Türklere ait Ahilik kültürünü Almanlar sahiplendi

Aslı Didari
Aslı Didari

Anadolu'dan dünyaya yayılan Ahilik geleneğinin ilkeleri bugünün esnaf teşkilatlarının temel taşını oluşturuyor.

Çıraklar, bu öğretiyle ustasından mesleki becerinin yanı sıra sevilen ve sayılan esnaf olmanın inceliklerini de öğreniyor. 

Çırak ve kalfaların, yanında çalıştığı ustanın öğretisiyle Ahilik ahlakına uygun bir şekilde yetişme kültürü bugün de var.

Her zaman malzemenin kaliteli olanının seçilmesi, işin doğru ve düzgün yapılması için çalışmak bu öğretinin en önemli şartını oluşturuyor.

Almanlar ise Ahiliğin dual-ikili eğitim sistemini benimsemiş durumda. Bir mesleği, hem okulunda teknik hem de sahada pratik yaparak öğretmek konusunda dünyaya örnekler.

Günümüzdeki işletmelerde Ahiliğin izleri var

İşletmelerin kurumsal geçmişi Ahiliğe, fütüvvetnamelere, loncalara kadar uzanıyor.

Türkiye’nin dünü, ister gezici olsun, -ister çarşıda ya da mahallede dükkan açmış olsun- esnaf, sanatkar, küçük ve orta ölçekte tacirin ağırlığını koyduğu bir ekonomik yapıdan güç alıyor.

İstanbul’da esnafla ilgili işler, kadılıklar, ihtisap ağalıkları ve son olarak da şehremaneti tarafından yürütüldü. Osmanlı’da, kısmen İslam dininin vecibeleri gereği, töre ve usullere uyularak bir sanatın yürütülmesinde belirli koşulların yerine getirilmesini öngören ve herhangi bir sanat kolunda yerleşen usuller, gizli kalması gereken sırlar ve o sanata girmek için geçirilmesi zorunlu görülen sınav ve formaliteler fütüvvetnamelerle saptanıyordu.

Dükkan açma töreninde peştamal kuşanmak

Buna göre, çırak bir sanat kolunda yıllarca yetiştirilerek kalfa ve usta sınıfına geçiyor, bağımsız şekilde dükkan açması ise belirli bir törene tabii kılınıyordu.

Bu törene göre her esnafın kendi sanat ya da meslek kolunda ilk defa çalışan “pirine” inanması, gireceği sanat koluna kabulü için “peştamal” kuşanması, kabul olunduğu sanat kolundan çırak çıkarılması, sanata layık ve işinde namuslu görüldüğü takdirde işe dahil olması, çırak olarak girdiği sanatta yıllarca çalıştıktan sonra kalfalığa ve ustalığa layık görülmesi ve tebrik anlamında olmak üzere de “helva pişirme” töreninin yapılması gerekiyordu. 

Esnafı yöneten kurum olan loncalar, kıt kaynakların üretimde en adil biçimde kullanılmasını sağlıyordu.

Din ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün esnafa açık olan loncalarda, yönetici olarak kethüdalar ile yiğitbaşları vardı. 

Ustalığa kabul edilen kişinin dükkan açabilmesi için boş bir “gedik” bulması gerekirdi.

Şahsın istediği sanat ve ticarete girip dilediği yerde dükkan açabilmesi de sınırlamalara tabiiydi. Bu uygulamaya ise “gedik usulü” denirdi.

Loncalar’ın çözülüşü

19. yüzyıl, Osmanlı ekonomisinin Batı ile bütünleşme sürecine girişi, pazar göstergelerini belirginleştirdi, ülkeyi parasallaştırdı, Lonca ve gedik benzeri, sınırlayıcı sayılabilecek geleneksel örgüt yapıları dönüşüme uğradı.

285 esnaf grubu

Osman Nuri, Mecelle-i Umur-ı Belediye adlı eserinde, 20. yüzyılın ilk yıllarında “esami-i esnaf” başlığı altında, kethüdaları olan 285 esnaf grubunu sayar. Başka bir kaynak, 1924 Salnamesi, 19’uncu yüzyıl sonu için bu ekonomisinin gerektirdiği iş koşulları, zamanla geçmişin geleneksel uğraşlarına eklendi.

“İstanbul ve Galata otellerine mensup müşteri celbi için veyahut tercüman sıfatıyla istihdam kılınan ve emanetçilik yapan esnaf”, “tramvay arabacısı ve seyisi ve kılavuzu esnafı”, “vapur kahveci esnafı” değişim geçiren İstanbul’un yeni meslek kesimleri oldu.

1908 Devrimi’nin ertesinde, ticari sınırlayıcı yöntemlerin bir parçası olan loncalar ve esnaf kethüdalıkları kaldırılarak 1910 tarihli Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi uyarınca meslek örgütleri kuruldu.

1915’te mevzuatta değişikliğe gidilerek Şehremaneti her cemiyete birer “katib-i mes’ul” tayin etti. Esnaf cemiyetleri mevzuatı tüm çalışanları kapsadı. İşçi ve amele statüsündeki her Osmanlı, bu mevzuatın hükümlerine tabi oldu. Mevzuat aynı zamanda sendika kurmayı yasakladı.

Osmanlı Dönemi'nden Cumhuriyet’e esnaflık

Birinci Dünya Savaşı yılları, esnafın ülke ekonomisine değişik şekillerde katkıda bulunduğu bir dönem. Birçok “milli” anonim şirket, esnaf ve sanatkarların desteğiyle ortaya çıktı. Esnaf ve sanatkar, Türkiye’de “milli iktisad” diye bilinen bir dönemi başlattı.

Mütareke yıllarında var olan cemiyetlere yenileri eklendi. Bu cemiyetlerden bir kısmı çalışanlar için sosyal güvence sağladı, bir tür yardım sandığı işlevi gördü. 

1925 yılında çıkarılan Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu’yla, örgütlenme zorunluluğu getirilerek esnaf ve dükkanı bulunan sanatkar ile küçük tacirin, Ticaret ve Sanayi Odaları tarafından ticaret siciline kaydedilmesi zorunluluğu kondu. 

Yine 1925’te yürürlüğe giren Ticaret ve Sanayi Odaları Nizamnamesi’nde, “dükkanı bulunan sanatkar” deyimi “küçük sanatkar” olarak belirlendi. 1926 tarihli Türk Ticaret Kanunu ile tacir niteliğinin gerektirdiği bazı yükümlülüklerden küçük ticaret erbabını dışlamak için, “tacir” ve “küçük tacir” ayırımı yapıldı.

1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu ile de “küçük sanayi” tabiri kullanılarak “küçük sanatkar” sanayi erbabından farklı bir konumda ele alındı.  

1964 tarihli Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu ile yeni bir düzenlemeye gidildi. Esnaf ve sanatkarların mesleki örgütleri, yalnız esnaf topluluğunu değil aynı zamanda küçük sanatkarları da kapsayacak şekilde yapılandı. Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Dernekleri olarak adlandırıldı. Esnaf ve küçük sanatkarlar derneklerine kamu kurumu niteliği verildi.

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla sanayileşmesi ve 60’lı yıllarda planlı ekonomiye geçiş, ülkede ölçekleri büyüttü, bugün KOBİ diye nitelenen küçük ve orta büyüklükteki işletmelere gelindi.