BİZİ KİM ZEHİRLİYOR?

Adem Metan
Adem Metan

‌Türkiye son yıllarda tuhaf bir kısır döngüye girdi

‌Her birkaç ayda bir yeni bir zehirlenme vakası…

‌Yeni bir toplu ölüm haberi…

Yeni bir panik dalgası ve ardından alışık olduğumuz o güvensizlik duygusu…

Dün midyeydi, bugün kokoreç, ertesi gün marketten alınan paketli bir ürün ve son olarak deterjanla hazırlanan bir Türk kahvesi…

Ne yediğimize güveniyoruz ne de duyduğumuza.

‌Özellikle “Böcek Ailesi”nin gıda zehirlenmesi ya da ilaçlanma sebebiyle hayatını kaybetmesi, denetim mekanizmaları ve medya refleksleri açısından da bir turnusol kağıdı oldu.

İlk ölüm bulgularında “midyeden şüpheleniliyor” haberleri sürmanşetlere taşındı.

Ortaköy esnafı bir gecede potansiyel “şüpheli” ilan edildi.

Oysa ortada doğrulanmış bir veri yoktu.

Midyeci dükkanları bir anda boşaldı, kepenkler

indi, insanlar korkudan sokak midyecilerinin yanından bile geçmedi.

Bu ülkede bir iddia atmak kolay, ama o iddianın doğurduğu ekonomik tahribatı kim üstlenecek?

Şimdi Ortaköy’de esnaf kan ağlıyor.

Birkaç saatlik bir haber dalgası, günler süren bir ekonomik çöküşe dönüştü.

Çünkü medya, doğrulamayı beklemek yerine “ilk şüpheyi” reytinge çevirmeyi tercih etti.

Türkiye’de medyanın gıda güvenliği haberlerinde düştüğü kronik hata artık sistematik bir sorun.

Önce söylenti yayılır.

Sonra başlık atılır.

Ardından görüntüler dizilir.

En son, gerçeğin ne olduğu ortaya çıkar ama ilk haberin etkisi çoktan geri dönülmez bir zarar yaratmıştır.

Tabii gıda güvensizliği ile medya sorumsuzluğu birleşince ortaya tehlikeli bir tablo çıktı.

Bir yanda artan denetimlere rağmen kontrol altına alınmayan riskli gıdalar…

Diğer yanda yanlış bilgiyle paniği köpürten bir medya düzenimiz var.

İkisi bir araya gelince, halk çaresiz, esnaf ise savunmasız kalıyor.

Devletin denetim ayağı kadar medyanın da sorumluluğu var.

Çünkü “midyeden olabilir” demek ile “midyeden zehirlendi” demek arasında uçurum var.

Bizim medyamız ise bu uçurumu çoğu zaman önemsemiyor.

Zehirlenme vakalarının kendisi kadar, bu vakaların nasıl aktarıldığı da hayatımızı zehirliyor.

Bilgi kirliliği, panik, yanlış yönlendirme…

Toplum olarak bir güven kaybı yaşadığımız kesin.

Üstelik bu risk, merdiven altı yerlerden en lüks restoranlara kadar sıçramış durumda.

Toptancısından esnafına bir kalifikasyon sorunu yaşıyoruz.

Herkes şapkayı alsın önüne başlasın düşünmeye.

Nerede hata yapıyoruz?

Bu halk şimdi hangi restorana, hangi işletmeye, hangi mekana nasıl güvencek?

Elbette bu ihmallerde kimin parmağı varsa sonuna kadar cezasını çeksin.

Halkın sağlığını kim tehlikeye atıyorsa birlikte düşelim peşine.

Ancak bunu olabildiğince sağduyu ile yapmak zorundayız.

Ve burada en büyük sorumluluk medyaya düşüyor.

Türkiye’nin gerçekten ihtiyacı olan şey, kriz anlarında soğukkanlı, teyit odaklı, sorumlu bir medya refleksi.

‌AVRUPA’NIN BİZE İHTİYACI VAR

Türkiye ve Avrupa iş dünyası, uzun bir aranın ardından Brüksel’de bir araya geldi.

Zirvede Gümrük Birliği’nin modernizasyonu, vize sorunu, dijital ve yeşil dönüşüm, tedarik zincirlerinin güçlendirilmesi ve savunma iş birliği gibi oldukça önemli maddeler tartışıldı.

Bu zirveye ben de yakından tanıklık ettim.

Zirvenin mesajı bizim penceremizden oldukça net.

“Türkiye’nin Avrupa'ya ihtiyacı olduğundan daha fazla Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı var”

Brüksel’e gelen Türk iş adamları, zirveden önce Türkiye'nin Avrupa Birliği nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakcı'nın ev sahipliğinde düzenlenen resepsiyonda bir araya geldi.

Burada konuşan DEİK Başkanı Nail Olpak, en çok konuştukları alanın Gümrük Birliği ve Gümrük Birliği mallarının serbest dolaşımı olduğunu söyledi.

Diasporanın daha güçlü bir şekilde var olması açısından bence Nail Olmak burada kilit bir isim.

Ve üzerine düşeni de fazlasıyla yaptığını söyleyebilirim.

Bu zirvede Mehmet Ali Yalçındağ ile bir süre sohbet etme şansımız oldu.

Kendisi de Avrupa Birliği noktasında benzer yanlara dikkat çekiyor.

“Onların bize ihtiyacı var”.

Bu hakikaten de böyle.

Peki neden?

Bugünün jeopolitik tablosunda, Avrupa’nın güvenliği ve enerji arzı açısından Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç, Türkiye’nin Avrupa’ya olan ihtiyacından daha belirgin.

Yine göç yönetimi, bölgesel istikrar ve enerji koridorları söz konusu olduğunda, Türkiye Avrupa için vazgeçilmez bir ortak.

Ayrıca Türkiye’nin stratejik konumu ve bölgesel etkisi, Avrupa’nın küresel rekabet gücünü korumasında kritik bir rol oynuyor.

Hal böyleyken, Avrupa’nın Türkiye ile iş birliğini güçlendirmesi artık bir tercih değil, stratejik bir zorunluluk.

Açıkçası bu keyifli seyahatten ben de payıma düşeni aldım.

Belki de Avrupa güzellemesi yapmak yerine Avrupa’nın neden bize ihtiyacı olduğunu daha sık anlatmalıyız.

Bu bilincin hepimize yerleşmesi dileğiyle.

Cuma günü görüşmek üzere…