BÜROKRASİNİN İNSAN TARAFI…
Bugünkü yazıma içimi ısıtan bir olayla başlamak istiyorum.
Denk geldiniz mi bilmiyorum.
Görmeyenler için şöyle bir özet geçeyim.
Erzincan'da Kübra Öğretmenimiz, öğrencisinin yaşadığı zorlukları Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu’ya anlatıyor.
Ve Sayın Vali, hiç tereddüt etmeden hemen öğrenciye ulaşıyor.
Tüm bürokratik tavırlardan sıyrılmış bir baba şefkatiyle kucak açıyor öğrenciye.
İşte diyor insan izleyince…
Vali dediğin böyle olmalı.
Tam bir devlet adamı.
Halkın derdiyle hemhal olan…
Çözüm odaklı, merhamet dolu bir adam.
Hakikaten devletin valisi işte böyle olmalı.
Peki ya öğretmenimize ne demeli…
Kendi öğrencisinin derdini ağlayarak anlatacak kadar içselleştirmiş…
Sorunun çözüleceğini anlayınca da derin bir nefes alan öğretmenimiz…
Kübra Öğretmenim var olun.
İşte evlatlarımızı emanet ettiğimiz öğretmenler…
Bu hadise, bize şu iki gerçeği de aslında çok net bir şekilde gösterdi.
Sayın Vali Aydoğdu’nun yetkiyi, yalnızca makam hükmüyle değil…
İnsanlık, samimiyet ve empatiyle kullanması, yöneticiliğin özünü hatırlatıyor.
Kübra Öğretmeninse öğrencisinin derdini bir öğretmen hassasiyetiyle iletmesi…
Öğretmenliğin sadece akademik bir görev değil, tarafsız bir vicdan olması gerektiğini gösteriyor.
Bu küçük ama içten diyalog, aslında devletin samimi yüzünü; öğretmenin fedakarlığını, toplumun umudunu bir araya getirmiş.
Meğer ne kadar ihtiyacımız varmış böyle görüntülere…
İyi ki varsınız Sayın Valim ve Sayın Öğretmenim.
ALGILAR OLGULARI YENMESİN!
Bilirsiniz…
Ben, sosyal medyayı oldukça aktif kullanan bir yayıncıyım.
Bunu da sık sık dile getiriyorum.
Bu mecraları, hem yaptığım iş açısından hem de bir vitrin olması hasebiyle önemsiyorum.
Fakat bıkmadan ve usanmadan her zaman yaptığım uyarıyı yine yineleyeceğim.
Bu mecralar önemi kadar bir o kadar da tehlikeli.
Mecralar, aynı zamanda müthiş bir bilgi kirliliği ve dezenformasyon alanları.
‘İddia’ adı altında ortaya atılan mesnetsiz haberler, alıp başını yürüyor.
Hiçbir gerçekliği olmayan bilgiler, kurumsal sayfalara ve internet sitelerine teyitsiz haber başlığı oluyor.
Doğru bilgi yolunu bulana kadar yalan kırk köyü çoktan dolaşmış oluyor.
Gelin bu durumu bu hafta yaşanan iki olay üzerinden konuşalım.
İlki 3 milyon Uygur’un Çin’den Türkiye’ye geleceği iddiası.
Diğeri de askerlerin polislerin üzerini aradığını gösterdiği iddia edilen bir görsel.
Bir sabah uyanıyorsunuz, sosyal medyada binlerce paylaşım…
“3 milyon Uygur Türkiye’ye geliyor”
Bir diğerinde, askerlerle polislerin karşı karşıya geldiğini iddia eden gerçek olmayan bir görsel.
Altında panik dolu yorumlar…
Tıklama avcılığı yapan hesaplar ve karışıklıkla beslenen sayfalar.
Oysa gerçek, ne bu kadar çarpıcı ne de bu kadar kirli.
Sosyal medyada dolaşan iddialara göre Çin, 3 milyon Uygur Türkünü Türkiye’ye göndermeye hazırlanıyor.
Hatta sosyal medya paylaşımlarına göre gönderdi bile.
Bu iddialar, bazı hesaplar tarafından sorgusuz sualsiz dolaşıma sokuldu.
Ardından gelen “Türkiye’deki demografik yapı değiştiriliyor” gibi yorumlar, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde ırkçı ve ayrımcı söylemleri tetikledi.
Dolaşıma sokulan bir diğer unsur ise askerlerin polisleri aradığı görüntüler.
İlk bakışta “acil bir kriz” havası yaratan bu görsellerin tarihleri, bağlamları ve içerikleri ya manipüle edilmiş ya da başka olaylarla ilgili.
Hem Milli Savunma Bakanlığı hem Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, bu olayları yalanlasa da algılar olguların önüne çoktan geçmiş bile.
Peki ne yapacağız?
Her şeyden önce bilinçli bir okur olmak zorundayız arkadaşlar.
Sosyal medyadan servis edilen habere muhakkak mesafeli durmalı ve resmi açıklamaları beklemeliyiz.
Elbette…
Sosyal medya, modern çağın en güçlü silahı ama unutmayalım aynı zamanda en tehlikeli algı makinesi.
Bu tür doğruluk payı olmayan asılsız haberler…
Gerçeği değil, toplumun algısını yeniden şekillendirmek isteyenlerin ürünü.
Unutmayın…
Biz gerçeği aramaktan vazgeçersek, yalan sonsuza kadar hüküm sürer.
Her zaman doğrunun peşinden koşmak dileği ile…
Kalın sağlıcakla.