Nuri Killigil’in cenaze namazı kılınsaydı kıyamet mi kopardı?
Takvimler 2 Mart 1949’u gösterirken Nuri Killigil Haliç kıyısında Sütlüce’de bulunan silah ve mühimmat fabrikasıyla birlikte havaya uçuruldu. Geriye yanmış cesetler ile devasa bir enkaz kaldı.
İstanbul’un göbeğindeki bu operasyonu kimin yaptırdığını, arkasında hangi örtük gücün bulunduğunu herkes biliyor ama telaffuz edemiyordu.
İşin ilginç yanı, Bakü fatihi Nuri Paşa’nın cenazesinin kaldırıldığı gün Cumhurbaşkanı İnönü başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu İsrail devletini ‘derhal’ tanıma kararını almıştı.
Sözün özü, Sütlüce’deki patlamayla İsrail’in verdiği mesaj net olarak anlaşılmıştı.
Nuri Killigil ilk patlamanın ardından yangın başladığında canını kurtarmak için kaçacağına işçilerinin arasına dönmüş, kovalarla su taşıyarak yangını söndürmeye koşmuştu.
Facia mahallinde yapılan aramalarda Nuri Paşa’nın kolunun yarısı, elleri, ayağı ve bazı vücut aksamı ile eşyaları bulunmuştu. Böylece patlamada ölenlerin sayısı 25’e çıkmış oluyordu. Bu parçalar başkalarının vücut kalıntılarıyla birlikte cenaze namazı kılınmasını müteakip Edirnekapı Şehitliğinde ortak bir mezara gömülecekti.
Ancak muhteşem bir çalışma olan 2016 tarihli Nuri Killigil kitabının yazarı merhum Atilla Oral’ın anlattığına göre Paşa’nın asıl gövdesine henüz ulaşılamamıştı; olaydan 20 gün sonra cesedi su yüzüne çıkıverdi. Kolları ve bacakları kopmuş, kafatası dağılmıştı. Sadece yüzünün yarısı ile boynu ve belden yukarı gövdesi vardı.

Aile Nuri Paşa’yı teşhis etti. Cenaze namazının kılınacağını bilmekle teselli buluyorlardı.
Hazırlıklara başlandı, mezar siparişi verildi ve dinî vazifenin icrası için müftülüğe müracaat edildi. Ancak Paşamızın makus talihi yakasını öldükten sonra da bırakmıyordu.
Başında ünlü alim Ömer Nasuhi Bilmen’in bulunduğu İstanbul Müftülüğü vücudun büyük bir kısmı parçalanmış olduğu için cenaze namazının kılınmasının caiz olmadığına karar vermişti:
“İstanbul Müftülüğü, ceset parçası üzerine cenaze namazı kılınamayacağını bildirdi. Nuri Paşa ailesi, Sütlüce sahilinde bulunan ve Nuri Paşaya ait olduğu iddia edilen ceset parçası için cenaze merasimi yapamayacak.” (Yeni Sabah, 23 Mart 1949.)
Son Posta gazetesi ise aynı gün şunları yazıyordu:
“Bulunmuş bir ceset parçası dolayısıyla cenaze merasimi yapılıp yapılamayacağı keyfiyeti İstanbul Müftülüğünden sorulmuş, Müftülük sadece bir ceset parçası için cenaze namazı kılınamayacağını beyan etmiştir. Müftünün bu mütalaası üzerine cenaze töreni yapılmaktan vazgeçilmiştir.”
Haber sadece bu iki İstanbul gazetesinde çıkmış, diğerleri adeta sansür uygulamıştı.
Nedendi bu sessizlik? Nedendi Müftülüğün İstiklal Madalyalı kahramana layık gördüğü bu nobranlık? Nedendi devlet katından kimseciklerin bu kahramanın cenaze merasimine katılmaması?
Herkesin bildiği bir sır vardı adeta.
Oysa Atilla Oral’ın da belirttiği gibi Nuri Paşa’nın hiç değilse gıyabî bir cenaze namazı kılınamaz mıydı? Bu kadarcık bir vefakârlığı bile ona çok görmüştü devrin hükümeti.
Kaldı ki eğer hakikaten parçalanmış cenazelerin namazı kılınmayacak ise 7 Martta Nuri Paşa’nınkiler dahil üç tabutta toplanan ceset parçalarının cenaze namazı kılınmıştı. Demek ki isteyince oluyordu. Kaldı ki Şâfii ve Hanbelî mezheplerine göre bu şekildeki bir cenazenin namazı kılınırdı. Buradan pekala bir olur fetvası çıkabilirdi.

Ancak asıl mesele başkaydı:
Gerçekte hükümet müftülüğe baskı yapmış ve cenaze namazı sırasında ve sonrasında gerek İsrail’e gerekse hükümetin politikasına yönelik protestoların vuku bulabileceği endişesiyle cenaze namazını kıldırmamıştı. Sözde laik hükümet dini siyasete alet etmişti.
Sevenleri ve akrabaları 24 Mart günü Nuri Paşa’nın cenazesini bir çocuk tabutuna koydular, fabrika enkazının bir kısmını temizledikten sonra tabutu bir masanın üzerine bıraktılar ve yaklaşık 35 kişiyle bir tören düzenlediler.
Kısa konuşmaların ardından saygı duruşunda bulunuldu. Subaylar asker selamı verdi. Müftülük imam göndermediği için işçilerden biri okudu Kur’an ve duayı.
İşte bu ‘korsan’ cenaze töreninin ardından Edirnekapı Şehitliğine getirilen cenaze Paşa’nın annesinin kabrinin yakınına yine işçilerden birinin Kur’an tilavetini müteakip gömüldü.
Halbuki aynı Diyanet şimdilerde “Cenaze namazım kılınmasın” diye vasiyet edenlerinkini bile kıldırıyor.
Affet bize Paşam!