Geçinemeyenler Şehri: İstanbul
Bir zamanlar, hayallerin şehriydi İstanbul….
Daha iyi bir yaşamın, kariyer fırsatlarının, büyük umutların adresiydi.
Ama bugün, ne emekliler için bir huzur şehri ne de beyaz yakalılar için bir kariyer cenneti.
Dün, en düşük emekli maaşı ve memura zam oranları belli oldu.
Telefonuma düşen anlık bildirimlerin ardından…
Bir anda, derin bir sessizliğe gömüldüm.
Bu insanlar, kiraların bu kadar yüksek olduğu….
Pazarın, marketin cep yaktığı böylesi bir ortamda; bu maaşlarla nasıl geçinecek?
Hele ki İstanbul’da…
İstanbul, artık geçim mücadelesinin gölgesinde kalmış; büyük bir yorgunluk şehrine dönüştü.
Temmuz 2025 itibarıyla en düşük emekli maaşı; 16 bin lira civarında.
Ancak bu rakam, özellikle İstanbul gibi bir şehirde; yalnızca hayatta kalma sınırında kalıyor.
Kiralar, tek başına bu maaşı aşıyor.
10-15 bin liraya, merkezden uzak semtlerde bile ev bulmak neredeyse imkansız.
Elektrik, su, doğalgaz, telefon derken temel ihtiyaçlar bile karşılanamıyor.
Emekliler, yıllarca verdikleri emeğin karşılığında; bugün torunlarına harçlık verememekten, pazardan meyve alırken fiyat sormaktan utanır hale geldi.
Birçok emekli, geçinebilmek için çalışmaya devam etmek zorunda.
Kimisi apartman görevlisi oluyor, kimisi markette raf diziyor.
Oysa emeklilik, dinlenme hakkıydı; şimdi ise ikinci bir işin zorunluluğu haline geldi.
Üstelik tablo, artık beyaz yakalılar için de hiç kolay değil.
İstanbul’da geçim sıkıntısı, yalnızca asgari ücretli ya da emeklilerin sorunu değil.
30-40 bin lira maaşla çalışan bir beyaz yakalı, “Ben bu şehirde niye bu kadar zor yaşıyorum?” sorusunu, her gün kendine soruyor.
Kiralar, en iyi ihtimalle 20-30 bin lirayı bulmuş durumda.
Dışarıda bir kahve içmek, hafta sonu dışarı çıkmak, tatil planı yapmak artık lüks kategorisinde.
Ev sahibi olma hayali, yerini; daha uygun kira bulma telaşına bırakmış.
Pek çok eş dostla da bu konuyu konuşuyorum.
Beyaz yakalılar, artık sadece iş hayatında değil; hayatın her alanında tükenmişlik sendromu yaşıyor.
Hele ki metropollerde…
Şehir yorgun, insan yorgun.
İstanbul’un kalabalığı, pahalılığı ve temposu artık insana umut değil; ağırlık veriyor.
Geçmişte; “Taşı toprağı altın” denilen bu şehir, bugün; “Taşı toprağı borç” haline gelmiş durumda.
Ne emekli dinlenebiliyor, ne çalışan ayakta kalabiliyor.
Türkiye ekonomisi, sanılanın aksine daralmıyor; büyüyor.
Üstelik dünyada; pandemiden sonra ekonomisi toparlanan ve katlanarak büyüyen nadir ülkelerden.
Fakat bu büyüme, vatandaşın cebine yansımıyor.
Büyüme varsa geçinme de olmalı.
Burada; belki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da her fırsatta sık sık vurguladığı gibi…
Sosyal belediyeciliğe daha fazla eğilmek gerekiyor.
AK Parti’nin yerel yönetim vizyonunun temel taşlarından biri olan sosyal belediyecilik, ülkenin tüm şehirlerine sirayet etmeli.
Hakikaten de Sayın Erdoğan’ın belediyecilik politikası, Türkiye’de yerel yönetim anlayışını değiştiren bir model oldu.
Bugün, bu modele daha sıkı sarılmalı…
İnsan odaklı bu uygulamaların hayata daha fazla geçmesi için çaba göstermeli…
Ve üzerine katarak vatandaşın yanında olmalıyız.
Erişilebilir konut politikaları, yaşam maliyetini dengeleyecek yapısal reformlar, artık birer seçenek değil; zorunluluk.
Aksi halde İstanbul’un yaşanabilir bir şehir olarak kalması, sadece geçmişin hatıralarında kalacak.