GERÇEKLERLE YÜZLEŞELİM
Herkese merhaba.
Bugün çarşamba.
Haftanın tam ortasındayız.
Umuyorum ki bu yazıyı okuyan herkes için işler yolundadır.
Lafı dolandırmadan, konuya doğrudan girmek istiyorum.
Son günlerde ardı ardına yaşanan gözaltılar, soruşturmalar ve Silivri’de son bulan yollar, kamuoyunda farklı şekillerde yankı buluyor.
Bu süreçte bazı isimlerin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la geçmişte çektirdikleri fotoğraflar ya da katıldıkları ödül törenleri gündeme getiriliyor.
Bazıları çıkıp şöyle diyor
“Bakın bu kişi Erdoğan’la fotoğraf çektirmişti, şimdi gözaltında. Demek ki iç hesaplaşma var!”
Komik olan şu ki…
Bu tür yüzeysel çıkarımlarla derin analiz yaptığını düşünenler var.
Gerçekten analiz yapacak derinlikten yoksun, sığ bir bakış açısı bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birine ödül vermiş olması, onun hakkında hukuk dışı bir kalkan oluşturmaz.
Bunu yıllardır bu camiada olan biri olarak çok net bir şekilde söyleyebilirim.
Erdoğan yanlış yapanı korumaz.
Birlikte fotoğraf çektirdi diye kimseye “dokunmayın” demez.
Böyle düşünen varsa ya Erdoğan’ı tanımıyordur ya da kendini çok zeki sanıyordur.
Evet, bazıları belki Erdoğan’la aynı karede görünmek için büyük çaba sarf ediyor.
Paralar veriliyor, ödül törenlerine sızılıyor, sahneye çıkılıyor…
Ama bu görüntülerin Erdoğan nezdinde hiçbir karşılığı yok.
O fotoğraflarla kendilerine dokunulmazlık zırhı inşa etmeye çalışanlar, bugün gerçekle yüzleşiyor.
BU SIZINTININ KİME FAYDASI VAR?
Gelelim şimdi çok daha hassas bir meseleye…
Geçtiğimiz günlerde bazı sanatçılarla ilgili Adli Tıp Kurumu’nda alınan örnekler, kullanılan maddeler ve ilaçlarla ilgili bilgiler sızdırıldı.
Özellikle de yeşil reçeteli ilaçlar meselesi, büyük bir tartışmayı beraberinde getirdi.
Bakın…
Bir yerde yasa dışı bir durum varsa elbette hukuk devreye girer ve gereken yapılır.
Ancak insanların özel sağlık bilgileri, hele ki bir devlet kurumundan sızıyorsa burada büyük bir problem var demektir.
Bana kalırsa Adli Tıp Kurumu burada kendisini sorgulamak zorunda.
Vicdan, merhamet, hukuk…
Bu işin neresinde?
İnsanlar devletin kurumuna nasıl güvenecek?
Yarının ne getireceğini bilmeden, bugün kullanılan bir ilacın haber yapılmasından kim fayda sağlayacak?
Ancak asıl sorgulanması gereken bu bilgilerin nasıl sızdığıdır.
Gazetecilik, kamu yararını gözetmekle yükümlüdür.
Ama devlet, vatandaşının en mahrem bilgilerini korumakla sorumludur.
Ve burada bu sorumluluk açıkça ihlal edilmiştir.
EN BÜYÜK HAKEM MİLETTİR
Gelelim Kıbrıs seçimine…
Yaklaşık bir ay önce Kıbrıs’tan yerel halkla, bazı siyasetçilerle ve kanaat önderleriyle görüştüm.
Beş kişilik bir grupla oturduk, dördü bana açık açık söyledi.
“Bu seçim kaybedilecek.”
Dolayısıyla Kıbrıs’ta ortaya çıkan sonuç kimseyi şaşırtmamalı.
Ancak beni şaşırtan başka bir şey var.
Bu sonucu bile bile farklı bir algı yaratmaya çalışan bazı isimler…
Neden?
Hangi amaçla?
Gerçek zaten ortadayken, neden bu gerçek eğilip bükülmeye çalışıldı?
Ancak asıl düşündürücü olan şu…
Neden milletin iradesine rağmen farklı senaryolar üzerinden kamuoyu yönlendirilmeye çalışıldı?
Burada iyi niyet aramak zor.
İşte bu noktada devletin, milletin, hükümetin ve medya camiasının ortak sorumluluğu devreye giriyor.
Bir seçim kaybedilebilir, bu siyasetin doğasında var.
Ama kaybedilen seçimin üzerine algı inşa etmeye çalışmak ne demokratiktir, ne de ahlakidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır vurguladığı bir şey var.
“Halkın iradesinin üstünde bir irade yoktur.”
Bu, sadece bir söylem değil.
Bilhassa AK Parti’nin temel siyaset anlayışı.
Halka rağmen siyaset yapılmaz.
Gerçekler neyse onunla yüzleşilir, milletin verdiği mesaj doğru okunur ve yola devam edilir.
Velhasıl…
Bugün yaşadığımız tablo, bize çok net bir şey söylüyor.
Millet neyin ne olduğunu görüyor. Sahici olanla sahte olanı ayırt edebiliyor.
Bu da bize büyük bir sorumluluk yüklüyor.
Gerçeklerden sapmadan, milletin sesine kulak vererek; hem medya hem siyaset kurumu hem de devlet aklıyla hareket ederek geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa etmeliyiz.