Ümit Yenişehirli yazdı: Merhum İyimaya’dan şaibeli kurultay ikazı

Ümit Yenişehirli, CHP'nin şaibeli kurultay davasında karar beklenirken hukukçu Ahmet İyimaya’nın 2006 yılında kaleme aldığı makalede bugüne ışık tutan tespitleri hatırlattı.

CHP’nin, 2023 yılında yapılan 38. Olağan Kurultayı’ndaki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarına ilişkin Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki davada, bugün nihaî karar bekleniyor. Parti yönetimi ve çevrelerinin, “her şey pürü pak” imajı verme çabalarına rağmen, kurultayla ilgili ifşa ve itiraflar, CHP’nin işinin hiç de kolay olmadığını ortaya koyuyor.

Bu güncel davaya, tam 19 yıl öncesinden, 2006 yılından ışık tutan kapsamlı bir hukuk makalesi ise bir kurultaya bulaştırılan fesadın, ne gibi büyük sorunlara yol açabileceğini gözler önüne seriyor.

Hukukçu, AK Parti milletvekilliği yapmış, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığı görevini yürütmüş merhum Ahmet İyimaya’nın, Türkiye Barolar Birliği dergisinin 2006 yılı, 64’ncü sayısında kaleme aldığı, “Siyasi Parti Kongrelerinin Yargısal Denetimi” başlıklı 62 sayfalık kapsamlı makalesi, ilginç bir şekilde o dönem için de yine CHP’nin yargıya taşınan birden fazla kurultayıyla ilgili.

İyimaya, CHP kurultaylarından hareketle, siyasi partilerin kurultaylarında meydana gelebilecek usulsüzlük ve yolsuzluklarına dair çok önemli tespitler yapıp, sorunlara çözüm önerileri de getiriyor.

BİR PARTİ ÖNCE KENDİ İÇİNDE MEŞRUİYETİ SAĞLAMALIDIR

Makalede öncelikle, her siyasi partinin, ülkeyi hukuka uygun, meşru usullerle yönetme iddiasıyla halktan oy istediği belirtilerek, bunun için öncelikle partinin kendi içinde, işlerinde meşruiyetten ayrılmaması gerektiği vurgulanıyor.

Makalede, şöyle deniliyor: “Bir parti, ‘Ben demokratik bir örgütüm ve Türkiye’yi demokrasi içerisinde yöneteceğim’ diyorsa, o zaman seçmenin, ‘Gösterin bakalım ülkeyi nasıl yöneteceksiniz?’ sorusunun mükellefiyetini göstermek zorundadır. Siyasi parti bize; kendi gözünde demokrasi, meşruiyet ne ise onu partisi içinde yaşatarak göstermelidir.

Bir partinin kendi içerisindeki uygulamalar, iktidara geldiklerinde bizi nasıl yöneteceklerinin bir aynası görünümündedir. Bir dernek kongresinin iptaline yol açmayacak sakatlık, parti söz konusu olduğunda iptali gerektirebilir. Çünkü siyasal parti, iktidar olmayı talep etme tekelini elinde bulunduran yegâne kuruluştur. Türk yargısının ise bu özelliğin ayırdında olduğu söylenemez.” 

KONGRE İRADESİNİ SAKATLAYAN YARIN DA MİLLİ İRADEYİ SAKATLAR

Bir siyasi partinin kongresinde meydana gelen usulsüzlüklerin muhtemel sonuçlarının “ürkütücü” olacağı vurgulanan makalede şöyle deniliyor: “Kongre iradesini çarpıtanların (azmettiren asli irade her kimlerse), yarın milli iradeyi temsilde gösterecekleri ihlal performansını hayal etmek dahi ürkütücüdür. Sahteciliğe; ahlak, hukuk ve demokrasi sözcükleriyle pozitif bir sonuç yüklenemez. Sırf ‘ortam seçimli’ diye, olup biten sahteciliklerin meşruluğu iddia edilemez."

YARGI, “KONUSUZ KALDI” YA DA “BUNCA ZAMANDAN SONRA” DİYEMEZ

Ya da ‘konusuz kaldı’ veya ‘bunca zamandan sonra’ da denilemez. Yargı, yerindeliği değil, hukuku konuşturacaktır. Hukuk, kongredeki hukuksuzluğu meşrulaştırma, giderek ödüllendirme anlamına gelecek yargısal çözümleri sindiremez.

Temeli sahteciliğe dayalı her türlü statü, hak ve çıkar; gayrimeşru, gayri ahlaki ve hukuk dışıdır. Sahtecilik eyleminin, omurga işlemin, genel başkan seçimi ile ilgili olma gibi niteliği ve yoğunluğu ile faillerinin Türkiye’ye şümulü (yaygınlığı) itibarıyla ise parti, ‘suç odağı’ ithamına muhatap olabilir. Siyasal Partiler dahil bütün tüzelkişilerin kongre iptal davalarının Yargıtay’a ‘kesin olarak karar verme yetkisi tanıyan’ bir yargılama modeli oluşturulmalıdır.”

AKİT BATIL OLUŞURSA SONUÇLARI DA BATILDIR

Ahmet İyimaya, kurultayların, kongrelerin, hukukla ilişkili çeşitli hükümler çerçevesinde nihai kararının bir akit olduğunu da vurgulayarak, bu akdin meşruluğunun, olmazsa olmaz niteliği taşıdığını belirterek, “Özel hukuk işlemlerine uygulanabilecek genel nitelikli bir hüküm olarak, ‘Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik (hak edilmemiş) yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır.’ hükmü parti kurultayları için de işletilmelidir. Malumdur ki, diğer bütün kanunların genel nitelikli hükümlerinin tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanması yasal bir emirdir.” diyor.

İPTAL, BÜTÜN SONUÇLARI ORTADAN KALDIRMALI

Bir kongrede tespit edilen usulsüzlükler neticesinde iptal kararı alındığında, bunun o kongredeki bütün işlemleri kapsaması gerektiği vurgulanan makalede, “İptal, kongreyi ortadan kaldıran bir yaptırımdır.

İptal edilen kongre, yalnızca toplantı (genel kurul olarak değil), kongrede oluşan tüm sonuçları ile ortadan kalkar. İptal edilen kongrede alınan kararlar, kararların varlık sebebi olan kongre ortadan kalktığından, kendiliğinden ortadan kalkar.” ifadelerine yer veriliyor.

SİYASİ PARTİ ORGANSIZ KALIRSA KAYYIM ŞARTTIR

Kayyım konusuna da değinilen makalede, “Siyasi partilerin organsız kalması halinde kayyım hukuku uygulanır. Siyasal parti kongresinin iptali kararının kesinleştiği tarihte, siyasal partinin seçimli organları düşer.

Bu durumda kararın kesinleşmesinden önce ‘genel başkan’, ‘yürütme / genel idare kurulu’ gibi kişi - kurul organların statüleri sona erer. Organsız kalan siyasal partiye bir tüzel kişi olarak kayyım atanması zorunlu hale gelir. Her nasılsa kayyımın atanmamış olması durumunda ise yetkisiz (gasıp) kişilerin her türlü tasarrufları ‘yok’ hükmündedir. Yine bu çerçevede, eski yönetim yeni kongre çağrısı yapamaz.” deniliyor.

USULSÜZLÜĞE ADLİ YARGI BAKAR

Şaibeli kurultaylar sonrası yargıya taşınan örneklerde sık sık, “Kongre iptal davalarında görevli mahkeme hangisidir?” sorusunun sorulduğu ifade edilen makalede, bu konuyla ilgili şu değerlendirmelere yer veriliyor: “En kısa ve öz cevap, ‘Derneklerin kongre iptallerine bakan mahkeme hangisi ise siyasal parti kongresi iptali davalarına bakacak mahkeme de odur...’ O da yargı yolu terimi ile ‘adli yargı’dır.

Ne var ki kolay sorunun kolay cevabı, yargı pratiği gözetildiğinde soyutu ve somutu norm ekseninde dengeleyecek ‘bilimsel çabayı’ zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevede, kongrelerde yapılan yolsuzluk ve usulsüzlükte ve diğer bütün sakatlıklarda adli yargı görevlidir. Mevcut durum, adli yargıyı duraksatan, üzerine gidilmesinde çekingen kılmaktadır.”

“GÖREVSİZLİK” MAZERETİ, DENETİMSİZ VE DOKUNULAMAZ BİR SİYASİ ALAN OLUŞTURMAKTA

Türk yargı sisteminin, anayasa ve yasa maddelerinden değil de genelde temayüllerle kötü niyetli siyaset çevrelerinin adlî yargıdan kaçırılmasına sık sık imkân tanıdığı anlatılan makalede, şu ifadelere yer veriliyor:

“Seçimli kongrenin iptali davasında, seçim yargısı ‘Ben görevsizim’, keza adli yargı da ‘ben görevsizim’ diyor. Ya kim görevli? Aile Mahkemesi mi, Ceza Mahkemesi mi, Anayasa Mahkemesi mi? Görüldüğü gibi, her iki yargının ‘görevsizlik’ eşdeğer ‘çözümü’, bu davalar yönünden ‘yargısal kilitlenme’ye yol açmaktadır. Bu kilitlenme, ‘ülkeyi yönetecek partinin iç-demokrasideki hukuk yolsuzluklarını’ hukukun denetiminden kaçırmaktadır. Siyasal parti kongrelerinin yargısal denetimi, – nerede ise – yapılmamakta veya yapılamamaktadır. Böylece parti kongrelerindeki hukuk ve demokrasi yolsuzlukları, ‘kilitlenmenin inşa ettiği kara deliğe’ akıp gitmektedir.

Bu denetimsizliğin nedeni, yürürlükteki hukuktan çok, hukuku uygulayan yargı erkinin kurallarla paradoks oluşturan konumudur. Ülke yönetimine talip bir kuruluşun en yüksek organının yargısal denetiminin, o alanda var olan Yüksek Yargı’ya götürülememesi, kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir durum değildir.

Türk yargısının –adeta– yargısal denetimden kaçışı ile oluşturulan ve siyaset kurumunun memnuniyetle karşıladığı ‘denetimsiz ve dokunulamaz siyasal parti alanı’ çürümenin temel göstergesidir. Hesap vermeyen veya hesap verme fırsatı yargı tarafından önlenen / dokunulamaz siyaset kurumundan ‘iyi yönetim, hukukunun üstünlüğü ve demokrasi değerlerine bağlılık’ gibi ‘pozitifler’ beklenemez.”