki, “Benim adaletim şaşmaz!” diye karşılık veriyor. Bu adil tavrı ile de şapkası bir ikon oluyor. Bundan sonra şapkası adaleti simgeliyor. Örneğin, Fransız İhtilali sırasında adalet isteyen isyancılar kırmızı frig şapkası takıyor. Pek çok devlet armasında da kullanılan bu şapka için daha yakın zamandan bir örnek verecek olursam, hepimiz Şirin Baba’yı tanıyoruz ve evet, onun da taktığı aslında Frig şapkası…

(Güç Tanrısı Herkül)

Anadolu’da Herakles, Roma’da Herkül! Herkül Güç Tanrısı, Zeusun oğlu. Üvey annesi Hera, Herkül’ü sevmiyor. Herkül, ölümlü bir anne ve Zeus’tan doğma bir çocuk. Yani yarı Tanrı. Ve ölümsüz olması için yerine getirmesi gereken 12 görev var. Mesela yılanla, boğayla mücadele etmeli. İşte bunlardan bir tanesi de Hera’nın bahçesinden altın elmaları çalmak… Bu heykelde de Herkül’ün, Hera’nın bahçesinden altın elma çalma hikâyesi anlatılıyor.

(Güç Tanrısı Herkül, elmaları arkasında saklarken)

Elmaları çalmayı başarıyor.

(Sultan Divani Dergahı)

ŞEHİRDEN MANZARALAR

Şehir merkezinde bulunan bu bölge, Afyon’un kentsel sit alanı. Kale, dergah, konaklar, hamam, her şey restore edilmiş. Evlerin bir kısmı Türklerin, bir kısmı Ermenilerin…

(Karahisar Kalesi)

Karahisar Kalesi, Hitit Dönemi eseri! Hitit Kralı II. Murşil tarafından yaptırılmış. Batıya düzenlediği bir sefer sırasında güvenlik, gözetleme amaçlı yapıldığı düşünülüyor. Hitiler Kafkas kökenli, Hattilerin üzerine kurulmuş. Hititlerin de üstüne Frigler gelmiş, onlar da Balkan kökenli. M.Ö. 1300’ler... Kaleye Ana Tanrıça Kibele için sunak yapılıyor. Osmanlı da sunak, mescide dönüşüyor.

Bu arada kaleye çıkanın Afyon’da 7 yıl kalacağı gibi bir şehir efsanesi de var…

(Ulu Camii - 40 direk)

Türkler Anadolu’ya geldiğinde kubbeli cami yapmıyorlar. Düz dam ahşap direk! M.S. 13. Yüzyılda Selçuklular Dönemi. Görsel Ulucami’ye ait ve burada 40 ahşap direk var. Bu direkler, 40 esnafı temsil olarak dikilmiş.

(Namık Kemal'in annesi, Fatıma Zehra Hanım'ın mezarı)

Burası Sultan Divani Dergahı olarak biliniyor. Osmanlı dönemi eseri olan dergah, 15-16. yüzyıla ait. Sultan Divani, Mevleviliği yayan kişi; Mevlena’nın yedinci göbekten torunu. Burada mutfak, öğrenci odalarının yanında, Namık Kemal’in annesinin mezarı da bulunuyor…

(Mutfak kısmı)

(Öğrenci odaları)

*

Instagram: biyografivekitap

Gelişmelerden haberdar olmak istiyor musunuz?
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol
Copyright © 2024 Ensonhaber Medya AŞ. Tüm Hakları Saklıdır.