Vakanüvis, yoganın tarihsel gelişimini kaleme aldı

“Ohm” derken…

Vakanüvis

Modern zamanların yoğun kent temposunda, epeyce bir insan “kafayı dağıtmak” için pek çok şeyi deniyor.

Bunların bazıları, kökeni eski çağlara uzanan, “ruhsal arınma”ya katkı yaptığı iddia edilen şeyler.

Yine birçoğu, gösterilen yoğun ilgiden dolayı global ölçekte moda boyutuyla ticari bir büyüklüğe de sahip.

Bu; kökü eskide ama yeni, benimseyenlerince de bazen neredeyse dini bir ritüel gibi algılanan akımların en yaygınlarından birisi ise elbette yoga…

Brahman dininin temel ritüeli olarak ortaya çıktı

Yoganın gelişimi, beş bin yıl öncesine kadar izlenebiliyor ancak bazı araştırmacılar bunu 10 bin yıl öncesine de götürüyorlar.

Yoganın tarihi; kutsal metinlerin sözlü aktarımı ve öğretilerinin gizli doğası nedeniyle pek çok karanlık ve belirsiz yere sahip bulunuyor. Yoga üzerine ilk yazılar, kolayca zarar gören, yok olan veya kaybolan kırılgan palmiye yapraklarına yazılıyordu. Bu da yogaya dair geçmişten gelen bilgilerin birçoğunun kaybolmasına / değişmesine yol açmıştı.

Günümüzde en fazla, kendisini “seküler” olarak tanımlayan çevrelerde moda olsa da yoganın kökeni antik çağın putperest dinlerinden bir dine, Brahmanizme dayanmakta. Milattan önce 5000’lere kadar uzanan bir geçmişe sahip olan, Hint toplumundaki “en üst düzey” kişilerin – sadece kalıtım yoluyla bu dinden olabiliyordunuz, hâlâ da öyle - mensup sayıldığı Brahmanizm, sonrasında Hinduizmin de kökenini oluşturmuştu.

Vakanüvis, yoganın tarihsel gelişimini kaleme aldı

Bunların itikadına göre, Brahma adında bir tanrı vardı ama bu tanrı etliye sütlüye karışmazdı. İşlerini, “vekil tanrılar” Vişnu ve Siva aracılığıyla görmekteydi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Brahmanizm” maddesinde anlatıldığına göre, bugünkü Hindistan’da mevcut Lingam kültüyle Vişnu, Şiva gibi bazı “önemli ilâhlar” ve yoga sistemi, Hind coğrafyasındaki dini edebiyatı içeren Vedalar aracılığıyla Brahmanizmden bugünlere ulaşmıştı. Budizm de yer yer benzer kavramlar, inançlar üzerinden kendisini tanımlıyordu.

Yogik metinlerle tapınma ilahileri

Hz. İsa’dan beş bin yıl kadar önce Kuzey Hindistan’da varlık gösteren Indus - Sarasvati topluluğunun kutsal metinlerinden biri olan “Rig Veda”da ilk kez “yoga” tabirine rastlanmıştı.

Zaman içerisinde “yogik metinler” adı verilen geliştirmeler, detaylandırmalar görülmeye başlamış, sonrasında da tapınma törenlerinde icra edilmek üzere besteler de yapılır olmuştu. Yogik metinlerin en ünlüsü, M.Ö. 500 dolaylarında bestelenen Bhagavad-Gita’ydı. Devrin bir başka kutsal kitaplar külliyatı olan Upanişadlarda da yoga, “kendini tanıma, eylem (karma) ve egonun fedası” gibi başlıklarla işlenmişti. Klasik dönem olarak adlandırılan dönemde ise yoganın, bugün de egzersizlerinde var olan biçimleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Ritüellere dair put ve heykelciklerin görülmeye başlandığı süreçte, yogayla ilgili olarak “fallik” semboller de yaygınlaşmıştı.

Vakanüvis, yoganın tarihsel gelişimini kaleme aldı

Modern dünya yogayı “Dinler Parlamentosu”yla tanıdı

Hindistan Yoga Bakanlığı’nın “Yoga: Kökeni, Tarihi ve Gelişimi” başlıklı yayınında belirtildiğine göre, yoganın Hindistan dışında tanınması 1800’lü yılların sonlarında gerçekleşmişti.

Bu tarihlerde yoga ustaları; Batı ülkelerine, özellikle de Amerika’ya dönük seyahatlere başlamışlardı. Aldığı göçlerle toplumsal çalkantılar eşliğinde gelişmeye başlayan Birleşik Devletler’de insanlar değişik mistik arayışlar içindeydi.

Kristof Kolomb’un Amerika’yı Hindistan zannetmesi ile Hindistan’ın egzotik yapısı gibi nedenlerle yeni ülkeyi dolduran Avrupalı göçmenler nezdinde, uzak diyarlardaki bu ülke ilgi odağıydı. Böyle bir toplumsal vasatta, 1893 yılında, Chicago’da toplanan “Dinler Parlamentosu” yoganın Amerika kıtasında tanınmasına yol açmıştı. Amerikalılar arasında Hinduizm başta olmak üzere Uzak Doğu dinlerine bir ilgi oluşmaya başlamıştı.

Vatikan yogayla ilgili endişelerini dile getirmişti

Avrupa’daki kimi felsefeciler - katı Katolik Roma tekelindeki Hıristiyanlığın bunaltmışlığıyla - Uzak Doğu dinleri ve yogaya olumlu yaklaşıyorlardı. Özellikle Alman Ralph Waldo Emerson, Wilhelm Schlegel, Friedrich Schlegel, Max Muller ve Arthur Schopenhauer bu isimlerden bazılarıydı. Aynı dönemde Roma Katolik Kilisesi ve diğer bazı Hıristiyan kuruluşlar ise yoga ve meditasyonu içeren Uzak Doğu kökenli spiritüel ve ezoterik uygulamalarla ilgili endişelerini dile getirip, onaylamadıklarını ifade etmişlerdi.

Hristiyanlar tepki gösterince “yoga din değildir” demeye başladılar

Hindu reformist Swami Vivekananda, parlamentoda yoga üzerine dersler vermiş, bu derslerinde ısrarla, farklı dinlere mensup olmanın yoga yapmaya mani olmayacağı tezini işlemişti.

Zira Hristiyanlar arasında bırakın Katolikleri, Ortodoksları, daha esnek olan Protestanlar bile yeni yeni duyulmaya başlayan yogaya karşı, “Başka bir dinin ritüeli” diyerek çekince sergiliyorlardı.

Vivekananda ise özet olarak, “Tüm dinler eşittir, Tanrı da herkesin içindedir.” diyordu. Bu yeni modayı pazarlayan çevreler de “Yoganın herhangi bir dinle alakası bulunmadığını, ruhu dinlendiren, arındıran, bunların yanında vücut egzersizi de sağlayan bir meditasyon yöntemi olduğu” tezini ısrarla işliyorlardı.

Yogiler taarruza geçti, Hollywood filmlerini çekti

Yoganın bu öncü isminin ektiği tohumlar kısa sürede meyvesini verecekti.

Genç yaşta ölen Vivakananda’nın ayak izini takip eden yogiler, 1900’lü yılların başlarından itibaren peş peşe ABD’ye gelmeye, takipçilerini artırmaya başlamışlardı. Böylece “Yoganın mezhepleri” denebilecek Roja Yoga, Hatha Yoga, Postural Yoga hızla yayılmıştı. O dönemde yoga üzerine yazılan 200 civarında kitap yüzbinlerce baskı yapmıştı.

1940’lara gelindiğinde Hindistan sermayeli bazı firmaların dünya sinema endüstrisinin kalbi Hollywood’a girmesiyle birlikte de içinde yoga sahnelerinin olduğu filmler görülmeye başlanmıştı. Böylece, başka ülkelerin Amerikan filmleri aracılığıyla yogayı tanıması kolaylaşmıştı.

BM’den “Dünya Yoga Günü”

Yoganın orijinal halinde yer alan kast, inanç, sosyal statü gibi olguların, onu dünya çapında yaygınlaştırmanın önünde bir engel olduğunun fark edilmesi üzerine, yıllar içinde yoga tarihinden kökünden uzaklaştırılmaya çalışılmıştı.

Yoganın bir terapi olduğu tezi uluslararası medyada ve bilim çevrelerinde sıklıkla işlenirken, Birleşmiş Milletler de gelişmelere kayıtsız kalmayarak 2014 yılında aldığı bir kararla 21 Haziran’ı “Uluslararası Yoga Günü” ilan etmişti. O tarihten bu yana gün, her yıl farklı bir yoga temasıyla kutlanmakta.

Acil servislerde 30 bin yoga kazazedesi

Batı dünyasında nadir görülen “yoga karşıtı” yayınlar bağlamında ise Washington Post gazetesinde 4 Aralık 2018 tarihinde yayımlanan “Yoganın Gizli Tehlikeleri” başlıklı bir yazıda, yoganın insan bedeninde yol açabileceği olumsuzluklar anlatılmıştı.

Yazıda, “Yeni yogiler farkında olmayabilir ama uygulama, karpal tünel sendromunu şiddetlendirebilir, eklemleri istikrarsızlaştırabilir ve suşlara, burkulmalara ve tendinite katkıda bulunabilir. 2001’den 2014’e kadar ABD acil servislerinde yoga ile ilgili 30 bine yakın yaralanma görüldü. Yaralanmaların çoğu vücudun üst kısmındaydı ve burkulmalardan oluşuyordu. En büyük yaralanma artışı, 65 yaş ve üstü kişilerde görüldü.” denilmişti.

Malezya Milli Fetva Konseyi: Yoga haramdır

Müslüman topluluklar ise İslam tarihi boyunca yogaya mesafeli yaklaşmıştı. Onbirinci yüzyılın başlarında, hezârfen (bin fenli) âlim El-Biruni Hindistan’ı ziyaret etmiş, burada bölgedeki dinlerin yanı sıra yoga hakkında da malumat sahibi olmuştu.

Birunî bununla ilgili bazı çeviriler yapsa da ana akım Sünnî ve Şiî çevrelerde yoga hiçbir zaman tasvip edilmeyecekti. Sadece, Güney Asya’daki Sufi hareketler içinde bazı kollar, yoga duruşları ile nefes kontrolü yöntemlerine ilgi göstermişlerdi.

Modern devirlerde yogaya karşı en radikal İslami duruş ise Malezya’da görülecekti. Halk arasında yoganın giderek arttığını gözlemleyen Malezya Milli Fetva Konseyi, 2008 yılında Hinduizm unsurları içerdiği ve böylece Müslümanları yozlaştırdığı gerekçesiyle İslam dinine mensup olanların yoga yapmasını yasaklayan bir karar almıştı.

Ülkedeki bir kadın hakları grubu olan Sisters ise yaptığı açıklamada, “yoganın bir tür egzersiz olduğu” görüşünü ileri sürmüştü. Gelişmeler üzerine dönemin Malezya Başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi, “orta yolu” bulma çabasıyla “Hindu ilahileri ve sair dini mantralar söylenmemesi şartıyla yoganın yapılması” iznini vermişti. Takip eden yıllarda ise Endonezya Ulema Konseyi ile İran’daki kimi dini çevreler de yoganın yapılmaması gerektiği yönünde görüşler açıklamışlardı.

Diyanet’ten yoga ikâzı

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı Diyanet Dergisi’nin Mayıs 2009’daki sayısının başyazısında “İç Huzuru Arayış” başlıklı bir makale kaleme alan dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ise reiki ve yogaya yönelik artan ilgiye dikkat çekerek, şu görüşleri dile getirmişti:

“Günümüzde kitle iletişim araçları tarafından çoğunlukla ‘kişisel gelişim yolları’, ‘stres, depresyon, zihinsel sorunlar ve yorgunluktan kurtulma çareleri’ olarak cazip şekillerde sunulan transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi adlarla anılan bazı yöntemler, astrolojik bazı akımlar, çeşitli şifa teknikleri ile ‘şifrecilik’, ‘ruhçuluk’ ve ‘okültizm / gizlicilik’ üçgeninde harmanlanmış diğer gizemli oluşumlar revaç bulmaktadır. Bunu sadece bu konuda oluşan sektörün çabalarıyla izah etmek yerine, modern insanın yalnızlığıyla ve çaresizliğiyle de ilişkilendirmek gerekmektedir. Bu akım ve çağrılar; her ne kadar genelde dini bir söylem ile sunulmayıp daha çok ‘sağlıklı yaşam’, ‘başarı’ ve ‘mutluluk’ vaadiyle veya ‘çevrecilik’, ‘alkol bağımlılığıyla mücadele’ gibi kamu yararına yönelik çeşitli söylemlerle desteklense de esasen Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslenmekte, Batı kültürünün hümanistik ve dini söylemiyle de çok kolay ortak alanlar oluşturabilmektedir.

“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Rad Suresi, 27. Âyet)

Bir kusurlu aramak veya gerilimi arttırmak çözüm değildir. Henüz dua, tövbe, niyaz, tefekkür ve ibadetin bireyi ne denli güçlü kıldığını ve onu Yüce Yaratana bağlayarak yalnızlıktan, karamsarlık ve umutsuzluktan kurtardığını yeterince fark etmiş veya ettirmiş de değiliz. Kur’an’da ‘Dikkat ediniz. Kalpler ancak Allah’ı sürekli hatırda tutmak ve anmakla huzur bulur’ (Rad Suresi, 27. Âyet) buyrulması da bu fark edişi sağlamak içindir.”