İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem'in yaratılışı

Kur'an-ı Kerim'de Hz. Âdem'den Hz. Muhammed(s.a.v)'e kadar bir çok peygamberin hayat hikayeleri ve zorlu mücadeleleri yer alıyor. Peki İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem nasıl yaratıldı?

Giriş: 20.01.2022 - 22:45 Güncelleme:
Haber Merkezi

Hz.Adem, Allah'ın yarattığı  ilk insan ve ilk Peygamberdir. İnsanlığın atası olarak görülen Hz. Adem, tüm dinlerde bu şekilde kabul edilir. Hem Yahudi, hem Hristiyan, hem de islâm kaynaklarında Hz. Adem ile ilgili yer alan kaynaklar benzerlik gösterir.

İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebebiyle ebü’l-beşer, Kur’ân-ı Kerîm’de (bk. Âl-i İmrân 3/33) Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayılmış olduğundan safiyyullah unvanlarıyla da anılmaktadır.

Hz. Adem'in yaratılışı, meleklerin Hz. Adem'e secde edişi, şeytanın Hz. Adem'e karşı tutumu, Hz. Adem'in cennete konuluşu ve daha sonra hatalarıyla birlikte eşiyle cenetten çıkarılması gibi hususlar Kuran-ı Kerim'de zikredilmiştir. Peki İslami kaynaklara göre Hz. Adem kimdir? Nasıl yaratılmıştır?

İLK İNSAN HZ. ADEM'İN YARATILIŞI

Hz. Adem'in yaratılışı ile ilgili bilgiler, hem Tevrat'ta hem Kuran-ı Kerim'de geçmektedir.

Bizim mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim'e göre, Hz. Adem'in yaratılışı, diğer insanların yaratılışına benzemiyor. Âli imran suresi 59. ayette Allah şöyle buyuruyor:

"Allah nezdinde Îsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan var etti; sonra ona “ol” dedi ve oluverdi."

Hz. Adem'in yaratıldığı madde ile ilgili ayetlerde çeşitli terimlere yer verilmektedir. Kuran tefsircisi Fahreddin Râzi'ye göre ayetlerdeki bilgilerle, Hz. Adem'in yaratıldığı maddenin; toprak, su, çamur, akışkan çamur, yapışkan çamur, kurumuş çamur olarak açıklandığı görülüyor.

Kur'an'da ve sahih hadislerde yer alan bilgilere göre Hz. Adem'in çamurdan yaratıldığı netlik kazanıyor.

KU'RAN'DA İNSANIN YARATILIŞ SAFHASI İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Âdem’in (a.s.) topraktan yaratılış safhaları şöyle beyan buyrulmaktadır:

1. Toprak Safhası

“Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen oluverdi.” (Âl-i İmran, 59)

2. Çamur Safhası

“Allah yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da çamurdan başlamıştır.” (Secde, 7)

3. Yapışkan Çamur Safhası

“Şüphesiz Biz onları (Âdem ve neslini) yapışkan bir çamurdan yarattık.” (Saffât, 11)

4. Havada Kurumuş Çamur Safhası

“Andolsun Biz insanı, (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr, 26)

5. Ateşte Pişmiş Çamur Safhası

“Allah insanı, ateşte pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” (Rahmân, 14)

Hazret-i Âdem’den sonra onun sulbünden gelecek her bir insanın yaratılış serüveni ise âyet-i kerîmede şöyle özetlenmektedir:

“Sonra o nutfeyi, bir aleka (yapışkan ve döllenmiş yumurta) yaptık. Peşinden, o alekayı bir mudğa (bir çiğnem et) hâline getirdik; ardından bu bir çiğnem eti, kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla (insan olarak) meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minûn,14)

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in -aleyhisselam- hangi günde yaratıldığı belirtilmemekte, ancak hadislerde onun cuma günü yaratıldığı, o günde cennete konulduğu, yine cuma günü cennetten çıkarıldığı, aynı günde tövbesinin kabul edildiği ve yine bir cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem -aleyhisselam- ile ilgili âyetlerde bu konu genellikle üç ayrı noktadan ele alınmıştır. Öncelikle Hz. Âdem’in -aleyhisselam- son derece önemsiz bir madde olan topraktan başlamak üzere bedenî ve ruhî yönleriyle tam ve kâmil bir insan haline gelinceye kadar geçirdiği safhalardan söz edilir ve bu suretle Allah’ın kudretinin üstünlüğü vurgulanmış olur.

İkinci olarak Âdem’in varlık türleri arasındaki mevkiinin yüksekliğine işaret edilir. Bu âyetlerde hem Âdem’in hem de onun soyunun yeryüzünün halifeleri olduğu, Allah’ın kendilerine verdiği aklî, zihnî, ahlâkî vb. meziyetlerden, dolayısıyla hem Allah’a ibadet eden hem de yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin yerine getirilmesini sağlayan, ayrıca diğer birçok varlık türlerini kendi hizmetinde kullanabilen varlık olduğuna dikkat çekilir.

Çeşitli âyetlerde Allah’ın emri uyarınca meleklerin Âdem’e secde ettikleri bildirilmektedir. Buna göre Allah Âdem’i meleklerden daha üstün ve onların saygısına lâyık bir mertebede yaratmıştır. Bu meziyet yalnız Âdem’e münhasır olmayıp aynı zamanda bütün insanlığa mahsus bir şereftir. Kur’an’da başka vesilelerle de insanoğlunun bu özelliğine işaret edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Âdem’in nebî veya resul olduğunu açık ve kesin olarak ifade eden âyet yoksa da yine Kur’an’ın açıkladığına göre, “Âdem rabbinden vahiy (kelimât) almıştır” (Bakara 2/37). Allah ona hitap etmiş, yükümlülük ve sorumluluğunu bildirmiştir (Bakara 2/33, 35; A‘râf 7/19; Tâhâ 20/117).

Başka bir âyette de Allah’ın Nûh, İbrâhim hânedanı ve İmrân hânedanı ile birlikte Âdem’i de âlemlere üstün kıldığı belirtilmekte (bk. Âl-i İmrân 3/33), böylece dolaylı olarak onun peygamber olduğuna işaret edilmektedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadiste, ilk peygamberin kim olduğu yolundaki bir soruya Hz. Peygamber’in “Âdem’dir” karşılığını verdiği belirtilmektedir.

Hz. Âdem ve onun soyunun diğer birçok varlıktan daha üstün ve değerli sayılmasının  temelinde Allah’ın onlara verdiği bilgi gücü bulunduğu söylenebilir. Nitekim Kur’an’da meleklerin, insanoğlunu “yeryüzünde fesat çıkaran ve kan döken” varlık olarak nitelendirmeleri üzerine Allah’ın Âdem’e bütün isimleri öğrettikten sonra bunları meleklere sorduğu, onlar bilemeyince Âdem’e, “Ey Âdem, onlara eşyanın isimlerini bildir!” dediği ve Âdem’in isimleri onlara bildirdiği açıklanmıştır (bk. Bakara 2/30-33).

Tefsirlerde genellikle, bu âyetlerdeki “isimler”in kavram bilgisi olduğu ve meleklerin bilmedikleri şeyler hakkında Hz. Âdem’in bilgili kılındığı, böylece onun ilimde meleklerden daha üstün nitelikte yaratıldığı yine bu âyetlerde belirtilmektedir.

Söz konusu âyetlerin birinde, “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti” denilerek Âdem’in bilgisinin genişliğine işaret edilmiştir. Bilgi gibi bir meziyet ve imtiyaza sahip olmak meleklerin bile Âdem’e secde etmesini gerektirdiğine göre, insanoğlu aynı meziyet sayesinde tabiattaki birçok varlığa ve güçlere hâkim olup eşyaya şekil verme ve onları kendi yararına kullanma kabiliyetinde yaratılmıştır.

MELEKLERİN HZ. ADEM'E SECDE ETMESİ

Kur’ân-ı Kerîm’e göre, Allah Âdem’i -aleyhisselam- yarattığı ve ona ruh verdiği zaman meleklere, “Âdem’e secde edin!” diye emretmiş, bütün melekler bu emre uymuşlar (bk. el-Bakara 2/34; el-A‘râf 7/11; el-Hicr 15/29-31; el-İsrâ 17/61; el-Kehf 18/50; Tâhâ 20/116; Sâd 38/72-74), ancak İblîs kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı gelmiş (bk. el-A‘râf 7/12; el-Hicr 15/33; el-İsrâ 17/61; Sâd 38/76) ve bu yüzden lânetlenerek Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır (bk. Sâd 38/74-78).

Bunun üzerine, Allah’tan kıyamete kadar, düşmanı olan Âdem soyunu doğru yoldan ayırmak, kendi cemaatini çoğaltmak için mühlet istemiş (bk. el-A‘râf 7/13-18; el-Hicr 15/34-43; el-İsrâ 17/61, 65; Sâd 38/75-83), Allah da ona bu fırsatı vermiştir.

İslâm’da Allah’tan başkasına ibadet maksadıyla secde etmek küfür olduğundan, meleklerin Hz. Âdem’e secdesi İslâm âlimlerince ibadet secdesi değil, saygı secdesi ve bir nevi biat olarak yorumlanmıştır. Bazı eserlerde Hz. Âdem’e secde etmekten kaçınan melekler olduğu ve bunların yakıldığı ifade edilmekteyse de bu rivayet, İslâm’ın melekler hakkındaki genel telakkisi ile bağdaşmaz.

HZ. ADEM'İN CENNETTEN ÇIKARILMASI

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın Hz. Âdem ve Havvâ’ya -aleyhisselam- cennete yerleşmelerini emrettiği belirtilmekte (bk. Bakara 2/35), ancak bunun âhirette iyilerin kalacakları “ebedîlik yurdu” (dârülhuld) olan cennet olup olmadığı konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Bu yüzden İslâm bilginlerinden bir kısmı, ilgili âyetlerdeki cennet kelimesinin sözlük anlamıyla “bahçe” demek olduğunu, bunun da yeryüzünde bir yer olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Ebü’l-Kāsım el-Belhî, Ebû Müslim el-İsfahânî gibi birçok Mu‘tezile âlimi ile bazı Ehl-i sünnet âlimleri bu görüşü savunurken ileri sürdükleri başlıca deliller şunlardır:

a) Eğer Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- konulduğu cennet âhirette iyilerin mükâfatlandırılacağı cennet olsaydı, Âdem ve Havvâ’ya yasak konmaması gerekirdi. Çünkü esas olarak cennette yasak yoktur.

b) Cennette isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- günah işlemişlerdir.

c) Eğer burası asıl cennet olsaydı, orada kâfir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan cennette iken kâfir olmuş ve bu yüzden oradan çıkarılmıştır.

d) Kur’an’da bildirildiğine göre cennet ebedîlik yurdudur; oraya giren bir daha çıkarılmaz (bk. Hicr 15/48); halbuki Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- konuldukları cennetten çıkarılmışlardır. Bu görüşte olanlar, buranın dünyadaki bir yer olması gerektiği konusunda daha başka deliller de ileri sürmüşlerdir. Hatta bunlar, “bağlık bahçelik yer, yeşil topraklar” anlamına aldıkları bu cennetin Fars ülkesi ile Kirman arasında, Aden arazisinde veya Filistin’de olduğu yönünde iddialar ortaya atmışlarsa da bu iddialar ciddi bir delile dayanmaktan uzaktır.

İmam Mâtürîdî de bu cennetin genel anlamıyla bağlık bahçelik bir yer olduğu şeklindeki açıklamalarıyla buranın yeryüzünde olduğu görüşüne katılıyor gibiyse de tam olarak yerini tesbit etmenin imkânsız olduğunu, selefin de bu kanaati taşıdığını belirtmektedir. (bk. Teʾvîlât, s. 106)

Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu, Hz. Peygamber’in mi‘rac sırasında cenneti müşahede ettiğini bildiren hadisleri de göz önüne alarak, Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- bulunduğu cennetin gökte olduğunu savunmuşlar, ayrıca onların cennetten çıkarıldığını anlatan âyetlerde “ininiz!..” (ihbitû) kelimesinin kullanılmış olmasını da buna delil göstermişlerdir. Karşı görüşte olanlar ise bu kelimenin Bakara sûresindeki (2/61) örneğinde olduğu gibi, “gitmek” anlamında kullanıldığını belirtmişlerdir. Bazı âlimler de bu konudaki her iki iddianın mümkün olduğunu, konu ile ilgili sahih ve güçlü bir delil bulunmadığından kesin bir sonuca varılamayacağını, dolayısıyla tartışmaya girmemek gerektiğini söylemişlerdir. (bk. Râzî, III, 3-4; İbn Kayyim, Hâdi’l-ervâh, s. 24-44; Âlûsî, I, 233)

HZ. ADEM'İN HATASI VE CENNETTEN ÇIKARILMASI

Kur’an’a göre, Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- cennete yerleştikten sonra orada Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanıyorlardı. Allah onları yasak ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı: “Ey Âdem! Eşin (Havvâ) ile birlikte cennete yerleş; orada çekinmeden istediğiniz her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın; sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz.” (el-Bakara 2/35) Kur’ân-ı Kerîm’de bu ağacın mahiyeti hakkında bilgi verilmemiştir.

Sadece şeytanın Âdem ile Havvâ’ya çirkin yerlerini göstermek için, “Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz yahut ebedî kalıcılardan olursunuz diye şu ağacı size yasakladı” (el-A‘râf 7/20) ve “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?” (Tâhâ 20/120) diyerek onları yanılttığı belirtilmektedir. Bu konuda sahih hadislerde de başka bilgi yoktur.

Diğer İslâmî kaynaklarda yer alan ve bu ağacın hayrı ve şerri bilme ağacı veya üzüm asması, buğday, incir ağacı vb. bitki türlerinden biri olduğunu belirten rivayetler ise İslâm dışı kaynaklara dayanmaktadır (bk. Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, 184; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s. 256-257).

Kur’an’a göre onları yasak ağaca yaklaşmaya teşvik eden şeytandır. Âdem’e -aleyhisselam- karşı açık bir kıskançlık içinde bulunan şeytan, önce Allah’ın emrine karşı gelerek Âdem’e secde etmemiş (bk. el-A‘râf 7/11-12), sonra da onu aldatarak günah işlemesine sebep olmuştur. Şeytanın cennete girişi ve Âdem ile Havvâ’ya yaklaşması konularında Kur’an ve sahih hadislerde bilgi yoktur.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre yasağı çiğnemenin hemen ardından utanılacak yerleri kendilerine görünmüş ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerine örtmeye başlamışlardır. (bk. el-A‘râf 7/22; Tâhâ 20/121) Kur’an’a göre Âdem ve eşi -aleyhisselam- işlenilen bu suç sebebiyle içinde bulundukları cennetten, belirli bir müddet yaşamaları için yeryüzüne indirilmişlerdir. İnsanlar arasındaki düşmanlıklar da yasağı çiğnemiş olmanın bir cezasıdır. (bk. el-Bakara 2/36, 38; el-A‘râf 7/24; Tâhâ 20/123)

İslâm’a göre Allah yol gösterici, bağışlayıcı ve yardım edicidir. Zaten Hz. Âdem -aleyhisselam- de cennetten atıldıktan sonra Rabb’inden birtakım kelimeler almış ve tövbesi kabul edilmiştir (bk. el-Bakara 2/37). İslâm’a göre suç ve ceza ferdîdir; kimse kimsenin günahından sorumlu değildir (bk. el-En‘âm 6/164). Kur’ân-ı Kerîm’de, Âdem’in hatasının ve cezasının ferdîliği, Allah’ın insanlara yönelttiği şu hitapla belirtilmiştir: “Yalnız size benden bir hidâyet geldiği zaman kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir; inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise ateş ehlidir, orada ebedî kalacaklardır” (el-Bakara 2/38-39; Tâhâ 20/123).

Tâhâ Sûresi’nin 121. âyetinde Hz. Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- şeytana aldanarak yasak ağacın meyvesinden yedikleri belirtildikten sonra, “Böylece Âdem Rabbi’ne âsi olup yolunu şaşırdı” denilmektedir. Bu âyetteki “asâ” fiili, Mu‘tezile mezhebine göre, Hz. Âdem’in -aleyhisselam- büyük günah işlediği anlamına gelmez; o, küçük günah, başka bir tâbirle zelle* işlemiştir. Bunun “âsi oldu” fiili ile ifade edilmesi, insanlar için bir uyarı maksadı taşımakta, bir bakıma onlar, “Sakın, büyük günah şöyle dursun, önemsiz hataları bile küçümsemeyiniz!” şeklinde uyarılmaktadır (bk. Zemahşerî, II, 557).

Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu bunun bir günah olduğunu, yani Âdem ile Havvâ’nın yasağı çiğnemek suretiyle emre karşı geldiklerini ve bu yüzden âsi olduklarını kabul etmişlerdir. Ancak bazı âlimler Tâhâ sûresinin 115. âyetinde geçen, “Andolsun ki biz daha önce Âdem’e emir vermiştik; ancak o unuttu ve biz onu azimli bulmadık” meâlindeki ifadeyi göz önüne alarak, Hz. Âdem’in -aleyhisselam- yasaklanmış ağaca günah işleme azmi olmaksızın dalgınlıkla yaklaştığını belirtmişlerdir. Nitekim Hasan-ı Basrî, “Vallâhi, o unuttuğu için âsi oldu” demiştir (bk. Râzî, XXII, 127). Ayrıca İslâm âlimlerinin kanaatine göre bu olay Hz. Âdem -aleyhisselam- cennette iken, yani peygamber olmadan önce cereyan etmiştir. O zaman ne ümmet, ne de cemaat vardı.

HZ. ADEM'İN TEVBE ETMESİ VE BAĞIŞLANMASI

Hz. Âdem’in -aleyhisselam- kasıtsız olarak işlediği bu hata, tövbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlanmış, yeryüzüne indikten bir müddet sonra da kendisine peygamberlik verilmiş, böylelikle o ilk insan, ilk baba ve ilk peygamber olmuştur. Aslında Hz. Âdem -aleyhisselam- ve eşinin şeytanın iğvâsına kapılmaları, pişmanlık duymaları ve tövbe etmeleri, tövbelerinin kabul edilmesi, cennetten çıkarılmaları gibi hadiseler, onların soyunun dünya hayatına ait macerasının bir hulâsası gibidir.

Bu ilk günah ve daha sonraki gelişmelerin, yeryüzünde insanlar da haramlara yaklaştıktan sonra ataları Hz. Âdem -aleyhisselam- gibi samimiyetle tövbe ederlerse tövbelerinin kabul edilebileceğini, günah karşısında insan için bir tövbe ve af müessesesinin daima işleyeceğini, insanın böylelikle kemale ereceğini gösterdiği düşünülebilir.

HZ. ADEM'İN CENNETTEN ÇIKARILDIKTAN SONRAKİ HAYATI

Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın iğvâsı sonucu Allah’ın yasağını çiğneyen Hz. Âdem ile Havvâ’ya -aleyhisselam- (ve şeytana), “Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır” (el-Bakara 2/36); “Hepiniz oradan inin” (el-Bakara 2/38) denildiği belirtilmektedir.

İsrâiliyat’tan kaynaklanan bazı bilgilere göre Âdem ile Havvâ, cennetten çıktıktan 223 gün sonra evlenmişlerdir. Havvâ, Âdem’e her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere, yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur.

İlk ikizler Kābil ile kız kardeşi Aklima, son ikizler ise Abdülmugīs ve Emetülmugīs’tir. Sadece Şît tek doğmuştur.

Kābil ve Aklima’dan sonra ise Hâbil ile Lebuda doğmuştur. Âdem’in ilk çocuklarının isimleri, apokrif kabul edilen kitaplarda farklı şekillerde verilmektedir.

“Hazineler Mağarası”na göre Kābil ile Lebuda, Hâbil ile  Kelimath; “Âdem’in Vefatı” (La mort d’Adam) adlı esere göre Kābil ile Kainan, Hâbil ile Ema; “Âdem ve Havvâ’nın Mücadelesi”ne göre ise  Kābil ile Luva, Hâbil ile de Aklejane dünyaya gelmiştir.

Tevrat’a göre Âdem 930 yıl yaşamıştır. Hz. Âdem, ölmeden önce oğlu Şît’e son vasiyetini yapar ve bir cuma günü vefat eder. Rivayete göre Cenâb-ı Hak, Âdem’e ileride türeyecek bütün soyunu göstermiş, Âdem Hz. Dâvûd’un ömrünün altmış yıl olduğunu görünce kendi 1000 yıllık ömrünün kırk yılını ona vermiştir. Ancak eceli geldiğinde bu vaadinden dönmek isteyince Allah onun ömrünü 1000’e, Dâvûd’un ömrünü de 100’e tamamlamıştır.

HZ. ADEMİN KABRİ NEREDEDİR?

İbn İshak’a göre Hz. Âdem’in -aleyhisselam- kabri cennetin doğusunda bir yerde, diğer rivayetlere göre ise Mekke’de Ebûkubeys mağarasında veya Hindistan’daki Nevz dağındadır.  Başka bir rivayete göre de tûfanda Hz. Nûh, Âdem’in tabutunu gemiye almış, tûfandan sonra da Beytülmakdis’e defnetmiştir.

Gelişmelerden haberdar olmak istiyor musunuz?
Ensonhaber'i Google News'te takip edin.
Abone Ol
Copyright © 2024 Ensonhaber Medya AŞ. Tüm Hakları Saklıdır.