BİR GÜVENLİK TESTİ

Adem Metan
Adem Metan

Şehirde araba kullanmak bir refleks değil, bir sabır testi artık.

Neden mi?

Işıklarda durduğunuzda bir anda önünüze atlayan çocuklar…

Islak camınızı temizlemeye yeltenen eller…

Trafikte bu sahneler, çoğumuz için sıradan hale geldi.

Bu çocuklar, genellikle ekonomik yoksunlukla sokağa itilmiş, yaşı küçük ama yükü büyük bireyler.

Ancak onların varlığı, sadece bir toplumsal yara değil.

Aynı zamanda ciddi bir güvenlik riski de yaratıyor.

Ani fren yapan sürücüler…

Dikkati dağılan şoförler…

Zaman zaman istemeden yaşanan kazalar…

Bu durum sadece araçtakiler için değil, sokakta hayatını kazanma çabasında olan çocuklar için de ölümcül olabilir.

Bu durum artık bir güvenlik zaifiyeti oluşturuyor.

Bilhassa kadın sürücüler için.

Tenha yollarda, kadın sürücülerin araçlarının önüne atlayanlar…

Zorla su satanlar…

Zorbalayarak arabaya çiçek atanlar…

Ve çok daha fazlası…

Şimdi soruyorum.

İnsan kendini, kendi aracında dahi güvende hissedemeyecek mi?

Umarım yetkililer, bu iş önüne geçilemez bir soruna dönüşmede, gerekli önlemleri ve yaptırımları ele alır.

Fakat…

Böylesine tehlikeli manzaralara rağmen

Türkiye’de yaşayan pek çok kişi, kendini Avrupa’nın birçok şehrine kıyasla daha güvende hissediyor.

Peki neden?

Cevap, “hissedilen güvenlik” ile “gerçek güvenlik” arasındaki farkta yatıyor olabilir.

Geçen günkü yazımda da ifade etmiştim.

Türkiye, bugün Avrupa’nın pek çok ülkesine oranla daha güvenli.

Evet, Avrupa şehirleri düzenli, kurallar net, devletin otoritesi belirgin.

Ancak bu şehirlerde sokakta gezerken insanı rahatsız eden başka türde güvensizlik hissiyle karşılaşabilirsiniz.

Özellikle büyük metropollerde artan kapkaç olayları…

Artan bireyselleşme…

Yabancıya duyulan mesafe ve sosyal etkileşimin zayıflığı…

Şehirleri daha güvensiz bir hale getiriyor.

Türkiye’de ise tüm kaotik görüntülere rağmen insanlar sokakta birbirinin farkında.

Yardım istemek, göz teması kurmak, seslenmek gibi basit reflekslerle sosyal bağlar hala çalışıyor.

Bu, belki resmi verilere yansımayan ama sokakta yürürken hissedilen bir güvenlik duygusu.

Türkiye’de özellikle büyük şehirlerde sokak gözetimi hâlâ güçlü.

İnsanlar birbirini gözlüyor.

Mahalle kültürü ve kalabalık yaşam alanları nedeniyle olaylara müdahale eden kişi sayısı daha fazla olabiliyor.

Bugün sokakta yürüyen birinin telefonu çalınsa

Eminim topyekün halinde bir hırsız kovalamaca başlar.

Ama Avrupa’da kafalar kumdan kalkmaz.

Ayrıca, Türkiye’de özellikle AVM’ler, toplu taşıma alanları ve şehir merkezleri yoğun biçimde kamerayla izleniyor.

Bu da suçu caydırıcı bir etki yaratabiliyor.

Tabii durum böyle olsa da bu çelişkiyi göz ardı etmemeliyiz.

Cam silen çocuklar, hem bir tehlikenin hem de bir ihmalkarlığın göstergesi.

Yani hem araç sürücüsünü, hem de o cama yapışan küçük eli aynı anda koruyabildiğimiz bir şehir kurmalıyız.

İşte o zaman tam olarak güvenli bir şehir inşa edebiliriz.

Hem ülkemiz hem de dünya için…

ARTIK SADECE FUTBOLA ODAKLANMA ZAMANI…

Yine yeniden...

Bir Süper Lig sezonuna daha merhaba diyoruz.

Statlar dolacak, tribünler coşacak, futbolseverler takımlarının peşinden koşacak.

Heyecan, mücadele, rekabet...

Tüm bunlar Süper Lig’in vazgeçilmez parçaları.

Ancak bu sezonda artık aynı klişeleri değil, başka şeyleri konuşmak zorundayız.

Türkiye’de futbol sadece sahada oynanmalı.

Bu kez başka bir başlangıç yapmalıyız.

Yıllardır ligimizin üstünden eksilmeyen gri bulutlar var.

Hakem hataları…

VAR tartışmaları…

Yöneticilerin bitmek bilmeyen demeç savaşları…

Masa başı oyunlar…

Evet, bu tartışmalar reyting getiriyor, gündem yaratıyor ama asıl gündem olan “oyun”u gölgede bırakıyor.

Oysa biz Avrupa’da başarıya susamış bir futbol ülkesiyiz.

Bizim artık bu kısır döngülerle kaybedecek vaktimiz yok.

Türk futbolu uzun süredir Avrupa sahnesinde aradığı başarıyı bulamıyor.

Avrupa’da başarı istiyorsak önce içeride futbol iklimini düzeltmeliyiz.

Sürekli kaos, sürekli kriz…

Bu düzenle Avrupa’da ne başarı gelir ne istikrar sağlanır.

Bizim artık dışarıya, Avrupa’ya bakmamız, orada söz sahibi olmamız gerekiyor.

Şimdi yepyeni bir sayfa açma zamanı.

Taraftar, futbolcusu, hakemi, yöneticisi, medyası...

Herkes aynı hedefte birleşmeli: Futbolu geliştirmek.

Kavgadan değil, oyundan beslenen bir lig istiyoruz.

Tartışmadan değil, başarıdan bahsetmek istiyoruz.

Sahadaki güzel oyunun konuşulduğu, Avrupa’da gururla temsil edilen, adil, şeffaf ve kaliteli bir Süper Lig dileğiyle…