Özge Ulusoy ‘Maria Claire’ dergisinin temmuz sayısına konuştu
Giriş:
08.07.2014 - 00:00 Güncelleme:
Özge Ulusoy, 30 yaş sınırını geçmesiyle birlikte hayatında ve karakterinde yaşadığı önemli değişiklikleri Marie Claire dergisine anlattı.
Özge Ulusoy, 30 yaş sınırını geçmesiyle birlikte hayatında ve karakterinde yaşadığı önemli değişiklikleri Marie Claire dergisine anlattı.
Onunla buluşana dek benim için sadece eski bir balerin, model, sunucu ve oyuncuydu. Ancak karşılıklı oturduktan birkaç dakika sonra kalbini öyle bir içtenlikle açtı ki, hakkında okuduklarım ve biriktirdiğim bilgiler uçup gitti. O anlattıkça fiziksel özelliklerinden çok ruhu öne çıkıyordu.
Şimdi hepiniz alışık olduğunuz Özge Ulusoy’u unutun! Sizleri bambaşka bir Özge ile hatta Özge’nin ta kendisiyle tanıştırmama izin verin. 31 yaşına girmesiyle yaşadığı değişikliği şöyle özetliyor: “30 yaş bitene kadar sislidir her şey...
Şimdi sisten çıkmış gibiyim; daha berrak görüyorum etrafımdaki her şeyi ve herkesi!”
Özge Ulusoy kendi kendine yetebilen biri. Ancak aile kavramına da sonuna kadar açık... Bir gün evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı arzu ediyor. Ancak bir şartla! Ruh eşini bulduğu zaman, zira şu an kendisiyle baş başa olmaktan gayet mutlu.
Hayatında bir süre erkek enerjisi istemediğini anlatıyor ve ekliyor: “Ben bir kere âşık oldum. Ruh eşimi bir kere buldum ve kaybettim ama ikincisini de bulacağıma inanıyorum. İleride, beni ödül gibi bekleyen biri var. Bütün bu geçtiğim sınavlar da o ödül için. Hissediyorum!”
Evinin kapısını kapattıktan sonra nasıl biri olduğunu öğreniyorum ardından... “Eğer evdeysem kelimenin tam anlamıyla koltuktan hiç kalkmıyorum. İguana bir kayanın üzerine uzanır ve kalır ya sıcakta, ablam ve yeğenim de bana ‘iguana’ diye sesleniyor. İşim yoksa hareketsiz bir şekilde evde yatıp kitap okuyorum, film izliyorum. Onun dışında yalnız olmayı sevmeyen biriyim. Kapımı kapadığımda yalnızlıktan hoşlanmıyorum” diyor. Bir psikolog edasında hemen çocukluğuna inme kararı alıyor ve küçük Özge’yi soruyorum: “20 yaşıma kadar Ankara’da yaşadım, şanslı bir çocuktum. Lojmanlarda büyüdüm. Babam albaydı. Ben de bir nevi tatil köyünde büyüyor gibiydim. Sokakta dilediğim gibi oynuyordum. Çok güzel bir arkadaş grubum vardı ama pasiftim; az konuşan, ‘kafasına vur lokmasını al’ denilen cinsten bir çocuk... ”