Ümit Yenişehirli: Rakı yüzünden Osmanlı’ya yenilmişlerdi

Tarihte insani zaaflar ülkelerine toprak kaybettirdi. Bu olaylardan biri de 18’inci yüzyılda sefere çıkan Osmanlı'nın, düşmanın içki düşkünlüğünün yarattığı kafa karışıklığıyla hiç çaba sarfetmeden zafer kazanmasıyla sonuçlandı.

Uzun tarih nehrinde birbirinden ilginç olaylar yer alıyor. Bunlar arasında önemli tarihsel gelişmelere yol açan kimi olayların arkasında ise ince ince hesaplanmış stratejik hazırlıklar, askerî planlar filan değil, sadece insanî zaaflara ilişkin detaylar yer alabiliyor. 

OSMANLI GERİLERKEN BİLE BİR BÜYÜK GÜÇTÜ

Osmanlı, 18’inci yüzyılda gerilemeye başlamış olsa da her şeye rağmen Balkanlar ve çevresinde de hâlâ bir güç merkeziydi. 1700’li yıllarda bu bölge ve devamı Kuzey Avrupa’da meydana gelen birçok çatışma ve savaşta Osmanlı güçleri başarı kazanmaktaydı. Hukukçu, tarihçi, ilahiyatçı, devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa merhumun “Tarih-i Cevdet”i ile döneme dair daha birçok kronikte yer alan bilgilere göre; bu savaşlar içinde yer alan Şebeş Savaşı ise Osmanlı’nın başarılı taarruzlarından ziyade, içkiye aşırı düşkün Avusturya kuvvetlerinin “rakı kavgası”ndan dolayı, Osmanlı lehine sonuçlanmıştı.  

Sultan I. Abdülhamid’in saltanatı devrinde, tarihler 1788’i gösterdiğinde, Osmanlı-Avusturya Savaşı bütün şiddetiyle sürmekteydi. Padişah, savaşın bir safhasında, Sadrazam Koca Yusuf Paşa’ya talimat vermiş, o da Ekrem Yusuf Paşa’nın ordusuyla Sofya’dan ilerlemesini istemişti. Osmanlı ordusu başarılı bir harekâtla, Romanya sınırına yakın Mehadiye’de zafer elde etmiş, 50 bin esir almış, Avusturya İmparatoru II. Joseph ve ordusu, bölgedeki Şebeş şehrine zorlukla sığınabilmişti. 

ASKERLER MEYHANECİ EFLAK KÖYLÜSÜYLE KARŞILAŞINCA…

Şebeş’te toparlanmaya vakit bulan imparator II. Joseph, sonbahara doğru yeni bir savaşa hazırlanmıştı. Bu arada, Avusturya ordusunun hafif süvari birliği olan Hussar Birliği, Osmanlı güçlerinin durumunu öğrenmek üzere görevlendirilmişti. Bu hafif süvari birliği, Osmanlıları ararken, gezici meyhanecilik yapan bir Eflak köylüsünün kervanına denk gelmişti. Köylüler, askerlerin talebi üzerine yanlarındaki bir araba dolusu rakıyı onlara satmışlardı. Süvari birliği de karargâha dönmek yerine, bulundukları yerde kamp kurup, içki partisi düzenlemeyi tercih etmişti. 

İÇKİDEN PAY İSTEYEN PİYADELERLE SÜVARİLER KAPIŞIYOR

Süvari birliği vur patlasın çal oynasın rakı partisine devam ederken, o bölgeden geçen Avusturya ordusundan bir piyade kolu da partiye katılmak istemiş ancak süvariler bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine iki grup arasında önce tartışma çıkmış, içkinin de etkisiyle tartışma daha sonra yumruklu kavgaya, peşi sıra da silahlı çatışmaya dönüşmüştü.  

YANLIŞLIKLA “TÜRKLER GELİYOR” DENİLİNCE ORTALIK İYİCE KARIŞTI

Çatışma sürerken piyadeler, o tarihlerde Avrupa’nın birçok yerinde korkutma sözü yerine geçen “Türkler geliyor”u kullanmıştı. (İtalyanlar, korktukları bir olay sırasında, “Mamma li Turchi!” - Anneciğim Türkler! - derdi) Avusturya piyadeleri de Hussar Birliği’ni korkutup kaçırmak amacıyla Romence “Turciii! Turciii!” diye bağırmışlardı. Bunun üzerine süvariler kaçmaya başlamıştı. Akşamın alaca karanlığında yüzlerce atlı savaşçı ile piyadenin karargâha doğru ilerlediklerini gören bir birlik komutanı ise “Osmanlıların geldiği” düşüncesiyle topçulara ateş emri vermişti. Silah seslerini duyan diğer birlikler, Türklerin baskın yaptığını düşünmüş, çevredeki herkesin kafası karışmış, sonunda iki birlik arasında başlayan çatışma, kısa sürede ordunun tamamına sıçramıştı. Süvari birliğinin sarhoş olması sahadaki karışıklığı daha da arttırmıştı. Öyle ki, sarhoş süvari, sarhoş süvari arkadaşını vuruyordu. 

ALMANCA “HALT HALT”I “ALLAH ALLAH” ZANNEDİNCE 

Çatışma ortamındaki bir diğer sorun da farklı etnik kökenlere sahip askerlerin birbirlerinin dilini anlamamasıydı. Ordu; Avusturyalılar, Rumenler, Sırplar, Hırvatlar ve Lombardiyalı İtalyanlar ile çoğu birbirini anlayamayan şivelere sahip diğer azınlıklardan oluşuyordu. Kimse kimseye derdini anlatamıyordu. Durumu düzeltmeye çalışan Avusturyalı subaylar, Almanca “Dur!” anlamına gelen “Halt! Halt!” diye bağırdılar ancak bu, durumu daha da kötüleştirdi. Zira o kargaşa ortamında, Almanca bilmeyen askerler bu sözleri “Allah! Allah!” diye anlayınca, “Osmanlılar geliyor!” nidalarıyla kendi birliklerine saldırıyı arttırmışlardı.

İMPARATOR KAÇARKEN DEREYE DÜŞTÜ, SAKAT KALDI 

Avusturya ordusunda yaşanan panik ve korkuda, Osmanlı istihbaratının kontra bilgilendirmesinin de büyük payı olmuştu. Osmanlı istihbarat ekipleri, bölgede çok başarılı bir “gri söylenti” ile “algı yönetimi” yürütmüştü. Buna göre ortalığı, “Osmanlı’nın 400 bin kuvvetle bölgeye geldiği, Şebeş’i üç taraftan kuşattığı, taarruzu durdurmanın imkânsız olduğu” gibi söylentiler kaplamış, bu da imparator ile kurmaylarının moralini bozmuş ve yanlış kararlar almalarına yol açmıştı. Sonuçta, yaşanan bozgunda Avusturya İmparatoru II. Joseph can havliyle kaçmış, yolda bir dereyi geçerken attan düşmüş ve sakat kalmıştı. 

OSMANLI TEK KURŞUN ATMADAN, TEK KILIÇ SALLAMADAN ŞEBEŞ’İ FETHETTİ

İki gün sonra olay yerine gelen Osmanlı ordusu, - kimi kaynaklara göre - 10 bin kadar ölü ve binlerce yaralı Avusturya askeriyle karşılaşmıştı. Böylece Osmanlılar, bu tuhaf savaşta herhangi bir çatışma yaşamadan ve tek bir askerinin bile burnu dahi kanamadan zafer kazanmıştı. Ahmed Cevdet Paşa, sıfır zayiatla fethedilen Şebeş’le ilgi olarak, “Bu bir inayet-i ilahiye (ilahi yardım), umulmayan bir mevhibedir (bağış, hediye)” diye yazmıştı.