Kişiler Değil, Kurumlar Ayakta Kalmalı
Herkese merhaba.
Haftanın tam ortasındayız.
Umarım, sıcaklarla aranız iyidir ve yine umarım ki hepiniz, mutlu bir hafta geçiriyorsunuzdur.
Bugün ilk konumuz; Sn Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eşlik ettiğimiz Azerbaycan seyahatinden aklımda kalanlar…
Zihnimin içinde gezen notlar, belki sizin zihninizde de bir karşılık bulur…
Neyse başlayalım…
Geçtiğimiz hafta; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Azerbaycan ziyaretine eşlik ettik.
Rotamız, Hankendi idi…
Yolculuğun en çarpıcı kısmı, belki de coğrafyayla ilgiliydi.
İlk adımımı attığımda hissettiğim şey şuydu: Burası, tam bir yayla…
Karadeniz’in yükseklerinde alıştığımız o keskin, kendine has hava; burada da vardı.
Sert bir serinlik, yalın bir doğallık.
Hava sıcaklığı, mevsime inat düşüktü.
İçimden; “Bu şehir, ileride tam bir turizm kenti olur.” diye geçirdim.
Çünkü iklimiyle, dokusuyla, sadeliğiyle buna çok müsaitti.
Ziyaretin siyasi atmosferi ise bildik bir sıcaklık taşıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Aliyev arasındaki samimi diyalog, arada geçen esprili anlar, iki ülkenin ilişkilerine duyulan güveni yeniden hatırlattı.
Türkiye ile Azerbaycan’ın birlikte attığı adımlar, sadece stratejik değil; aynı zamanda duygusal bir derinlik de taşıyor.
Ancak yolculuğun belki de en dikkat çeken kısmı bu değildi.
Akşam saatlerinde; TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı ve Anadolu Ajansı Genel Müdürü Serdar Karagöz’le birlikte, sohbet etme imkânı bulduk.
Konu dönüp dolaşıp, yapay zekâya geldi.
Medya dünyasında bu kadar üst düzey yöneticinin, yapay zekâyı bu kadar ciddiyetle ele alması beni sevindirdi.
Çünkü yapay zekâ, sadece bir teknoloji değil; karar alma biçimimizi, haber üretim mantığımızı, hatta kamuoyuna ulaşma hızımızı değiştiriyor.
Ve bu değişim, yalnızca birkaç yıl içerisinde çok daha görünür olacak.
Ama tüm bu sohbetin içinde, bir cümle vardı ki içimde daha derin bir yere oturdu. Serdar Karagöz, şöyle dedi:
“Kişiler önemli değil. Önemli olan kurumların güçlü olmasıdır.”
Haklıydı.
Kurumların gücü, kişilerin gelip geçici varlıklarının çok ötesinde bir meseledir.
Kurumlar ayakta kaldıkça devletler güçlü olur; sistem işler, mekanizma sapmaz.
Aksi hâlde her yeni gelenle her şeyin sil baştan başladığı bir sarmala düşeriz.
Bu sözle birlikte aklıma hemen Orman Genel Müdürlüğü geldi.
Son yangınlarda; sahada gördüğümüz büyük özveri, işini bilen kadrolar, sistemli koordinasyon…
Aynı şekilde AFAD ve aklıma gelmeyen nice köklü ve yapısı oturmuş kurumlar.
Her biri, kendi içinde eleştirilebilir ama ayakta kalmaları, profesyonel yapılarla çalışmaları, bu ülkenin sigortasıdır.
Kişiler gelip geçer.
Ama kurumlar, hafızadır. Kurumlar, geleneği taşır.
Çünkü teknoloji de siyaset de medya da ancak güçlü kurumların omuzlarında yükselir.
Filistin Bayrağı En Zirveye
Siz, bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda olacağım derler ya hani…
İşte ben de siz bu yazıyı okurken çok yükseklerde olacağım.
Bir grup arkadaşımızla birlikte, Türkiye’nin çatısı sayılan Ağrı Dağı’na doğru bir tırmanışta olacağız.
Ama bu, sadece bir dağ yürüyüşü değil. Bu, bir vicdan yürüyüşü.
7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşananlara sessiz kalmamak için öldürülen masum bedenler, açlığa terk edilmiş çocuklar, bir yudum suya muhtaç bırakılmış insanlar için…
Gazze’de; yere düşürmeye çalıştıkları Filistin bayrağını, biz dünyanın en yüksek dağlarından birinin zirvesine taşıyacağız.
Bu onur yolculuğunu, ekip arkadaşlarımla birlikte kayda alıyoruz.
Umarım, en kısa sürede de sizlerle YouTube kanalımda paylaşacağım bir vlog haline getireceğiz.
Ve son bir not: Bu bir yürüyüş değil; bir çağrıdır. Unutmamak için unutturmamak için…
Gariplikler Silsilesi
Geçtiğimiz günlerde; Türkiye garip, üzücü ve düşündürücü bir manzaraya sahne oldu.
Antalya’da bir aslan, kontrol altında tutulduğu parktan kaçtı.
Bir çiftçiye saldırdıktan sonra ise E'tkisiz hale getirildi.'
Yani öldürüldü…
Yani tamam, anlıyorum; panik hali, tamam anlıyorum korku hali de.
Arkadaş, vahşi bir hayvanı öldürmeden yakalayamıyor muyuz?
Uyuşturucu iğne yok muydu koskoca Antalya’da?
Ya da böyle bir parkı işletenler, bu tür bir senaryo için hayvanları öldürerek yakalamayı mı öngörmüştü?
Peki, bu parka ruhsat verenler; bu senaryoya dair bir denetim uygulamadı mı?
İnanılır gibi değil; bir de öldürülen aslanın başında elinde av tüfeği ile poz vermişler…
Ne diyebilirim ki…
Tabii olay, tam bir kara mizah…
Çünkü işin bir de saldırıya uğrayan çiftçi boyutu var.
Amca da eşi de oldukça sempatik insanlar.
Tabii, bir de anlattıkları hikaye de son derece absürt olunca…
Amca;, "Boğazına yapıştım aslanın, 15–20 dakika boğuştuk hayvanla" diyor.
Tabii, insanın aklına ister istemez; Şener Şen’in Neşeli Günler filmindeki aslan avı anısı gelmiyor değil…
Gerçekten, başından sonuna kadar bu da ancak bizim ülkemizde olurdu diyebileceğimiz bir olay…