Netanyahu’nun Türkiye’den istediği kitabenin arka planı
Soykırımcı Netanyahu 1998 yılında Türkiye’den Siloam/Silvan kitabesi diye bilinen bir arkeolojik eseri istediklerini fakat Başbakan Mesut Yılmaz’ın o tarihte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ve Refah Partisi’nin yükselişte olduğunu bahane ederek vermediğini söyleyince dikkatler İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza edilen kitabeye yöneldi.
Yazıldı, çizildi. Tafsilat verenler oldu. Benim dikkat çekmek istediğim nokta ise İsrail’in arkeolojiyi neden bu denli ciddiye aldığı sorusunda düğümleniyor.
Hatırlarsanız Antakya depremine güya yardım amacıyla gelmiş İsrailli kurtarma ekibinin elinden kadim bir Tevrat nüshasını zor kurtarmıştı polisler.
Gerçekten de nedir İsrail’deki bu arkeolojik eser takıntısının sebebi?
Bunu anlamak için İsrailli tarihçi Şlomo Sand’ın Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? adlı kitabına uzanalım. Kitap arkeolojinin İsrail’de işgali meşrulaştırmak için nasıl istismar edildiğini çarpıcı örneklerle ortaya koymakta.
Sand kitabını yazdıktan sonra İsrail’deki akademik dünyadan nasıl dışlandığını ve El-Kuds Üniversitesi’nde öğretim üyeleri tarafından saatlerce nasıl sorgulandığını genişçe anlatır. Siyonizmin efsanelerini dinamitleyen ve Filistin topraklarının sömürgeleştirilmesine karşı çıkan bu kitabı yazdığı halde nasıl olup da bu “Yahudi yurdu”nda yaşamaya ve İsrail’in Filistinliler tarafından tanınmasını talep etmeye devam edebiliyordu? Bu soruya sarsıcı bir cevap vermiş:
“Tecavüzden doğan çocuğun da yaşama hakkı vardır. Bir trajedi, yeni trajediler yaratarak düzeltilemez. Bize düşen görev, çocuğa hangi koşullarda doğduğunu öğretmek ve babası gibi davranmasını önlemektir. Ortadoğu’daki çatışmada sorun, evladın, doğumuna öncülük etmiş eylemleri sürdürmesi ve yenilemesidir.”
Ayakta alkışlanacak bir tespit…
Sand’a göre İsrail’in kuruluşundan sonra tarih ve arkeoloji birdenbire canlanır. Tarih, Eski Ahid’i İsrail’in meşru temeli olarak kurgulamakla görevliyken, arkeoloji burada yaşamış olan ‘İsrail halkı’nın 4 bin yıllık geçmişini gün ışığına çıkarmaya koşulur. Kazı alanları adeta yeni ibadethanelere dönüştürülür.
1967 Arap-İsrail savaşının ardından gelen işgalden sonra İsrailli arkeologlar bu defa Batı Şeria’nın altını üstüne getirmeye koşar. Ne var ki büyük ümitlerle kazdıkları toprağın altından soru işaretlerinin çıkması onları hayal kırıklığına uğratacaktır.
İsrailli arkeolog Mazar şunu fark eder ki, Kitab-ı Mukaddes’te Filistinliler, Aramiler ve develerden bahsedilmekle birlikte bu ifade bütün arkeolojik ve yazılı tanıklıklar kendilerinin milattan önce 2. bin yıla tarihlendirdikleri olaylarla çelişmektedir. Filistinliler buraya 8 asır sonra gelmişti, Aramiler ise 9 asır sonra! Develerin evcil hayvan olarak ortaya çıkışları da Eski Ahid’de peygamberlerin başından geçtiği söylenen kıssalardan bin yıl sonraya rastlamaktadır!
Can sıkıcı gerçekler karşısında İsrailli arkeologlar olayları daha geç bir döneme “taşımak” zorunda kalacaktır!
Efsaneler Siyonizmin hizmetinde
Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı MÖ 13. yüzyılda gerçekleşti deniliyordu ama bu sırada Mısır firavunları güçlerinin zirvesindeydi. O zaman Musa Peygamber Mısır’ın özgürlüğüne kavuşmuş kölelerini Mısır’a yine köle olmaya mı götürmüştü?
40 yıl boyunca çölde savaşan 600 bin savaşçı –ki bu aileleriyle birlikte yaklaşık 3 milyon insan demekti- ne manaya geliyordu?
Üstelik Mısır vakanüvislerinin 40 yıl sürdüğü söylenen ve milyonlarca insanın başından geçen muazzam hadiseden tek kelimeyle bahsetmeyişine ne demeli?
Soru işaretleri arttıkça tartışma hararetlenecek, tarihler yavaşça milada doğru kaydırılacaktır.
1967 yılında Kudüs İsrail kuvvetleri tarafından işgal edilince büyük ümitlerle Mescid-i Aksa civarında başlatılan kazılar da Siyonist arkeolog ve tarihçileri hayal kırıklığına uğratmaktan başka bir işe yaramaz. Büyük Yahudi Krallığının yaşadığını iddia ettikleri MÖ 10. yüzyıla ait herhangi bir mabet ve sur kalıntısına rastlanmaz. Bu da tarihe emretmek için yanıp tutuşanların canını fena halde sıkar tabiatıyla. Günümüzde Mescid-i Aksa’nın altında devam eden ve İsrail’in de aleniyete döktüğü kazılar bu ispatlayamayış hırsının sonucudur aslında.
Özetle tarih ve arkeoloji Filistin topraklarında kurulan İsrail devletinde sömürgeciliğe hizmet edecek şekilde istihdam edilmiştir:
“Böylece Eski Ahit, çocuklara ‘kadim ataları’nın kimler olduğunu öğreten laik bir kitaba dönüşürken, yetişkinler onu hemen ellerine alıp şanlı şerefli bir biçimde kolonizasyon ve egemenlik fethi savaşlarına çıktılar.”
İsrail devletinin “etnokratik” (ırkçı) bir devlet olduğunun altını çizen Sand, onun “tekelci ve ayrımcı bir biyolojik ve dinî ethnos’a”, yani sadece Yahudi kavmine hizmet verdiğini vurgular. Bu ise devletin gelişimini engellediği gibi Filistin halkıyla yaşanan sorunları derinleştirmekte, çözümü de imkânsızlaştırmaktadır. Zira çözüm için tarih ve arkeolojinin İsrail’e karşılıksız olarak verdiği ‘seçilmiş halk’ hayalinden kurtulunması ve efsanelerin sorgulanmaya başlaması şarttır.
Avrupalı bir ideoloji olan Siyonizmin Filistin topraklarında Avrupalı Yahudilere tapu bulma uğraşı sürmekte. Bu uğurda tarih ve arkeoloji insafsızca suiistimal edildi.
Netanyahu’nun peşine düştüğü ve Sultan Abdülhamid’in İstanbul’da muhafaza altına aldırmış olduğu Siloam/Silvan kitabesi İsrail’in işgal ettiği ve diken üstünde oturduğu Filistin arazisinde kendini meşrulaştırma çabasının bir örneğidir sadece. Bu açıklamayla Netanyahu İsrail’in henüz kurulmadığını, kurulmak için çırpınış halinde olduğunu itiraf etmiştir.