"Türk Milliyetçiliği"nin Don Kişotları
Hrant Dink'in öldürülmesi yetmedi, şimdi de mahkeme sürecinde bazı sevimsizlikler yaşanıyor.
Bazı gençlerin manidar bir biçimde beyaz bereler takması ve karakolda güvenlik güçlerinin sergilediği tutum, belli bir toplumsal kesimin Hrant Dink'i öldüren kişiyi bir kahraman, kendilerini de ülkenin kendilerine emanet olduğu şövalyeler olarak gördüklerini gösteriyordu ve durum hala değişmiş değil. Bu yüzdendir ki bu yazıyı yazmamız artık farz oldu.
Bu adamlar kendilerini şövalye sanıyor. Fakat herşeyin bir ölçüsü olduğu gibi, şövalyeliğin de bir ölçüsü vardır. Bu konuda yaptığım araştırmayı kısaca aktarıyorum: İspanyalı müslümanlar aracılığıyla Avrupa'da bir kültür olarak yerleşen şövalyeliğin bizim kültürümüzdeki karşılığı "fütüvvet"tir. Arapçada kök anlamı "gençlik, delikanlılık" olan fütüvvet, herkese karşı insaflı olup ama kimseden insaf beklememe, en küçük şahsî kusurları karşısında ömür boyu pişmanlık duymasına karşılık başkalarının en büyük günahlarını bile örtme, kendinden uzaklaşana yaklaşma yolları arama, eziyet edene ikramda bulunma, hizmette ön sıralarda, ücret almada gerilerin gerisinde kalabilme gibi vasıflara sahip olmayı gerektirir. Fütüvvet; cömertlik, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik, esirgeme, bilgi, alçakgönüllülük gibi ahlakî ve insanî unsurları özünde toplayan bir duruştur. Ve bu duruş, yani fütüvvet bizim inanç dairemizde en kusursuz biçimiyle Hz. Ali'de cisimlenmiştir.
O halde, kendini bir şövalye olarak toplumun önüne çıkaranlardan, şövalyeliğin yukarıda saydığımız gereklerine sahip olmalarını beklemek hakkımızdır. Eğer bu şövalyelik iddiası yukarıda saydığımız manevi değerlerden yoksunsa bunu artık şövalyelik olarak tanımlamamız mümkün olamaz.
Bu itibarla, sözde-milliyetçilerin, arkasına sığındıkları birtakım yüce değerleri içlerine sindirmiş olarak hareket ettiklerini söylemek mümkün değil. Kendilerini şövalye gibi gösteren bu kişilerin duruşları ve eylemleri aslında ucuz bir sokak kabadayılığından başka bir şey değil. "Yüzüme tükürdü" diye adam öldürüp şövalyelik taslayanlar, Hz. Ali'nin, düşmanını tam da yüzüne tükürdüğü için öldürmekten vazgeçtiği gerçeğini örtemezler.
Bugünlerde "milliyetçilik" adı altında boy gösteren hezeyan aslına bakılırsa Don Kişot sendromunun farklı biçimlerinden biri. Hiçbir şekilde bir şövalye olma ahlâkına ve erdemine sahip olmadığı apaçık ortada olan bu sözde-milliyetçilerin, sözde adına hareket ettiklerini söyledikleri yüce değerler, üzerlerinde sadece kötü bir teneke tangırtısı çıkarıyor.
***
Bu yazının yazarı Çanakkale'de şehit vermiş, İstiklal madalyasına sahip bir aileden geliyor. Kimse kimseye milliyetçilik öğretmeye, kendini ülkenin gerçek milliyetçisiymiş gibi göstermeye çalışmasın. Eğer bu mübarek Anadolu topraklarında milliyetçilik yapacaksan haddini bileceksin. Bu topraklar Horasan Erenleri'nin bu topraklara çaldığı İslam ve insanlık mayasıyla Türk yurdu oldu. Doğudan Moğolların ve Batı'dan Haçlıların saldırıları altında perişan olmuş bir halkı onlar ihya ettiler. Ve Devlet-i Osmanî, Şeyh Edebali'nin manevi önderliğinde kuruldu. O halde, eğer milliyetçilik yapacaksan, bilmen gereken had Horasan Erenleri'dir. Onların ahlak ve insanlık dairesinden bir adım bile dışarı adım atmayacaksın. Sokak serseriliği yaparak, kabadayılık yaparak, söyleyecek bir sözün varsa bunu adam gibi söylemek yerine eşkıya çeteleri kurup insanları tehdit ederek ve nihayetinde silahsız birini kahpece arkadan vurarak kimseyi Türk olmaktan, kendi milletini sevmekten utandırmayacaksın.
Ama sen Horasan Erenleri kimdir, nedir bilmiyorsun. Sen televizyonda Kurtlar Vadisi'ni seyredip gaza gelen, o dizide ölen biri için camide "mevlid" okutacak kadar gerçeklik dünyasından kopmuş, din ve diyanetten uzaklaşmış, cahil, kaba, görgüsüz, sevgisiz, seviyesiz, insanlıkla bağını koparmış bir güruhun zavallı bir üyesisin. Horasan Erenleri'nin bu topraklara dantel dantel işlediği nakışı arsızca ve küstahça parçaladın. Onların bu topraklara emanet bıraktığı manevî mirasa ihanet ettin.
Ama sen bunu da anlamayayacaksın. Sana her laf söyleyene "ermeni dönmesi" diye gürleyeceksin. Tehdit edeceksin. Pusu kurup köşede ıhtıracaksın, döveceksin. Öldüreceksin. Kan dökeceksin. Karşındakini sindirdikçe, beş para etmez gururun kabaracak, sırıtacaksın. Yapacağın, yapabileceğin başka hiçbir şey yok. Necip Fazıl Kısakürek'in "yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana" dediği türden akıl, izan ve fikriyat yoksunusun.
"Hizbullah" adı altında insanları domuz bağıyla bağlayan, olmadık işkencelerle öldürdükten sonra evlerin altına gömenler ve onlar gibiler bütün bu rezillikleri "İslam" adına yaptıklarını söylerken nasıl ki Müslümanlık dairesinden yıldırım gibi fırlayıp çıkmışlarsa, sen ve senin gibiler de aynı şekilde bütün bu rezilliklerinizi "Türklük" adına yaptığınızı söylerken Türklük dairesinden fırlayıp çıktınız.
***
Peki, milliyetçilik kötü bir şey midir? Hayır, elbetteki değildir. Ama adam gibi milliyetçilik yapılacaksa değildir. Gerçek milliyetçilik hiçbir ayrım gözetmeksizin ülkedeki insanların insanca yaşaması ve ürettiği maddi ve manevi değerlerle bütün insanlığa mutluluk getirmesi için çalışmak demektir. Önce kendini adam etmek ve sonra başkalarının da adam olması için çabalamak demektir. Başkalarının yıktığını sabırla yeniden inşa etmektir. İşte bu, fütüvvettir, gerçek şövalyeliktir.
Bu millet hiçbir zaman ucuz kahramanlıklarla ucuz zaferler elde etme yoluna gitmemiştir. Ecdadımız ucuz zaferlerin ağır bedeli olduğunu bilecek kadar feraset ve buna tevessül etmeyecek kadar yüce gönüllülük sahibi idiler. Ama şimdi meydan, ucuz kahramanlıklarla ucuz zaferler peşinde koşan ucuz sözde-milliyetçilere kaldı.
Kıbrıs elden gidiyor diye bağırırken, her yıl Kıbrıs kadar değerli toprağımızı erozyonda kaybediyor olmamıza sessiz kalmayan, bunu önlemek için seferber olan milliyetçilik nerede?
Ahlaksız müteahhitlerin yaptıkları ve rüşvetçi, çıkarcı belediyelerin onayladığı binalar, olması mukadder depremlerde, kimi kez depreme bile gerek kalmaksızın kendi kendine çökerek Türk milletinin aziz evlatlarını sinek gibi ezerken milliyetçi damarımız neden kabarmadı? Neden bu işin peşine düşüp bunun sorumlularının bulunması ve cezalandırılması için sonuna kadar seferber olmadık?
Liseden, üniversiteden mezun olup da bırakın yabancı dili, doğru dürüst Türkçe bile bilmeyen nesiller yetişirken, eğitimle çocuklarımıza bir toplumsal ahlak bilinci aşılayamadığımız gibi, en basit bir mesleği bile doğru dürüst yapamayacak cahillikte bir yığın genci her yıl okullardan mezun ederken ve bu gençlerle bir ülkenin geleceğinin olamayacağı apaçık ortadayken, neden bu gençlerin içler acısı durumu bir "soykırım" suçlaması kadar kanımıza dokunmuyor ve bizi harekete geçirmiyor?
Hormonlu, genetiğiyle oynanmış, aşırı ve yanlış ilaç kullanımıyla zehirlenmiş, haram kazanç peşindeki kişiler tarafından olmadık katkı maddeleriyle şişirilmiş gıdalarla körpecik bebelerimiz, geleceğin teminatı olan çocuklarımız ve bu ülkeye yön verecek olan delikanlılarımız hergün tıkabasa zehirlenirken, Türk toplumunun genetik yapısını tehdit eden ve genetik bir yıkıma sebep olabilecek bu durum karşısında neden milliyetçilerimiz toplumsal bir seferberlik haline geçmiyor?
Evet, hepimiz bu devletin bekasını istiyoruz. Ama madem ki, her şeyi bir kenara bırakıp aklını devletin bekasına takmışsın, o gururla yadettiğin koca Osmanlı çınarının can suyunu veren Şeyh Edebali değil mi "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" diyen. Bu devleti kiminle yaşatacağız? Uyuşturucu kullanma yaşı 12-13 yaşlarına düşmüş, okullarda bir şeyler öğrenmek yerine çetecilik oynayan ve orta birde "What time is it?" gibi basit bir sorunun cevabını doğru veremediği gibi lise sonda ve hatta üniversite sonda bile doğru veremeyen ve "It is too late!" diyemeyen bir gençlikle mi yaşatacağız devleti? Yollarda dellenerek, yılda yüzbinlerce can alan trafik kazalarında birbirimizi kırarak mı yaşatacağız devleti? Yerde görünce öpüp başımıza koyduğumuz, ama hamamböceklerinin bile iltifat etmediği, besin değerinden yoksun, mayayla şişirilmiş, ağır çeksin diye az pişirilmiş ekmeklerle zehirlediğimiz, besinsiz bıraktığımız insanlarla mı yaşatacağız devleti? İlk depremde yıkılması mukadder olan, dayanıksız, çirkin binalara, çirkin şehirlere tıkıştırdığımız insanlarla mı yaşatacağız devleti? Vergisini vermeyen, ama "vatan elden gidiyor" diye bağırmayı bilen insanlar olarak mı yaşatacağız devleti?
Bu listeyi epeyce uzatmak mümkün. Ama bu kadarıyla da milliyetçiliğin Türkiye'de bir aynı topraklarda insanca yaşama kültürü olarak varolmadığı, düşmanlık kültürü üzerine kurulu ve çoğu kez de acıklı bir şekilde "iktidarsız muhteris" durumundan kurtulamayan tepkici ve kan dökmeci bir niteliğe sahip olduğu görülüyor.
***
O zaman söyleyelim, milliyetçilik her şeyden önce kendi ülkeni her yönüyle bir cazibe merkezi kılmak, bu yolda çalışmaktır. İnsanıyla, sanatıyla, toplumsal ilişkileriyle, ekonomisiyle, toplumsal ahlakıyla bir cazibe merkezi olmak ve bu kültürü bütün bir insanlıkla paylaşmaktır.
Eğer burada söylenenler fazla naif ve havada görünüyorsa, ve maksadımız her şeyden önce sözde milliyetçilik rüzgarına kapılan gençlerimizin üzerinde oldukları yanlış yoldan dönmesini sağlamaksa, AFFINIZA SIĞINARAK, meseleyi ONLARIN ANLAYACAĞI DİLDEN anlatmakta fayda görüyorum:
Alperen kardeşlerim! Sözde milliyetçiliğin başını, Türkiye'yi içerden vurmak için örgütlenen ve kendini Türk milliyetçisi gibi göstermeye çalışan dönme rumlar ve ermeniler çekiyor.
Ey Türk, titre ve kendine dön! Milliyetçilik yapayım derken ülkene ve milletine ihanet etme! Kendini Türk milliyetçisi gibi gösteren rum ve ermeni dönmelerinin kışkırtmalarıyla gaza gelme! Sen Fatih Sultan Mehmet Han'ın evladısın, kendini Bosnalı müslümanları katleden alçak Sırp kasaplarıyla aynı seviyeye düşürme!
ANKARA'nın ÖZLEM'i - ENSONHABER.COM