Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır
Özel İçerik

Başar Başarır

Başar Başarır’ı öyküleri ile tanıyorken, 3 yıllık çalışmasının ürünü bir romanla çıktı karşımıza. Şimdilerde ise ne zaman biteceğini henüz kestiremediği yeni romanı üzerine çalışıyor.

İşte bu hummalı çalışmaların arasında Başarır ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik…

BAŞAR BAŞARIR BİR KAÇAK

Başar Başarır kimdir? Kendini nasıl tanımlar?

İlk söyleyeceğim şey İstanbul olur. İstanbul’da doğdum, İstanbul’da büyüdüm. İstanbul’da kalmaya azimliyim sonuna kadar. Buraya bağlılık hissediyorum. Ama bu romantik, hiçbir şeyi gözü görmez bir bağlılık değildir.

Başar Başarır, bir kaçak aynı zamanda. Yazmak işte, kaçış yolum, kendi kendime katlanma metodum. Bu topraklarda yaşayıp ölmeye azimliyim. Çünkü mezarlıklarında ölülerim var. Görülmüş rüyalarım ve yetiştirmeye çalıştığım bir evladım var. Okuyup yazıp, kendime katlanıyorum.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

ŞİİR YAZABİLMEK İÇİN ŞAİRANE BİR HAYAT SÜRMEK LAZIM

- Her yazarın açığa çıktığı bir an var. Siz nasıl başladınız yazmaya?

Her Türk genci gibi, lisede şiir yazarak başladım. Lisede yaptığım ilkler, aşık oldum, şiir yazdım. Yüksek sesle avaz avaz şiir okudum. Yağmurda yürüdüm. Cebimde beş kuruş olmadan günlerce yaşadım. İsyan ettim. Bir daha o günlere dönmek mümkün değil. Keşke gelse o günkü Başar. Sonradan uslanmak zorunda kalıyorsun.

- Yine aynı Başar olur muydunuz?

Yine aynısı olurdum; ama işte her şey bir kerelik. Defterlerim duruyor, ara sıra açıp bakıyorum.

İlk kimle ve ne zaman paylaştınız yazdıklarınızı?

Arkadaşlarım okudu tabii, aynı kafada olduğum, aynı yağmurda ıslanan, aynı güneşte çamaşır kuruttuğum arkadaşlarım okudu. Sonra, üniversitede, anladım ki, yani biraz büyüyünce, benden şair olmaz. Şair olmak için gerekli üstün umursamazlığa sahip değilim. Biraz disiplinli, kontrollü, biraz da memur çocuğu olmaktan gelen, sınırlandırılmış insanlardan biri olduğumu anladım.

- Nasıl şair olunuyor peki?

Kafanda şöyle bir şey varsa: “Bak kardeşim, bazı şeylerin sınırı vardır. Olacak şey var, olmayacak şey var!” Eğer bunu demeye başladıysan, şair olmaz senden. Şiir yazabilmek için şairane bir hayat sürmek lazım. Benim yeteneklerimden biri değil bu.

- Nedir size bunu düşündüren?

Ben zaman geçtikçe göçebelikten vazgeçip daha yerleşik hayata geçmem gerektiğini anladım. Kütüphanem olsun, kitaplarım olsun. Elimi attığım zaman sözlüğüm elimin altında olsun isteyen bir adam olduğum için anladım ki, düzen istiyorsan, bunun bir bedeli var hayatta. O bedeli de ödemeye hazırsam, ben Başar Başarır, benden şair olmaz arkadaş. Çarsesiz, kendimi düzyazıda denedim.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

YAZMAK OTURDUĞUM KOLTUTAN 20 SANTİM YÜKSELMEK GİBİ

- Yazmak sizin için ne ifade ediyor?

Keşke şöyle diyebilseydim: “Ben yazmadan yaşayamıyorum”. Öyle değil ama. Ben yazabildiğim ölçüde yazan biriyim. Çabalayıp, gayret edip, bunun için zaman, mekân yaratıp ayırdığım enerjiyi bu işe kanalize eden bir adamım. 48 yaşına geldim, hala kendimi tam zamanlı bir yazar yapamadım. Çünkü işle uğraşıyorum, arada da yazıyorum.

- Edebiyat sizce nedir? Hayatımızda nasıl bir yeri var sizce?

Edebiyat nasıl bir şey biliyor musun? Edebiyat demeyeyim de yazabilmek diyeyim. Yaptığımın edebiyat olduğunu söyleyecek kişi ben değilim. Ama yazabilmek, oturduğun koltuktan şöyle bir 20 santim falan havaya yükselmek demek. Benim için de böyle mutluluk verici, çok başka bir ruh hali; mutluluk hormonu salgılamamı sağlayan bir şey; tatmin. Yani yazmak, kendimi gerçekleştirmek, demek.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

7 DÜNYA GÜNÜNDE BİR ÖYKÜ YAZABİLİRİM

- Biz sizi öykülerle tanırken geçtiğimiz yıl ilk romanınızı yayımladınız; "Sibop". Öyküden romana geçişe nasıl karar verdiniz?

Ben bir sabah kalktım ve bugün roman yazmaya başlayacağım, demedim. Öyle olmadı, şöyle oldu: Ben her zaman yaptığım gibi öykü yazmaya çalışıyordum. Yazdım, yazdım, yazdım bir türlü bitiremedim. Gittim, gittim, gittim bir arkama döndüm baktım ki, olmuyor. Yani ben normalde çok rahat bitiririm bir öyküyü. Hemen başlayamam ama başlayınca bitiririm. Yarım bıraktığım şey pek yoktur hayatta.

7 dünya gününde bir öykü yazabilirim. Ama bu sefer yazamadım. Birkaç ay sonra jeton düştü ki, bende değil kabahat, yazmaya çalıştığım şey öyküye sığmıyor ve dedim ki, “Bu da roman olsun, ne olacak…”

Yapar mıyım, yapamaz mıyım derken girdik bu işe, 3 sene sürdü; 7 dünya gününden 3 dünya yılına geçtik.

- Adı neden "Sibop" oldu? Bir hikayesi var mı?

Sibop kelimesi argoda aslında çok ağır bir şeyi ifade eder. Ama kullanırken insanlar bunun farkında değiller. Genellikle akustiği hoş olduğu için söylenir. Akustiği güçlü kelimeler ne dediğine, ne ifade ettiğine çok bakılmadan söylenegelen şeylerdir. Benden 2 yaş büyük abim 14 yaşındaki kızıma çok sık söyler bu kelimeyi. Tabii ki amcasının ne demek istediğini bilmiyor. Bir gün ailecek yediğimiz bir akşam yemeğinde “Ne konuşuyorsun Sibop?” dedi. Dedim ki, “Gençler bir dakika, kitabın adını koyduk galiba”.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

YAZARLIĞIN BİR KISMI ÜRETMEKSE, BİR KISMI YENİDEN ÜRETMEK

- Romanınızda en ilgi çekici yan kuşkusuz Türkçeyi kullanımınız. Eskiden günümüzün eksilen harflerine kadar uzanıyor kelimeleriniz.  Vermek istediğiniz özel bir mesaj mı var?

Ben mesaj kaygılı bir adam değilim. Mesaj kaygılı yazarlara da mesafeliyim. Mesaj vermek için yazanlardan uzak durmak lazım geldiğine inanırım. Ama şunu da yüksek sesle hatırlatmak istiyorum. Dil, yaşayan, canlı ve değişken bir şeydir. A noktasından B noktasına niye geldi diye sızlanmanın bir anlamı yoktur. Doğaldır bu.

Ne ölçüde değişti sizce dilin konumu?

Evde bir ergenle yaşayan biri olarak söylüyorum. “Babacım sen benim favımsın” diyor kızım bana. Sonra da bunun “favın everestisin” diye varyasyonunu yaparak konuşuyor. Biz yine de meramını anlıyoruz. Bunda da bir ahenk ve Türkçenin zenginliğini bulmak mümkün. Öte taraftan onlar bazı şeyleri asla anlamıyorlar, bilmiyorlar, duymamışlar. Bir kadının bir adama “kuzum” diye seslenmesi, ona kuzu demesi eskiden çok olağan bir şeymiş. Artık komik ya da hiç yok. Bazı kelimeler bazı deyimler, bazı deyişler, bazı nasihatler, atasözleri vs kayıtlarda kaldığı kadar var.

- Romanınız arada bir köprü bu durumda…

Ben elimden geldiğince eski ile yeniyi bir araya getirmeye çalıştım. Yani sosyal medya Türkçesi ile okuyup yazan, konuşan gençlerle, 60’ların, 70’lerin İstanbul’unda, hâlâ ağdalı bir Türkçeyi, Osmanlı’dan kalma bir İstanbul Türkçesiyle konuşan insanların kelimelerini, deyişlerini bir araya toplamaya çalıştım. Üstüne bir de çok güçlü bir argo ekledim. Çünkü argo, kitabın adından da anlaşılacağı gibi, özel merakımdır.

Bunları bir araya getirip birbirinden haberdar olmayan iki gruba, “Bak sen böyle konuşuyorsun, ama ötekiler de böyle konuşuyor” diyorum. Ötekilere de, orta yaşın üstünde bir okur kitlesi de var ki, onlar çok iyi okurlar. Onlara da diyorum ki“Gençler böyle konuşuyorlar, ama buna takılmayın”.

- Peki nasıl çözülür bu durum?

Örneğin “başlıyor” kelimesinin sonundaki “r” harfini söylemiyor diye veya “de”yi, “da”yı ayrı yazamıyor diye, hangi “ki”nin ayrı, hangisinin birleşik olduğunu bilemiyor diye kimseyi linç etmeye gerek yok. Dünyanın sonu değil bunlar. Değişebilir şeylerdir, çünkü dil bir konvasyondur. Bugün Türk milleti bir araya gelir karar verir, “Bütün de’ler birleşik yazılıyor” der, biter iş. Üzülmeye değecek bir şey değildir yani. Bir karardır o, basit bir kuraldır.

Millet birbiriyle alay ediyor, kavga ediyor. Onlara demek isterim ki, üzmeyin birbirinizi. Yani bir dili ayrıntılarıyla bilmek güzel bir şey. Bilinmesi ve öğretilmesi gerektiğine ben de katılıyorum. Ama bu böyle olmamış diye birbirimizin kalbini kırmaya değmez. Anlamaya ve dinlemeye çalışmalıyız. Benim dille ilgili birtakım takıntılarım var. Ben kelime toplarım, cümle, deyiş toplarım. Sonra da yeri geldikçe kullanıyorum.

Yazarlığın bir kısmı üretmekse, bir kısmı yeniden üretmektir.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

AŞK MUTLU OLMA ARAYIŞI

- Sosyal medyada tanışıyor romanda kahramanlarımız Orhan ve Aslı. Kitabı siz yazdınız elbet düşüncelerinizi içeriyor. Aşk sizce ne demek?

Aşk, bir kalp çarpıntısı. Aşk, gülen bir çift göz. Aşk, aslında bir mutlu olma arayışı. İnsanın kanına giren bir elektrik. Çok farklı olduğunu sanmıyorum, bugünün aşklarıyla eski aşkların. Bakın, ağzımızın içindeki dil konuşurken nasıl hareket ediyorsa, göğüs kafesimizde taşıdığımız kalp de aşık olduğumuzda öyle çırpınıyor. Ve o çırpıntı bütün vücudumuza yayılıyor.

- Ancak siz "Başar Başarır" olarak günümüzdeki bu aşkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eskide de yenide de bu hiç değişmez. Şu değişebilir, çok çabuk aşık olup çok çabuk vazgeçmek olabilir belki. Ben bunun da eğrisinin doğrusunun ne olduğunu bildiğimi söyleyemem. Yani biz, en azından ben, aşk konusunda uzman birisi değilim. Eskiden biz şöyle yapıyorduk, şimdiler böyle yapıyor diye de eleştirecek halim yok. Nasıl dil bir konvasyon halinde gelişiyor ve değişebiliyorsa, toplum birtakım ilişkileri de yeniliyor, değiştiriyor olabilir. Buna da sıfırdan itiraz etmek doğru bir şey değil. Yani günümüzün aşkları tamlaması bana çok bir şey ifade etmiyor.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

MOTİVASYONUN TEMELİNDE DUYGU VAR

- Yazarlık dışında bir de yoğun iş hayatınız var. Dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Dünya işleri durmuyor tabii. Ben bütün enerjimle gündüz çalışıyorum. Öncelikle yaptığım işten zevk aldığım için; ikincisi elbette iş akdi gereği maaşımı hak etmek için. Ama aynı zamanda da hayatın içinde olmak için. İnsanlar var çevremde, gençler, yaşlılar, ne oldum delisi insanlar vs ben gözlem içinde yaşıyorum. Onlar bana malzeme; yazmak için motivasyon…

Yazmak için yetiyor mu bunlar?

Bazen kendimi şu soruyu sorarken yakalıyorum ve şüphe ediyorum: “Ben bunu yazar mıyım?” Bu biraz yazma tutkunu bir insanın bencilliğinden geliyor. Ama hayat o değil. Hayat, yaşarken bize birtakım etkiler, izler bırakıyor. O duygulardan yola çıkarak bir şeyler yapıyorsunuz. Her şeyin temeli duygu zaten. Yazma arzusunun temeli de duygudur. Ruhundaki bir boşluğu doldurmaya çalışıyorsun ve o çaba sırasında da ne yazacağını içinde var olan duygu belirliyor.

Sizi motive eden de bu mu?

Bir kızgınlıkla, bir öfkeyle, bir umutla yazabilirsin. Heyecanla yazabilirsin. Bir iyilik yapma isteğiyle yazabilirsin veya bunalımla yazabilirsin. Sıkıntıyla, çözemediğin dertlerinde yazabilirsin. Bunların hepsi kendine göre bir sanat eseri doğurur. Duygu! Yazma motivasyonunun temelinde duygu var.

Bir şeye kızdığım zaman yazmak istiyorum. Akşamları, hafta sonu, yaz tatili var. Cep telefonu var artık, sürekli not alıyorum. Yazarken nasıl hissetmek istediğimi söyledim aslında, maalesef her zaman öyle olmuyor tabii.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

KAHRAMANINA AŞIK OLAN, BEDELİNİ AĞIR ÖDER

- Kitaplarınızda kahramanlarınıza karşı tarafsız durabiliyor musunuz yoksa biri sizi hep daha çok çekiyor mu?

Kahramanına aşık olan bunun bedelini ağır öder. Mesafeyi koruyabilmek lazım. Ben biraz da kötü kahraman yazmaktan zevk alıyorum gibi hissediyorum kendimi. Çünkü hepimizin içinde kötülük vardır; hepimizin içinde iyilik olduğu gibi. Hiçbirimiz saf iyi veya saf kötü olamayız. Oranlar değişebilir sadece. En temiz kalpli adamın içinde bile o siyah leke var. Ben iyi veya kötü diye kategorize etmeden kendisine karşı dürüst olabilen, kendisini doğru anlayabilen insanları tercih ediyorum. Yazarken de, yaşarken de.

- Yazarken bir sınırınız var mı? "Bu da fazla oldu, kendime saklayayım" dediğiniz oluyor mu?

Ben ne kadar iyi yazabilirsem, o kadar iyi yazabiliyorum. Yazdıklarımı da paylaşıyorum.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

ÇILGIN KALABALIKTAN UZAKTA

- Yazma rutininiz nedir? Yazmak için neye ihtiyaç duyarsınız?

“Bu sayede yazarım!” diyebileceğim bir şey yok. Ama yazarken şunu tercih ediyorum, sükunet, hareketsizlik, sessizlik, mümkünse gece, mümkünse herkesin uyuduğu bir an, yalnız… Başka hiçbir şey değil.

Öyle kafede filan oturup yazamam ben. Zorunda kalmadığım için de hiç denemedim galiba. Her şey insanlar için, günün birinde ben de kafelerde bulabilirim kendimi. Yapamazmışım gibi geliyor. Ben böyle, kendi köşemde, çılgın kalabalıktan uzakta iyiyim.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

(Kurt Vonnegut)

BİR NUMARALI YAZARIM, KURT VONNEGUT

- Hangi tür kitapları okumayı tercih ediyorsunuz? Şu an ne okuyorsunuz mesela?

Şu an 1924 Türk – Yunan Mübadelesi üzerine bir araştırma okuyorum. Bir şeyler öğrenmeye çalıştığım ve yeni yazacağım şeylerle ilgili bir şeyler araştıracağım için.

Edebi açıdansa sanırım yazdığım gibi şeyleri okumayı seviyorum; tek kelimeyle ironik. Kasmadan, hayatla vi insanla dalga geçen, en büyük acıyı bile hafifçe gülümsemeyle ifade etmeyi deneyen, kendini de hayatı da çok önemsemeyen yazarları okumayı çok seviyorum.  Bir numaralı yazarım da Kurt Vonnegut.

- Peki idol olarak gördüğünüz, "Onun kadar iyi olmalıyım" dediğiniz yazar kim?

Kurt Vonegut’a hayranım. Ama idol diyemem. Ben öyle ilişkiler de kurmuyorum kimseyle. Şaşırıyorum da bazen böyle birilerini görünce... Hani falanca ünlü için saçını başını yolup heyecanlanan, kuyruklarında imza bekleyen, ne bileyim, konserinde deliren ya da önünde saygı duruşuna geçen…

Ben herhalde, hiçbir şeye karşı fazla bir inancım olmadığı için hiç kimseye de öyle bir bağlılık hissetmiyorum. Kendimi de çok beğendiğimden değil de, hayatta hiçbir şeye ve hiçbir kişiye o kadar bağlanmaya değmezmiş gibi geliyor.

Ardımda keşke bırakmadım: Başar Başarır

KEŞKE BIRAKMADIM

- Şimdi ne üzerine çalışıyorsunuz?

Yine bir roman üzerine çalışıyorum. Bir senedir yazıyorum. Bence fena fikir değil. Hoşuma gidiyor, ama yazmak için daha fazla enerjiye ihtiyacım var. Belki emekli olur öyle yazarım. Çok acelem yok.

Hayatımda fazla hassas olmayan bir denge yakaladığımı düşünüyorum, sıkıntılı değilim.

Gençken birkaç kere düşündüm cesaret edemedim sadece yazar olarak yaşamaya, hayatımı kazanmaya. Bu bir korkaklıktır. Sait Faik, bazen adadaki evine dönecek para bulamayınca Galata Köprüsü’nde halatların üstünde yatarmış. Son parayı rakıya verdiği için. Böyle bir hayatı ben göze alamadım, ama yine de elimden gelen çabayı gösterdiğimi düşünüyorum. Geri dönüp baktığımda keşke dediğim bir şey bırakmadım.

- : Çok keyifli bir sohbetti; teşekkür ediyorum…

- Başar Başarır: Ben teşekkür ederim…